Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hıfzı Topuz’la ‘Hava Kurşun Gibi Ağır’ üzerine ‘Çok çekti ama yine de en çok yurdunu sevdi!’ Ë Gamze AKDEMİR “Cumhurreisi Atatürk’ün yüce katına, Türk ordusunu isyana teşvik ettiğim iddiası ile 15 yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk donanmasını isyana teşvik etmekle töhmet altındayım. Türk inkılâbına ve senin adına ant içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim. Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamleyi anlayabilecek bir kafam ve yurdunu seven bir yüreğim var. Senin eserine ve sana, aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Kemalizmden ve senden adalet istiyorum. Türk inkılâbına ve senin başına ant içerim ki suçsuzum.” Nâzım Hikmet (Atatürk’e yazdığı ve Atatürk’e ulaştırılmayan mektubu) Nâzım Hikmet’i ve dostlarını yakından tanımış Hıfzı Topuz, yeni kitabı Hava Kurşun Gibi Ağır: Nâzım Hikmet Romanı‘nda şairin bir yandan uğradığı haksızlıkları, çektiği acıları, yurt özlemini, halkına olan sevgisini, bir yandan da tutkularını, aşklarını, mutluluklarını anlatıyor. Kitabı okurken, 1940’ların karanlığına yeniden tanık olacak, yıllar boyu cezaevlerinde yatan büyük Türk şairinin sönmeyen umudunu, açlık grevindeki direnişini, özgürlüğe kavuşma sevincini, Moskova’daki coşkulu, bazen de fırtınalı günlerinin heyecanını, ölümü bekleyişinin hüznünü onunla paylaşacaksınız. Söyleşimizin sonuna doğru Nâzım Hikmet’e ilişkin yepyeni belgelerle ilgili heyecanlandıran bir gelişmeyi de müjdeledi usta yazar. Hıfzı Topuz’la Hava Kurşun Gibi Ağır: Nâzım Hikmet Romanı adlı kitabını konuştuk. SAYFA 16 23 HAZİRAN âzım’la tanışmanızı sorarak başlayalım söyleşimize? Paris’te tanıştık. İstanbul’da ise daha önce Vâlâ’ların (Nurettin) evine geldi gitti, onlarda kaldı ama o zaman tanışamadık. Nâzım hapisteyken Vâlâ’ların evinde toplanırdık sık sık. 1950’de, Nâzım’ın açlık grevi yaptığı sıralarda özellikle, Ruhi Su, Mehmet Ali Aybar, gazeteden başka arkadaşlar da gelirdi. Vâlâ ile Müzehher Bursa’ya Nâzım’ı ziyarete giderdi, yeni şiirlerini getirip okurlardu. Hem şiirlerine hem açlık grevi nedeniyle hayatının tehlikede olmasına ağlarlardı. Paris’teyken bir gün Abidin (Dino) bana haber verdi, “Nâzım gelecek, senden bahsettim, seni de tanımak istiyor. Yarın otelin lobisinde buluşalım dedi. St. Germain des Pres’de, Rue Jacop diye bir sokakta bir otelde kalıyordu. Gittim, hemen kucaklaştık, kaynaştık. Nâzım öyle sıcak insandı ki, gizlisi falan yoktu, duygularını, düşüncelerini açık açık paylaşırdı, saklamazdı. İnsana rahatlık verirdi. Sonra onu UNESCO’ya çağırdım, arkadaşlarıma da haber verdim, geldi, görmeliydiniz herkes imzasını istiyordu. Üç dört kez uzun uzun bir arada olma imkânımız oldu, Paris dışında toplantılara da gittik, sesini banda aldım. Sonra Kongo’ya gittim, Nâzım’ın ölüm haberini orada aldım. Bir Kanadalı gazeteci dostum vardı. Ölüm haberini aldığımda beraberdik, ağlamıştım. Ertesi gün Nâzım hakkında bir şiir yazmış getirmişti. Nâzım’la daha tanışmadan evvel bir kızla çıkıyordum, Nâzım’a şiir yazmış, bir gün tanışırsan bunu ver demişti. Ben de Nâzım’la tanışınca şiiri vermiştim, Nâzım’da muzipçe bana dönüp nasıl kız güzel miydi bari demişti anımsadıkça gülümserim. N Sonra Vera’yı tanıdım, Abidin başta, Sabahattin Eyüboğlu, Fikret Adil, Zekeriya Sertel, Vâlâ ile Müzehher, Pertev Naili Boratav, Orhan Kemal, Faik Bercavi gibi daha birçok ortak dostumuz vardı. Bu kitabı neden bunca yıl sonra yazdınız? 