Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y uşkusuz, dünyanın en çok kitap okuyan toplumu olduğumuz söylenemez!.. Ama, kitapları yasaklamayı, kitap toplatmayı çok sevsek de, hiç değilse Kutsal Kitaba saygı duyarız, ant içeceğimiz zaman kitaba el basarız. Birine “Kitapsız!” demek en ağır sövgülerden biridir; kavgada denmez! Yine de, o el üstünde tuttuğumuz Kutsal Kitabı bile baştan sona okuyanımız pek azdır… Ne ki, dinsel kaygıların dışında, cinsel bir yaklaşımın da konusudur kitap. Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş, biraz fazla erkeksi bir deyiş olsa da, güzel bir kadın gördüğümüzde, “Kitap gibi kadın, çevir çevir oku!” deriz. Bu halk deyişi edebiyatımıza da girmiştir. Sözgelimi, halkın gündelik dilini romanlarına ustaca yansıtan Orhan Kemal’in karakterleri sıkça kullanırlar. Avare Yıllar’dan aktarırsak: “Zarar yok. Bira içer, gacoları seyredersin… Sonra sana benimkini tanıştırırım… Gör, bak ne avrat… Kitap gibi!” (Hulki Aktunç, Büyük Argo Sözlüğü, “Kitap gibi” maddesinden.) “Kitap gibi kadın, çevir çevir oku!” derken, “çevrilecek” olan her ne kadar kadın değil de kitabın sayfaları ise de, “müstehcen” oldukları ileri sürülen kimi kitapların toplatılma ve cezalandırılma gerekçelerinde sık sık “tahrik edici” oldukları savıyla karşılaşırız. Kadınlarla ilişkilerinde hiç de duyarlı olmayan pek çok erkeğimizin, cinsellik içeren ya da erotik bir kitabı okurken dipten doruğa duyarlılık kesileceği, o saat “tahrik olacağı” düşünülür… Ne de olsa, böylesi kitaplar, adamı günaha sokar, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürür… Neme lazım, pişmiş aşa soğuk su katmanın, yangına körükle gitmenin âlemi yoktur… Günlük yaşamda sabahtan akşama kadar zaten fazlasıyla “tahrik olan”, şeytana uyan, sapına kadar duyarlı erkeklerimizi daha fazla bizâr etmenin ne gereği var? Birkaç kişinin kendi kafalarınca “müstehcen” olduğuna karar verdiği bir kitabı yasaklarsın, olur biter!.. Bir de, nedendir bilinmez, bu tür kitaplardan “tahrik olanlar”, kadın okurlar değil erkek okurlardır… “Kadın” tahrik olmaz, tahrik eder… Tıpkı, kimi “Âdem ile Havva” söylencelerinde olduğu gibi, “kadın bir yılandır”, “erkeği kışkırtan da kadındır”… Burada, “yasak meyveyi” değil, “yasak kitabı” sunmaktadır erkeğe… Kitap, kimi zaman da, salt kuramsal düşünmenin, hayattan kopuk kalmanın bir simgesidir dilimizde. Kitaba bağlı kalan, dahası serbest düşünemeyen kimselere “kitabî” demez miyiz? Ama yine de, sayıları toplumumuzda gittikçe SAYFA 6 23 eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Kitap ‘başa bela’ bir nesne K artan iş bitiriciler, ne zaman bir engelle karşılaşsalar, işi “kitabına uydurmaktan” alamazlar kendilerini; yasal olmayan bir işi yasal imiş göstermekte kimse su dökemez ellerine… Her şeye karşın, kitap, aydın kişilerin hemen her zaman övdükleri, bazen göklere çıkardıkları, dahası kimilerinin kendilerince “kutsal” saydıkları bir nesnedir. Denilebilir ki, “kitapsever” olmak “aydın” olmanın ölçütlerinden biridir. Örneğin, Alman filozof Schopenhauer’e göre, “Kitaplar olmasaydı uygarlığın gelişmesi olanaksız olurdu… Kitaplar, şairin dediği gibi, ‘Zaman denizinin fenerleridir...’ Kitaplar basılı insanlıktır.” Kuzey Avrupa Rönesansı’nın büyük ustası, hümanist bilgin Erasmus, ta 16. yüzyılda, “Elime biraz para geçti mi kitap alırım” demiş; “geriye kalanla da yiyecek ve giyecek.” Deliliğe Övgü yazarının kitaba düzdüğü bu övgü, onun alçakgönüllü yaşam biçimini olduğu kadar, kitapla yatıp kitapla kalktığını, kitabın onun gözünde temel gereksinimlerin başında geldiğini ortaya koymuyor mu? İLK KİTABIN YAZILDIĞI GÜN... Ekim Devrimi’nin hemen sonrasının en parlak yazarlarından Zamyatin, işi daha da ileri götürür, insanın insanlığa geçişini kitapla başlatır: “İlk kitabın yazıldığı gün, insanoğlu maymun olmaktan çıktı, maymunun hakkından geldi…” Schopenhauer, “Kitaplar basılı insanlıktır” demiş ama, birbirine iple bağlı bambu ya da ağaç şeritlerden kitapların yapıldığı Eski Çin’de, İmparator Şi Huangdi’nin İÖ 213’te zararlı gördüğü bütün kitapları yaktırdığı, üstelik o günlerden çağımıza uzanan süreçte zararlı görülen