Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D oğumunun 400. yılı, 2011, Evliya Çelebi yılı seçildi. Bu “Seyahatname” yazarı, görevli olduğu, savaşlara katıldığı, görmek istediği yerleri yazarak “on ciltlik” bir eser meydana getirdi. Evliya Çelebi’yi 400 yıl sonra okurken bile insan kendini yeniden keşfetmenin gizlerine varabilir. Yeni bir yer, yeni bir insan, yaşamanın anlamını öğreten yeni bir umuda dönüşebilir. HECE dergisi, Evliya Çelebi’nin 400. doğum yılı onuruna bir “Gezi Özel Sayısı” düzenledi. Değişik yönlerden “Gezi Edebiyatı”na bakılan bu 520 sayfalık özel sayıda “Sarı Defterler” diye bir yazım var (HECE, HaziranTemmuzAğustos 2011). Bu “Sarı Defterler”, sarı saman kağıtlı defterlere tükenmez kalemle yazdığım günlükleri içeriyor. Günlük tutmak insanın kendini denetlemesi gibi bir şey. Andrê Gide’nin sözüne uyarak söyleyelim: “Yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.” Kimi “Sarı Deftlerler”imde “Yol Notları” var. Ankara’dan güneye göçen bir tugayın Hatay’a konuşlanmasını anlattığım “Yürüyüş Kolu”, Kızılay kafilesinin cerrahı olarak katıldığım “Haç Yolculuğu”, bir hekimlik toplantısından sonra Kanada’dan Arjantin’e uzandığımız “Bir Uçtan Bir Uca Amerika”, hep bu gezi izlenimlerini yazdığım “Sarı Defterler”de kalmış. Yıllar sonra bu gezi notlarını okurken o yolculukları yeniden yaşar gibi oldum. DEMİRTAŞ’IN SARI DEFTERİ Okuduklarımla, yaşadıklarımla ilgili bu eski notları bir düzene sokup yayımlatmak da var. Ama ben yayımlanmış yazılarımı bile derlemeye üşenen, çalışkan bir tembelim. Kimi arkadaşlarımın emeklerini yayımlamasına yardımcı olmuşumdur da, kendime aldırmamışım. Kendinizi denetler gibi bir şeyler yazmak size yeter. Ataç’ın dediği gibi “Yazarın önemi yaşarken”dir. Ama Metin Demirtaş’ın şiirli yazılarını, günlüklerini derlediği kitabını görünce, üzgün bir sevinç içinde kaldım (SARI DEFTERİM, Şiirli Yazılar, Günlükler, e Yayınları, 2011). Yaşama düzenine, insana bakışındaki iyimserlik; onun yoksulluktan gelip de, yetinmesini bilen bir anlayışla yetişmesinin izlerini taşıyor. Arif Damar da “Yoksulduk, dünyayı sevdik” demiyor muydu? Yoksulluklardan geçen insan kendini yenilgilerde sınar. Yetinmenin erdemine varmışsa kendinde çoğalmasını bilir. Kendini yaşama koşullarında yeniden eğiten bir ozandır Metin Demirtaş. Şiirin de soğuk demircisi. Yeni Toplumcu Anlayış içinde şiirine özel bir duyarlık kazandırdı. Dil de değişir, şiir anlayışları da. Bütün iş, şiirin altın damarını bulmakta. “Hani bir şiir vardı” deriz de, bir meyhanede mi olur, bir dost evinde mi. o dizeler dökülüverir dilimizden. İşte Metin Demirtaş’ın “Şiirli Yazılar”ında böylesine anımsanıvermiş dizeler var. Sonra o şiirlerle bütünleşen insanlar... SAYFA 22 23 HAZİRAN eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN “Sarı Defterim” D Metin Demirtaş. Şiirindeki doğa yakınlığını anımsatıyor. Ayağı toprağa basmalıdır onun: “Şimdi kırlardaydım. Az önce Köletepesi denilen yerde, üstünde