19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitabı sonuna kadar heyecanla okumamızı sağlayan, kurgusu mu, konusu mu yoksa dili mi? Dilden dile çevrilirken, yazarın üslubunda değişiklik olmaması ve neredeyse aynen korunabilmesi olası mı? Çevirmenlere sorduk, bir dilden ötekine çevirdikleri kitaplar hakkında neler söyleyecekler diye... Konuğumuz, Fatih Erdoğan. Ë Röportaj: Aytül AKAL angi dilden çeviri yapıyorsunuz? İngilizceden. Yapacağınız çeviriyi nasıl seçiyorsunuz? Profesyonel bir çevirmen değilim. Kendi yayımladığım kitapları çeviriyorum ve tabii ki canım neyi isterse onu çevirme şansım var bu nedenle. Kaç kitap çevirisi yaptınız şimdiye kadar? Sitenizde 37 kitap kapağı saydım. Doğrudur. Kitap dışı, makale vb. çevirilerim de çok oldu. Başka yayıncılara da çeviri yapıyor musunuz? Yaptığım oldu ama şu anda yapmıyorum. Çevirdiğiniz kitaplar içinde çok satan oldu mu? Bir dönem Küçük Prens benim (İngilizceden) çevirimle yayımlandı. (Şimdi Sumru Ağıryürüyen’in orijinalinden yaptığı hoş çeviriyle yayımlanıyor.) Tabii, çok satan bir kitap... Hem çeviri yapan hem de kendi kitaplarını yazan, hem de kitap resimleyen bir çevirmen/yazar/illüstratör olarak, hangisi daha zevkli geliyor size? Tabii ki kendi kitabımı yazmak... Kendimi kaybettiğim, kendimden geçtiğim bir zaman dilimi. Buna en yakını çevirmek. Bir yerlerden elime geçirdiğim bir kitabı o kadar çok seviyorum ki onu çevirme zevkini kimseye vermek istemiyorum. Tom Trueheart dizisi öyle oldu. Üçüncüsü beni bekliyor şimdi. Aslında zamanım yok ama üslup değişmesin diye onu da benim çevirmemi istiyor editörümüz. Resimleme ise benim bir tür şımarıklığım. Heves, diyelim... En çok hangi türde çeviri yapmayı seviyorsunuz? Roman. Öykü ve şiir bence romana göre daha zor. Tabii şiirsel bir metni alıp aynı dil tadını †ürkçede nasıl verebilirim diye çabalamaktan da hoşlanıyorum. Örneğin Michal Snunit’in “Gönül Kuşu” ve “Beni Kucakla” adlı şiirsel kitaplarının çevirisine yönelik olarak “orijinalinden bile güzel” şeklindeki (tabii ki abartılı) övgü beni kendimden geçirmeye yetiyor. Daha çok hangi yaşa çeviri yapmayı seviyorsunuz? Belli bir nedeni var mı? Yalın ve doğrudan bir anlatım üslubum var, yazarken. Bu, çevirilerim için de geçerli. “Edebiyat paralama”yı sevmiyorum; en az sözle meramımı anlatmak hoşuma gidiyor. Ortalama 300 sayfalık bir romanı ne kadar sürede çevirebilirsiniz? Zor. Bilemem. Çok şeye bağlı. Romanın kendisine, benim romanı sevmeme, benim aşina olduğum yaşantılara ilişkin terminolojiye sahip olup olmamasına (yani, araştırma gerekip gerekmediğine), metnin gerektirdiği hassasiyetin düzeyine... “En sevdiğim” diye ayırdığınız bir çeviriniz var mı? Hepsini severek yaptım. Çevirilerinizin yanı sıra öyküler, romanlar yazıyorsunuz. Yeni kitaplar planlıyor musunuz? Ah bir zaman bulabilsem... Sihirli Araba adlı kitabım önümde, dizinin 12. kitabı. Birkaç öyküm var, “Prensi Olmayan Masal Kitabı”nın ikincisi olarak çıkacak. Birkaç şey daha var, beklemede... “Bir gün şu kitabı çevireyim” diye bir hayaliniz var mı? Dr. Seuss dizisini çevirmek isterdim. Benim üslubuma çok uygun kitaplar ancak çok fazla dile (İngilizceye) bağlı kitaplar. Tıpkı benim “Çocuktum ufacıktım...” dizisinin Türkçeye bağlı ol EDEBİYATIN SESSİZ KAHRAMANLARI Fatih ERDOĞAN 23 Nisan 1954 yılında İzmir’de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. 