2010 başında Nâzım Hikmet Vakfı’ndan otuz kişilik bir grupla, Mehmet Aksoy’un yatığı Nâzım heykelini Havana’ya götürdük. Orada bana boyuna mikrofonu uzattılar, Nâzım’ın hayatta kalan son arkadaşlarından biri diyerek onu, Fidel’le buluşmalarını anlatmamı istediler. Paris’te, Nâzım’la yine bir buluşmamızda bana Havana izlenimlerini, Fidel’in nasıl kaçmadığını, Fidel’le konuşmalarını, Fidel’in kendisine “Ben seni yaşlı başlı bekliyordum sen çakı gibisin” demesini, “Ben öğrenciyken senin şiirlerini okurdum” demesini, aralarında ilk anda kurulan o yakınlığı anlatmıştı. Küba’dan döndüğümüzde herkes niye bunları yazmıyorsun diye soruyordu. Ben de karar verdim ve “yazacağım ama benim yaklaşımım farklı olacak” dedim. Onun için kitabımda Nâzım’ın edebiyatta, şiirde neler yaptığının üzerinde durmadım bunlar çok yazıldı. Parti içindeki kavgaları, TKP’den atılması da öyle. Mahkemeler, duruşmalar sayfa sayfa, kitap kitap yazıldı ki en güzelini de Kıymet’in kocası Atilla Coşkun yazdı. Sonra A. Kadir yazdı falan... Ben tanıdığım Nâzım’ı bütün duygularıyla, aşklarıyla, acılarıyla, hapishanedeki günleriyle, mutluluklarıyla, sevdiği kadınlarla yazdım. Bir de asıl önemlisi direnişini yazdım. Hıfzı Topuz, Gamze Akdemir’le söyleşide... “BİR ZAMANLAR ÇAYLAK SPARTAKİSTTİ” Devrim günlüğü gibi adeta kitabınız… Bilinenden çok bilinmeyen anlarıyla bir Nâzım evet… Çok genç Nâzım’la başlıyor… Öyle, on dokuz yaşında çıkıyor devrim yoluna Nâzım. Derken hapishanedeki acıları, çektikleri geliyor… Resimli Ay dönemini de vurguladım sonra da Paris dönemini… Moskova’da karşılaştığı güçlükler de benim için çok önemliydi. Orada yaşadıklarını tabii ki bili yordum, zaman zaman Paris’te Abidin (Dino) de bana anlatıyordu ama Türk okuyucusunun genel olarak bildiği kanısında değildim. Stalin’i eleştirdiği o İvan İvanoviç oyununun perde arkasında yaşananlar var kitapta, oyunu yasaklanınca intihara kalkışması. Galina kurtarmıştır kaldı ki Nâzım daha beş kez ölümden dönecektir. Sonra Kruşçev’in damadı Acubey ile tartışmasını yazdım, Acubey üstü kapalı ölümle tehdit etmiştir resmen. Daha Paris’teki olaylar, parti toplantısına gitmesi gibi bir yığın olay yazdım ki hakkında pek bilinen şeyler değildi. Komünist uşağı, Moskova uşağı diye bir Nâzım imajı vardı malum halbuki hiç değil Nâzım orada savaş vermiş, müthiş direnmiştir. Müthiş… O direniş duygusunun tohumlarının ilk nasıl atıldığını kronolojik bir izlekte takip ediyoruz. Mesela Marx’ın ismini ilk kez duyuşu var. İlk kez... O Spartakist ağabeyler... Yaa Spartakistler tabii... Vâlâ ile İnebolu’dalar önce, orada Nâzım’ı en etkileyen