ekmekpeynir yediğimiz, su kabağından su içtiğimiz, ahlat çırptığımız kıraçtayım. Soframsı kayanın altındaki toprak ezozyona uğramış, çöktü çökecek.” “Toprağa uzandım. Koltuk değneklerimin üstüne onlarca uç uç böceleri kondu.” Şu dizeler de Metin Demirtaş’ın: “Gün indi Akdağ’ın ardına. Çoban yıldızı erkenden yaktı kandilini.” Metin Demirtaş “Bıyığını batırarak şarap içen yaşlı tahtacı” gibi herhangi bir insan da olabilir bu, Cahit Külebi, Can Yücel, Rıfat Ilgaz gibi nice ünlü ozan da... Öylesine söylenmiş bir sözün de izi kalır, yaşanmış bir duyarlığın da. Ama bir “Sarı Defter”de bunlar yer almışsa, zamanın acımasızlığı içinde silinir gider. Yaşama koşulları da eğitir insanı, okuduklarından damıtılmış duyarlıklar da... Metin Demirtaş’ın yaşama serüveni okuduklarıyla, tanıdıklarıyla bütünleşiyor. Bu bütünleşmede, yaşamanın anlamsızlığına hoşgörüyle bakmasını bilen bir ozan tanıyoruz. TÜRKÜ DUYARLIĞINDAN ŞİİR İÇTENLİĞİNE “Sarı Defterim”deki notlar dar zamanlardan geçtiğimizi anımsatıyor. Artık bize yabancı gelen suçlamalar yüzünden içeri düşen insanları yoklamaya gelen arasında, annesinin eteklerine tutunan çocuklar da vardır. O zaman Metin Demirtaş “Beni Çocuklar da Kanatır” diye başlar şiirine: “Beni çocuklar kanatır, Babaları götürülmüş evlerde. Asılı salkımlardır Analarının eteklerinde.” Geride kalan genç bir anne, güvencesiz çocuklar yaşamaya nasıl tutunacak? Ayrılık acısını, ölüm yarasını zaman iyileştirebilecek mi? Yoksa çeliğe çifte su verilmiş gibi, acılarla sınanan yürek bu kavgadan daha mı güçlü çıkacak? Metin Demirtaş’ın şiiri toplumun çektiği acılardan damıtılmıştır. Alaturka şarkıların üzgünlüğü, halk türkülerinin coşkusu vardır o şiirlerde. Halk türküleri Anadolu’yu dolaşırken bölge ağızlarından değişik biçimler alır. Metin Demirtaş bir Burdur türküsünün sözlerini anımsatıyor: “On ikidir şu Burdur’un değirmeni Değirmencisi Urum değil, Ermeni.” Kula yöresinde bu sözler bölge ağzına göre şöyle değişmiştir: “On ikidir şu Mansa’nın dermeni Dermencisi cavır değil Ermanı.” Bu türküde Anadolu insanının Ermeni’yi daha kendinden sayan bir yaklaşımı vardır. İsak Varon’un bestelediği şiirin dizesi aruz ölçüsüne göre şöyle düzeltilmeli: “Kalbimde açılmış dağılan bir kuru güldün.” 2011 Özleşme Türkçesine özenen bir ozan bile kimi eski sözcüklerin anı yükünden kendini kurtaramaz. Ayrıca yeni bir sözcüğe de değişik anlam yükleri kazandırmak kolay değildir. Metin Demirtaş da “Hasret” sözcüğünedeki duygu derinliğinin “Özlem” sözcüğünde olamayacağını anımsatıyor: “Özlem sözcüğü biraz kentlidir. ‘Hasret’ sözcüğü gibi bir duygu yoğunluğuna sahip değil gibi gelir bana. “Hasret’in çağrışımında dağların, kırların, turnaların tadı, havası, kokusu vardır.” Yeni bir sözcüğe anlam derinliği, anı yükü, çağrışım gücü kazandırmak kolay değildir. Ama eski bir sözcüğe sığınmak da işin kolayına kaçmaktır. Ahmed Arif’in “Hasretinden prangalar eskittim” dizesi bir söylence yükü kazanmasaydı, halk