1980 yılında Mavibulut Yayınları’nı kurdu. 1992 yılından 2002 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nde ders verdi ve aynı bölümde yüksek lisans ve doktora yaptı. Çocuklara yönelik kitaplar yazdı, resimledi, çevirdi ve editörlüğünü yaptı. Yurtiçinde ve yurtdışında çocuk edebiyatı ve çocuk kitaplarına ilişkin konferanslar verdi. Bilgi Üniversitesi’nde “Çocuklar İçin Yazmak” adlı bir seminer, Yeditepe Üniversitesi’nde “Yaratıcı yazarlık” adlı bir ders verdi. Halen Maltepe Üniversitesi’nde “Çocuk Edebiyatı” dersi veriyor. ması gibi. Çevirmek zor. Yine de düşünmek bile hoş bir meydan okuma (challenge: aha, gelin de bu sözcüğü çevirin haydi!) duygusu veriyor. Çeviri yaparken, kitabın yazarı ile iletişim kuruyor musunuz? “Canavarlar Ülkesinin Kralı”nı (Where the Wild Things Are) çevirdiğimde Maurice Sendak’la tanıştım. “Aç Tırtıl”ı çevirdiğimde Eric Carle ile telefonda görüştüm. “Tom Trueheart”ı çevirdiğimde Ian Beck’i ve eşini birlikte Türkiye’de misafir ettik. Çeviride özellikle deyim, atasözü ve terimler zorluk çıkarır. Bir metne çevirdiğiniz dilde tam karşılığı olmayan bir anlatım ile karşılaştığınızda ne yapıyorsunuz? Örneğin, geçen gün çok sevdiğim çevirmen büyüğüm Eray Canberk söylüyordu: Ormandaki ağaçların arasındaki açıklık için ayrı bir sözcük var ve ben bilmiyordum bunu. Şu anda da unuttum ve gerektiğinde ben artık “ormandaki açıklık” deyip geçemem. Çünkü biliyorum ki böyle bir sözcük var; onu bulmalıyım. Bir de farklı kültürlerin birbiriyle uyuşmadığı anlar oluyor. Sven Nordqvist’in “Doğum günü pastası” kitabında örneğin. Şimdi çok kitabı yayımlanan o serinin ilk kitabını ilk kez Türkçeleştiren benim. Çeviriyi Danimarka’daki yayımcıya yolladım. Orada yaşayan bir Türk’e göstermişler, çeviri nasıl, diye. O kişi de kitabın adını “Gözleme Pastası” yapmış, düzeltiyor ya... “Pancake” karşılığı olarak onu bulmuş. Olmaz, dedim. Bizde “pancake” yok. Bildiğimiz gözleme değil, bol yumurta kullanılıyor. Ve öyküde de yumurta başrolü oynuyor. Dolayısıyla “Doğum günü pastası” daha uygun bir başlık. Danimarkalı Türk de anlaşılan yumurta kullanılabilsin diye “Pastası” sözcüğünü eklemiş “Gözleme”nin ardına... Ben olmaz deyince yayımcı ikircikli kaldı. Kime inanacak? Türkiye’den birine mi, oradaki arkadaşı olan Türk’e mi? Metin gidip gidip geliyor, ben düzeltip “Doğum Günü Pastası” yapıyorum, oradaki Türk arkadaşımız “Gözleme Pastası” yapıyor. Güçlükle ikna ettim. Başka örnekler de var tabii. Yeri gelmişken yazayım, şu sıralar çok rastlıyorum, “gine domuzu”(guinea pig) diye bir hayvan yok, onu “kobay” diye çevireceksiniz dostlar. Ha, bir de “yunus balığı” diye bir şey yok, yunus balık değil çünkü... Bir de çevirmenin metnin anlamını tümden bozabileceği durumlar var. “Uyuyamıyor musun küçük Ayı”da (Can’t You Sleep Little Bear?) bir büyük, bir de küçük ayı var. Eğer onu “anne ayı ve yavrusu” veya “baba ayı ve yavrusu” diye çevirmeye kalkarsanız, kitabın anlamını boşaltıveriyorsunuz. Sizce çeviri dilinde genel bir kirlilik ya da bozulma var mı? Varsa nasıl