Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
tünlüe de ol ¥ kâyesini de ayrıca yazacağım… esiyle imiz yleydi. nle erdi. esela yukoman eviEğski mbüşü, daşlığıce deveği din ef biz o kçileri diyoendil ine biki, o yüksek tabın ragos klerin miyor amın maciyan arbeördüzlerini a eğer, biraz mmiyeS ve Gâolaykalan larak ın izini kte sün’ın e sizintüleri, “KİTABIM TEKLEŞTİRİCİ VE ÖTEKİLEŞTİRİCİ MANTIĞA REDDİYE” Ermenilerle çocukluğunuzdan bu yana iç içe olduğunuzu anlatıyorsunuz kitapta. Sınıf arkadaşlarınız, dostlarınız var. Çocukluğunuzu anımsayarak önce çocuk gözünden sonra da yetişkin gözünden yaşanan acıları nasıl değerlendirirsiniz? Ayrıca göstermelik, derinliksiz, samimiyetsiz, “paratanrıcı” ilgilerle perçinlenen politikalar nedeniyle çözümsüzlük geleceğe de nasıl uzandı/uzanıyor konusundaki yorumlarınız nelerdir? Çocukluk günleri ile ilgili paylaşımlar doğal olarak daha naif ve daha önyargılardan, politikalardan arınık bir hâl barındırıyor anılarımda. Mesela Gittiler İşte’de de anlattım; şimdiki Ermeni Patrik Vekili Aram Ateşyan ya da o günlerdeki adıyla Artin’le olan okul ve mahalle arkadaşlığımı. İşte sokak çocuklarının Artin’e yönelik şiddetine çocuk dışavurumu ve arkadaşlığı, dostluğu nedeniyle sahiplenişim ve benim de dayak yiyişim. Sonra, yıllar sonra iki yetişkin olarak yine Diyarbakır’da 2000’li yıllarda buluşmamızın ve bugüne kadar sürekli görüşmemizin hüznü… Bugün muktedirlerin bir yanı ile “Türklük tekçiliği”, öte yanıyla “İslamcılık tekçiliği” ve bu ikisini birbiriyle ideolojik olarak perçinleyerek “Türkİslam sentezi”ne dönüştürmeleri, bu da yetmezmiş gibi “paratanrıcı” bir üslupla harmanlayarak yeni bir “ötekileştirici” varoluşla bu ülkenin “çokçu” yapısını reddetmeleri! Gerçekten üzerinde hassasiyetle durulması ve irdelenmesi gereken bir nokta! Aslında ben “Gittiler İşte” üzerinden biraz da bu tekleştirici ve ötekileştirici mantığa “reddiye” olsun diye onca metni yazdım ve paylaştım diyebilirim. “HER GİDİŞ YİTİŞTİR” Geride bıraktıkları mirasın çürütülmesi imleniyor kitapta. Kiliseler dökülüyor, tarih siliniyor, izler siliniyor diyorsunuz özetle... Yazdığınız gibi “Her gidiş... Yitiştir...” bağlamında da, bu durum bölgede, sayısı tespih tanesi kadar kalmış kardeşlerde, komşularda nasıl ortak duygu hallerini, yaklaşımları, nasıl bir hüznü topluyor bir potada? Tabii ki gidişin hüznü korkunç travmatik bir hal olsa da bu durum sadece gidenlerde melankolik bir hal yaratmıyor. Kalanlar ve kendini bilip de kalanlar nezdinde de dehşet bir ruhsal kopuş olarak belleklerde iz bırakıyor. Düşünün Diyarbakır’da 19 Mayıs 2011 günü TÜYAP Kitap fuarında “Gidenlerin Ardından” başlığı ile bir söyleşi yapıyoruz. Soruyorum salona “Bu salonda yaşlı aile fertlerinden birinin Ermeni olduğunu bilen kaç kişi var” diye. 400 kişilik salonun en az yarısı el kaldırıyor. İşte bu yeniden varoluşun tezahürüdür. Keşke bu yüzleşmeyi, halk nezdinde bu yüzleşme halini resmi sistem olarak da yapabilsek. Yapma cesaretini gösterebilsek. İşte o zaman dünya yüzüne çıkma halimiz olabilecek… “YÜREKLİ ADAMDI HRANT” Hrant’ı (Dink), arkadaş Hrant, hemşeri Hrant da var satırlarınızda... Hrant’ı anlatın bize bu soruda... “Hrant bizdir, biz de Hrant”ı anlatın... Hrant uzun yıllar sonra 2003’te Diyarbakır’a gelmişti, bir panel nedeniyle. Panel sonrası bir akşam alacasında Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin o yıllarda virane, harap hali içinde şehrin son Er meni’si Anto Dayı (Antarnik Zor) ile gözleri dolarak fısır fısır Ermenice konuşmuşlardı. Çok duygulu bir görüntüydü. O görüntüyü hayatım boyunca unutmam. Sonraları da defalarca Hrant Diyarbakır’a geldi. Sıkça görüştük. Diyarbakırlı değildi Hrant, Malatyalıydı. Ama Anadolu Ermenisiydi. Yürekli bir adamdı. Onun katledilmesi bir milattı. Onun öldürülmesi ile çok şey bu ülkede değişti eminim. Bu nedenle Hrant’ın Diyarbakır Ermenilerini, Süryanilerini, Keldanilerini anlatan Gittiler İşte gibi bir kitapta yer alması çok doğal karşılanmalı. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Gittiler İşte/ Şeyhmus Diken/ Aras Yayıncılık/ 232 s. KİTAPTAN... (...) Çok eski zamanlardan bu yana canlarıyla ve kiliseleriyle de anılan eski şehirlerden birinde sormuşlar şehir sakinlerine: “Çan, dört kezden fazla çalarsa sizce ölen kimdir?” Krallık ya da padişahlıkla yönetiliyormuş ülke. Hukuku kadılar icra etmekle muktedirmiş, padişah adına. Sıradan bir vatandaş öldüğünde büyük kilisenin dev çanı bir kez çalınır ve uzun uzun yankılanırmış şehrin meydanında. Eşraftan biriyse eğer ölen, çan iki kez çalarmış. Büyük bir devlet adamıysa ölen, üç kez çalınırmış çan. Her zaman kral ölmez tabii, kral öldüğündeyse büyük yası haber vermek için, çan dört kez çalarmış. Gel zaman git zaman şehirde sıradan bir olay cereyan eder. Taraflar kadıya başvurur. Davanın sanığı olarak gösterilen şahsın ise masumiyetini bütün şehir halkı bilmedeymiş. Dava herkesçe malum ve beraatla sonuçlanması beklenen bir davaymış. Beklenen olmamış! Sanık ağır bir para cezasına mahkum olmuş. Kadı sormuş: “Bir diyeceğin var mı?” Sanık yanıtlamış: “Hayır!” Bir süre sonra büyük kilisenin çanı çınlamaya başlamış. Bir, iki, üç, dört ve beş kez! Törede görülmemiş bir iş! İlk dördü anlaşılır da, beş kez çalan çan neye delalet etmektedir? Kiliseye koşarlar şehir sakinleri ve bakarlar ki kadı tarafından haksız yere cezalandırılan sanık çalıyor çanı. Sorarlar: “Ölen kim, neden beş kez?” Yanıt ironiktir: “Ölen adalettir.” “Adaletsizliği önleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir, ama adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz zaman asla olmamalıdır!” Siz, siz olun; halklara ve insanlığa karşı işlenmiş suçlara tavır alın. Ve adalet isteyin. Şehri ve içinde yaşamış/yaşayan insanları, o şehri gözünden bile sakınarak yazan, anlatan birinden dinleyin. Böyle birinden dinler, ve okursanız eğer şehri, çıplak “hakikat”i dinlemiş ya da okumuş gibi olursunuz. Ben bu Etapta okuduğunuz metinleri sadece bir gazete ilanına kalmış imza olmakla yetinmeyip soyu kıtale uğramış olanlardan özür dilemek adına yazdım ve paylaşıyorum. Metinler kitabı sizindir, helalühoş olsun. “Bebevinde mış, i yıl arın konuşleketi ak bulştim. O gün bir şeli ve r’a gelrlikte 1 tarihır İkinğinde Stanaat kionra e) ilçettik. dört in toptirilmemesi) 50 yıl heyelarda, u bahba Hele e. O da i” diye. êhi ¥ 1114 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1114 23 HAZİRAN 2011 SAYFA 11