türkülerinde olanca içtenliğiyle yaşamasaydı, Metin Demirtaş, “Özlem sevimli bir sözcüktür” demekle yetinmez, onda başka incelikler de arardı. DUYARSIZ DOĞA “Yeni Toplumcular” savsöz şiirinden uzaklaşarak “Kırk Kuşağı Toplumcuları”na benzemek istememişlerdir. Ama onların acısını paylaşırlar. Enver Gökçe “51 Tevkifatı”yla 7 yıl içerde kaldı. Ayrıca 2 yıl sürgün edildi. Metin Demirtaş’ın “Enver Abi”sidir o! Artık düşkün zamanlarıdır Enver Gökçe’nin. “Sarı Defterim”deki anılarda onunla geçen bir deniz kıyısı akşamı da var. Ama Metin Demirtaş yalnız Enver Gökçe’yi değil, şiirine yakınlık duyduğu Cahit Sıtkı Tarancı’yı, Cahit Külebi’yi de anlatıyor. Doğadan uzak duramayan bir ozandır Metin Demirtaş’ın şiirindeki doğa “Akdeniz Duyarlığı”yla sürüyor: “İnsanın doğup büyüdüğü çevre, coğrafya, iklim, kişiliğini oluşturan, biçimlendiren etkenlerden biri. Andığı etkenler, kuşkusuz şairin şiirini de etkiliyor, biçimlendiriyor.” Doğasıyla, insanıyla Antalya ile bütünleşmesini bilen, yeniyetme bir ozana bile ilgi duyan, bir dost ozan Metin Demirtaş. Belki yeniyetme bir ozan kendi şiirinin aymazlığı içinde ona aldırmıyordur. Ama Metin Demirtaş sessiz bir gülümsemeyle dinlemesini de bilir. İNSAN ORMANI Bu “Sarı Defterim”deki şiirli anı notları, bir “insan ormanı” olarak da nitelendirilebilir. Bu insanlar arasında bir edebiyatçılar dayanışmasından söz açmak olası mıdır? Ozan dediğin kendi yalnızlığında örer kozasını. Gene de “içeri düşmek” olacaktır yazgısı. Bu insan ormanında önemli bir hukuk savaşımcısı var: Halit Çelenk. Metin Demirtaş onu “ ‘İnsan Olmanın Onurunu Ayakta Tutmaya’ Adanmış Bir Hayat” olarak nitelendiriyor. Metin Demirtaş “Che”nin ölümü üzerine yazdığı şiirde “Ulusal Kurtuluş Savaşı”mıza da göndermelerde bulunmuş, 1968 Martı’nda Ulucanlar Ankara Cezaevi’ne düşmüştür. 9. koğuşta Vahap Erdoğdu ile aynı ranzayı paylaşmaktadır. Görüşme zamanıdır. Halit Çelenk ile eşi Şekibe Hanım onu yoklamaya gelir. O kısacık görüşme sıkıntılı havayı değiştirmiş, “Voltada Bir Türkü” çağırmak kolaylaşmıştır: “Günün dolar, bir gün sen de Özgürlüğü bir gelin gibi takıp koluna, Çıkarsın. Başlar yeni bir maceran güneşte. Başlar işsizlik O en büyük hapishane.” Bunca acıya, bunca umutsuzluğa katlanmak kolay değil. İyi ki şiir var. Metin Demirtaş için de yaşamayı kolaylaştırıyor. Umudu diri tutmak gerekiyor. (Oğullarından birinin adı bile Umut). Acılar toplumundan kurtulmak için verilen bunca emek boşa mı gidecek? Ben bu durumu “Toplumcu Bir Ozanın Dargınlığı” olarak nitelendirmiştim. Oysa Metin Demirtaş “üzgünlük, kırgınlık” olarak tanımlıyor bu davranışı. Ama ‘dargın’ duruşta bir ince ‘sitem’ vardır. Böyle içtenlikli bir toplumcu ozanın ‘sitem’ etmeye hakkı yok mu? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Metin Demirtaş’ın şiiri toplumun çektiği acılardan damıtılmıştır. Alaturka şarkıların üzgünlüğü, halk türkülerinin coşkusu vardır o şiirlerde. Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1114