ilk Spartakist ağabey derin bir sosyalist olan Sadık Ahi oluyor. Nâzım’ı şoven milliyetçilikten sosyalistliğe o yöneltiyor. Çünkü o sıralarda Nâzım’ın gayet milliyetçi şiirleri var yani. Etkilendiği diğer iki Spartakist de Bolu’da Nafi Atıf Kansu ve Vehbi Sarıdal. Marx’ı, Engels’i anlatıyorlar. Hatta Nâzım ve Vâlâ daha o kadar bilmiyorlar ki ağabeyler ikide bir “Gelin bakalım cahiller” diyorlar espriyle… O zaman daha çaylak Spartakistler bunlar… Yine Bolu’da Ziya Hilmi, komünizmi, sosyalizmi, Troçki’yi, Lenin’i anlatıyor bol bol. Bolu’dayken babası Fransız İhtilali ile ilgili kitaplar gönderiyor onları okuyorlar, müthiş etkileniyorlar. Sonra diyorlar ki Rusya’da bir ihtilal var öyleyse ona mutlaka katılmalıyız. Kalkıp Bolu’dan gitmeye karar veriyor. Direniş o günden başlıyor yani. Hapisteyken mesela ne kadar acı çekerse çeksin bırakmıyor kendini Nâzım… Hani o da sıkı bir direniş, asıl direniş o… Tabii. Hapishaneler, açlık grevleri, kalbi de hapiste bir yandan. Nereden bakılırsa bakılsın sanıldığından çok daha fazla acı çekmiştir. Ama melankolizme kapılmıyor, hapiste para kazanmaya çalışıyor. Dokuma tezgâhı çalıştırıyor, aldığı paranın bir kısmını Piraye’ye gönderiyor, geri kalanını fakirlere, ihtiyacı olanlara dağıtıyor. Burada bal çok ucuz, bal göndereceğim sana diyor, bir kuruş kârı hesaplıyor. Hiç boş durmuyor. Sonra hapiste insan yetiştiriyor asıl, Orhan Kemal’i yetiştiriyor. Faik Bercavi’yi yetiştiriyor. Orhan (Kemal) bana dedi ki “Paris’te eğer Nâzım’ı görürsen beni o yetiştirdi, kendisine müteşekkirim, bunu ona söyle”. Nâzım’a söyledim, o da “Malzeme vardı ben yön verdim sadece” dedi. Hiç övünmedi öyle. Ama en beğendiği yazarlar Sabahattin ve Orhan’dı. Sabahattin’i de o yetiştirmiştir. Faik Bercavi’nin edebiyatta öyle çok önemli bir yeri olmuyor sadece o dönem hikâyeleri falan çıkıyor. Bercavi’yi Paris’te tanıdım. Öğrenciyken komünist diye oysa sadece şiir okumuş bir şeyden haberi yok, Bursa Cezaevi’ne gönderiliyor ve Nâzım’ın yanına denk düşüyor. Sonra Piraye’nin bir arkadaşıyla evleniyor. Bercavi’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında müthiş karanlık hikâyeleri var. Alman gemilerini falan batıranların arasında böyle gizli bir teşkilatın içinde yer alıyor sonra Romanya’ya gidiyor altı yedi kişiyle birlikte, sabotajlar düzen¥ liyor falan. Paris’teyken ona yazsana ¥ Nâ ön “HÜK İNAN GEL “Hü yor” ba Nâzım’ Şev çok isti kova’da Çok sev yor Sür Kaya’yl ğırttırıy leri var Kaya d zım kab Der üzerine bakınca rını anı Tab zım’ın o renci ge zım hay bir gen olamaz onu po ber ver diye. E böyle b yorlar b 17 O zım. Hi özellikl yedirem Kel lik bir h Don Erk yaşatıla ya ceza alır şey dururd muştuk dım da dü, Nâz Bu gaze nirdi. Nâz şam Ga Refi nin nişa macera zım’ı. B şam gaz alacak o olan M Refik’in alıyorla bir den alıyor v Kaç sunuz i Eve yoktu” tu. Ban aradım evine g leri kan duydum dum. A selesi iç Münev Akş esiyord Akş Nâzım’ zasıyla Dostlar de mes Akşam’ müdür sonra b vermem ya Kem 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1114 CUMH