kitapların yakılmaktan, yasaklanmaktan, toplatılmaktan kurtulamadığı düşünülecek olursa, kitapların “yakılı insanlık” olduğu da söylenebilir. Bu durumda, Zamyatin de, maymunlar da alınmasın ama, kitapların hâlâ yasaklandığı toplumlarda, insanoğlunun maymun olmaktan tam olarak çıkmadığı da söylense yeridir. Diyeceğim, kitap, ne kadar översek övelim, başa bela bir nesnedir. Yazarsanız, kitabınız toplatılmayagörsün, mahkeme kapılarında sürünebilir, ceza yiyip hapsi boylayabilir, yıllarca içeride yatabilirsiniz. Kitabın tarihi, yasaklanmış, toplatılmış, yakılmış kitaplarla, yazarları cezalandırılmış, içeri atılmış, sürgün edilmiş, işkenceden geçirilmiş, canına kıyılmış kitaplarla doludur. Çevirmenseniz, daha da kötü. Yazarın başı, hiç değilse, kendi yazdığı bir kitap yüzünden belaya girer. Oysa bir yazarın başına gelenlerin hemen hepsi bir çevirmenin de başına gelebilir; hem de tek satırını bile kendisinin yazmadığı bir kitap yüzünden… İstediğiniz kadar, “Elçiye zevâl olmaz!” deyin, para etmez… Hele Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız… Hele bir de kadınsanız… Hele “müstehcen öğeler içerdiği” gerekçesiyle soruşturmaya uğratılmış bir kitabın kadın çevirmeniyseniz… O zaman, yalnızca ifade vermek için emniyet mü dürlüğüne gitmek zorunda kalmaz, aynı zamanda çevirmiş olduğunuz kitapla ilgisi olmayan sövgülere, aşağılamalara da uğrarsınız. Çünkü karşınızda, bırakın yaşamı boyunca erotik kitaplar okuma keyif ve görgüsünden yoksun kalmış olmayı, belki hayatında kitap okumamış, toplumda ağır basan “müstehcenlik”le mâlul bir âdem oturmaktadır... Kaldı ki, ille de yazar ya da çevirmen olmanız da gerekmez; kitapsız yapamayan bir okur olmanız bile bizimki gibi ülkelerde başınızın nâra yanması için yeterlidir. Bir kere, gönlünüzün ya da aklınızın çektiği kitapları alabilmek için her ay sıkı bir bütçe ayırmanız gerekir. İşin akçalı yanı bir yana, soruşturmaya uğramış, toplatılmış ya da yasaklanmış bir kitabı okumaya ya da bulundurmaya kalkışmak da zaman zaman başınıza iş açabilir. KİTAPLARLA İÇLİ DIŞLI OLMAK Kitap başa bela bir nesnedir dedik ama, yalnızca yasaklar, baskılar açısından değil. Kitaplarla içli dışlı bir insanın ya çok büyük bir evi olmalıdır ya da salt kitaplara ayıracağı ikinci bir evi. Ama böyle bir olanak kaçımızda var ki? Çoğumuzun yaşadığı küçük evler, yıllar içinde giderek kitaplardan geçilmez duruma geliyor. Üstelik bir de sistemsiz biriyseniz, bir süre sonra aradığınız kitabı bulamaz oluyorsunuz. Orada, yakında bir yerde olduğunu biliyorsunuz, ama bulamıyorsunuz. Belki o sizi görüyor, ama siz onu göremiyorsunuz. Bunalımlara giriyor, geceleri karabasanlar görüyorsunuz. Sonunda, gidip o kitabı yeniden satın alıyorsunuz ve “savaş”tan üstün çıktığınızı sanıyorsunuz. Öyle sanın! Bir süre sonra, hiç aramazken, o bulamadığınız kitap bir yerden karşınıza çıkıyor ve gülümseyerek size bakıyor… Ya da uzun zamandır yaşamı paylaştığınız kişiden ayrıldınız. Onca yıl boyunca birlikte oluşturduğunuz kitaplığı nasıl bölüşeceksiniz? Kuşkusuz, en iyisi, uygarca bölüşmek; ama bu her zaman mümkün değil. O zaman, “Yardan geçerim, kitaplarımdan vazgeçmem!” mi diyeceksiniz? Zor iş. Diyorum ya, kitap başa bela! Kim bilir, belki de en iyisi, evdeki kitapları zaman zaman elden geçirmek ve bir bölümüyle vedalaşmak. Asla ayrılamayacaklarınızı elde tutmak, geri kalanını okullara, derneklere göndermek… Ama yine de, kitaplığınızda tutacağınız kitapların seçimini iyi yapın. Çocuklarınıza, torunlarınıza iyi kitaplar kalsın. Çünkü, görünen o ki, yakında basılı kitap diye bir şey kalmayacak. İnternet bambaşka olanaklar getirdi; “ekitap” şimdiden basılı kitabın yerini almaya başladı… 1980’lerin sonunda komünizm “gerçek bir tehlike” olmaktan çıktığında, Türkiye’deki komünizm karşıtı yasalar da kalkmış, ama düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen yasalar kalkmamıştı. Şu başa bela dediğimiz kitap da, giderek hangi kılığa bürünürse bürünsün, söz konusu yasaların, yasakçılığın öyle hemencecik kalkacağı yok. Çünkü, bazılarına göre, asıl “başa bela”, özgür düşünce… HAZİRAN 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1114