aşılır? Böyle bir genel gidişat var mı ki? Sanmam. Çok iyi çevirmenler var artık. Ama daha ucuz diyerek besbelli kötü çeviriyle kitap yayımlayanlar da var. Sizce iyi bir çeviri nasıl olmalı? Görünmemeli... Başkasının çevirdiği bir kitabı okurken, çevirisine takılmadan okuyabiliyor musunuz? Başka bir deyişle, okurken çevirmen kimliğinizden uzaklaşabiliyor musunuz? Mesleki deformasyon sorunum var tabii. Bu bizim gibiler için doğaldır. Bakıyorum cümle bir tuhaf... Bir sorun olmalı... Acaba İngilizcedeki hangi cümlenin karşılığı olarak bu çeviri yapılmış diye düşünmeye başlıyorsunuz ve bulmanız çok zor olmuyor. Bir de klişe ağızlar var, film çevirilerinden gelen. Örneğin, salonda dikiliyorlar “Neden yemek odasına geçmiyoruz?” diyor biri ötekine. Aslında “Haydi yemek odasına geçelim” demek istiyor. (“Why don’t we...” ile başlayan kalıbı gerçekten de soru cümlesi sanıyorlar.) Ya da kaba bir örnek vereyim, iyi anlatabilmek için derdimi, “viskimi kayaların üstünde alayım” diye okuduğunuzda ve olay gökdelende geçtiğinde “nasıl yani?” demeniz normal. Kastedilenin, buzlu viski (on the rocks) olduğu aklınıza gelmezse... Sizce Türkiye’de yeterli sayıda, yetişmiş, konusunda yetkin çevirmen var mı? Yeterli mi bilmiyorum ama var tabii. Çevirmenlerin çoğu bu işi severek yapıyor. Ama iyi çevirmeni bulmak editörün işi. Çeviriden iyi kazanılıyor mu? Neredeyse yazarın aldığı telif ücreti kadar para talep eden çevirmenler var (bu ne kadar doğru bilmiyorum) ama yine de çevirinin para kazanmak için en iyi işlerden olduğunu söyleyemem. H Desil ne okuyor? Ë Serli Salmaslı ERMEN D ç buçuk yaşındaki suya aşık kızım Desil’in “Resim Yapmayı Öğreniyorum” dizisinden ilk tercihi “Deniz” adlı kitap oldu. Birlikte sahildeki kumdan kaleyi, denizdeki tekneyi ve feneri sahildeki deniz kabukları ile denizyıldızını bir de yaramaz yengeci çizerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik bile. Böylece sabırsızlıkla beklediğimiz yaz dönemine olan özlemimizi bir nebze de olsa gidermiş olduk. Resim örneklerini çizerken önce kutucukları sayarak rakamları pekiştirdik, sonra da geometrik şekillerin farklarını daha iyi anlamış olduk. Altüst, büyükküçük, genişdar gibi kavramların önemi ortaya çıktı, böylelikle öğrenilenleri uygulama fırsatı çok keyiflendirdi. Büyük puntolu bol resimli ve de özellikle boyanacak kısımları olan kitaplar, kalemle yeni tanışan çocukların renkli dünyasında ayrı bir yere sahip. Özel kalemle yazılan ve silinebilir özellikteki “Sil Tekrar Çiz” serisi ise uzun zamandır arayıp da bulamadığımız bir hazineydi bizim için. 10 sayfa olması sizi şaşırtmasın. Yırtılmaz türden kalın karton sayfalar bunlar. Ayrıca kitabın kalemi de kitapla birlikte geliyor. Kitabın tek eksiği, kalemiyle birlikte silgi verilmemiş olması. Silgimiz olmayınca, etkinliğimiz boyunca elimiz kolumuz boyanıyor; buna hazırlıklı olun. Hem kız hem de erkek çocukların keyif alarak kendi resim becerilerini geliştirebilecekleri bir kitaptı. *DENİZ/Resim Yapmayı Öğreniyorum/ T.İş Bankası Yayınları/ Resimleyen: Simon Abbot/ 2011/ 10 sayfa/ 3+ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1114 23 HAZİRAN 2011 SAYFA 25 Ü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle