Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yiğit Okur’dan yeni bir roman ‘Alay etmek bir tür başkaldırı’ Yiğit Okur’un son romanı Yazamadığım Romanın Öyküsü’nün arka kapağına yayınevi şöyle bir not düşmüş: “Yiğit Okur, son yılların ileri gelen yazarlarından biri.” On yıl gibi bir sürede on bir kitabı çıktı, iki de ödül aldı. 2003 Haldun Taner Öykü Ödülü, 2006 Yunus Nadi Roman Ödülü. Yeni romanında da bir gazete haberinden yola çıkarak hukuk mesleğine dair müthiş hicivlerle dolu bir hikâye kotarıyor. Okur’la yeni romanını konuştuk. birden fazla roman yazdığım oldu. İlk romanım Hulki Bey ve Arkadaşları’nı yazarken, bir yandan da Güvercinler romanını yazıyordum. Yani iki roman birden. Birinden yorulunca öbürüne geçiyordum. İkisi de aşağı yukarı aynı zamanda bitti. Ama Güvercinler’i, Hulki Bey ve Arkadaşları’ndan bir yıl sonra yayımladım. Hep böyle yapıyorsanız sizde yayına hazır çok malzeme olmalı. Çok sayılmaz. Yayına hazır iki tane öykü kitabıyla bir de anılarım var. Bunu 1996’da bitirmiştim. Şimdi yeniden gözden geçirmem lazım. Yazamadığım Romanın Öyküsü ne kadar gerçek? Kimin sözü bilmiyorum. Biri dedi ki, “Hayal gücümüz asla masum değildir.” Bana öyle geliyor ki roman da öykü de gerçeğin masumiyetinden ne kadar uzak olursa, ortaya o kadar okumaya değer iyi bir öykü veya roman çıkıyor. Gerçeği olduğu gibi yansıtan bir ürün belgeseldir. Belgesel de roman değil. Bir de fiksiyon türü var. O da gerçeği yansıtmaz. Ama inandırıcı değil. Roman, öykü gerçek olamaz, ama inandırıcı olmak zorunda. Gerçekçiliğin önemli yazarlarından Flaubert’in ünlü sözü: “Bana gerçekçi diyorlar. Oysa gerçekten nefret ederim. Onun için roman yazmaya başladım.” Yazamadığım Romanın Öyküsü’ndeki olayların hepsi mi düşsel? Ben bu sorunun yanıtını bir kez verdim. O yanıt şöyleydi: “Yaşadıklarımın üstünden o kadar çok zaman geçti ki, yazdıklarımın ne kadarı gerçek, ne kadarı düşsel, bilemez oldum. Gerçeklerden düşler yarattım. Düşlerimi gerçek sanmaya başladım.” Evet, anımsıyorum. “Tutuklanacaklar Listesi” isimli öykü kitabınızın başına bunu önsöz niteliğinde yazmıştınız. Bu yanıtım Yazamadığım Romanın Öyküsü için de Ë Erdem ÖZTOP er yıl bir romanınız ya da bir öykü kitabınız çıkıyor. Yazmaya çok geç başladığınız için rötarı mı kapatmak istiyorsunuz? Erken yaşta başlamamış olmanıza pişmanlık duyduğunuz oldu mu? Bunu hiç düşünmedim. Ama erken başlasaydım, ilk yazdıklarımdan şimdi belki pişmanlık duyardım. Çıkan kitaplarınızın tarihlerine bakıyorum. Her yıla bir kitap düşüyor. Ama bundan her yıl bir kitap yazıyorum anlamı çıkarmayın. Her yıl bir kitabım yayımlanıyor. Bir yılda H geçerli. Ama kesinkes gerçek olanı arıyorsanız, o tarihte Cenevre’de çıkan Journal de Genéve isimli gazetenin ilk sayfasındaki haber, satırı satırına gerçek, Bâle Kantonu’nun hayvanat bahçesinde geçen olay da. Bu iki gerçek, bir roman yazmak için bence yeterli oluyor. Örneğin Güvercinler isimli romanımda bir tek gerçek vardı. Posta güvercini yetiştirmeye meraklı Saffet Bey’i, 67 Eylül Olayları sonrası Moskova’ya haber uçuruyor diye gözaltına almaları ama sadece bu gerçekti. Bu kadarı bir roman yazmaya yetiyor. Gerisi masum olmayan hayal gücünüze mi bağlı? Ama hayal gücümüz gerçekten asla masum değil. Bilinçaltımız oradan yüzeye çıkar. Romanlarınızda, öykülerinizde kahramanlarınızla alay eder bir haliniz var. Doğru. Ama dikkat ettiyseniz, önce kendimle alay ediyorum. Sıra onlara gelince insafsızlaştığım olmuyor değil. Yazamadığım Romanın Öyküsü’nde avukatlarla, yargıyla, hekimlerle alay etmişsiniz. Galiba alaya almadığım meslek pek kalmadı. Yaşamın kendimizi kaptırdığımız hızı bize göz kırpacak kadar zaman bırakmıyor. Ama bir ancık olsun bu merkezkaç hızından kurtulup yaşamı gözlemleyince, üzüntülerimizin, sevinçlerimizin, çabalarımızın ne kadar gülünç, boş, hapsedici olduğunu görüyoruz. Alay etmek, tutsaklıktan biraz olsun kurtulmak, prangaları bir an olsun gevşetmeye yarıyor. Yani bir tür özgürlük mü? Hayır. Alay etmek özgürlük değil. Bir tür başkaldırı. Peki, yazmak özgürlük değil mi? Özgürlük konusunda bir şey söyleyebilmek için önce “özgürlüğün” tanımını yapmalı. Görece bir kavram. Her kişiye, her duruma, her olaya göre değişir. “Bir ağaç gibi hür, bir orman gibi kardeşçesine” dedi. Hasretiydi. Ama ağaç özgür mü? Kımıldayamaz. Kardeşliğe gelince, milyonlarca yıldan bu yana kardeş kardeşi hançerlemedi mi? Hâlâ devam etmiyor mu? Yazamadığım Romanın Öyküsü/ Yiğit Okur/ Can Yayınları/ 120 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1114 23 HAZİRAN 2011 SAYFA 19