Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O eorge Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü klasikleşmiş bir eser. Karşıütopya türünde yazılmış belki de en önemli eser. Otoriter, baskıcı bir yönetim altında insanların hayatının nasıl bir kâbus olacağını anlatıyor. kuduğum Kitaplar MET N CELÂL Bin Dokuz Yüz Seksen Dört G “Orwell’ın bu kitabı yalnızce geleceğe ilişkin değil, günümüze ilişkin de bir uyarıdır.” George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü 1948’de yazmış. İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, Dünya’nın iki kampa bölündüğü Soğuk Savaş günlerinde. Roman, ilerici çevrelerde sosyalizme saldırı olarak algılanmış, Hayvan Çiftliği ile “dönek”, “ajan”, “karşı devrimci” gibi sıfatlarla nitelenen Orwell’in yeni bir girişimi olarak lanetlenmiş. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, ilk kez 1958’de Türkçeye çevrilmiş. O günden bugüne dek çeşitli çevirileri yayımlanmış, her zaman ilgi görmüş bir roman. İlk kez 1984’te Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü yayımlayan Can Yayınları 30. baskıda çeviriyi yenilemiş (Şubat 2011, çev. Celâl Üster, Can Yay.). Celâl Üster, yeniden çeviri işine girişmesini, “Pek çok çeviri zamana dayanamıyor, geçerliliğini yitiriyor” diye izah ediyor. Dilin eskimesi yanında çeviri duyarlılığının eskimesinin de önemli olduğunu belirtiyor. Belki de daha önemlisi “zamanla, o kitaba ya da yazara ilişkin kavrayışımızın değişmesi, derinleşmesi” diyor. Soğuk Savaş’ın sürdüğü 50’li, 60’lı yıllarda okunduğunda Stalin’in baskıcı yönetimini hatırlatacak pek çok şey bulmak mümkün Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te. Ama roman aynı oranda Hitler yönetimini de çağrıştırmakta. 70’li 80’li yıllarda ABD, SSCB ve Çin’den oluşan üç bloklu dünyasının romanda anlatılan despotik yönetimlere dönüşmesinden endişelenebilinirdi. Her yerin kameralarla izlendiği, tüm konuşmaların ve yazışmaların kaydedilebildiği bugün okuduğumuzda ise romanı 60 yıl öncesinden gelen bir öngörü olarak algılamak ve günümüz baskıcı rejimlerinin niteliklerini anlamak ve geleceğe ilişkin endişe duymak mümkün. Yani Bin Dokuz Yüz Seksen Dört klasikleşen bir roman olarak her dönemde okunup, o günün şartlarına göre algılanabilecek, yorumlanacak bir eser. Bu anlamda da Üster’in kitaba ilişkin kavrayışımızın değiştiği, derinleştiği tespiti doğrulanıyor. Dünya üç büyük ülkeye ayrıldığı gibi, bunlardan biri olan Okyanusya da üç sınıfa ayrılmıştır; iç parti (üst düzey yöneticiler), dış parti ve proletarya. Büyük Birader’in yönetimindeki Okyanusya yurttaşları yaşamın her alanında, evde, işte, sokakta izlenerek, kaydedilmekte, en ufak bir kuşkuda tutuklanıp işkencelerle sorgulandıktan sonra yok edilmekte ve ülkenin tüm kayıtlarından silinip hiç yaşamamış hale getirilmektedir. Romanın kahramanı Winston Smith Gerçek Bakanlığı’nda geçmişten silme işinde görevlidir. Gözden düşen yöneticilerin, partililerin adlarını gazetelerden, dergilerden çıkartıp yeni gözdeleri onun yerlerine yazmakta yani tarihin Büyük Birader’in istediği biçimde ye2011 niden yazımını yapmaktadır. Hayatının akışını kendisiyle benzer bir görevde çalışan Julia’yla giriştiği aşk ilişkisi değiştirecektir. Yönetim, aşkı düşman olarak görmekte, cinsel ilişkiyi lanetlemektedir. Sevgilisi ile Büyük Birader’in kameralarına yakalanmadan, özgürce buluşup sevişme arzusu onu muhalifleştirip yok edecek bir tuzağa düşmesine neden olacaktır. Winston’la Julia’nın tanışmaları, görüşmeye başlamaları ve buluşmaları bize yönetimin içeriden bir görünümünü de verir. Sürekli dış düşmanlarla savaş ve hayali de olsa yaratılan iç düşmanlar sayesinde yönetim yurttaşlarını kendine bağlamakla kalmaz, bir yandan sürekli birbirlerini izleyip annebabalarını bile ajan ya da rejim muhalifi diye ihbar edecek bir ruh haline gelmelerini diğer yandan gün geçtikçe yoksullaşmalarını kolayca kabullenmelerini sağlar. En temel ihtiyaç maddeleri bile yoktur ama yönetim sürekli ülkenin geliştiğini, insanların daha iyi şartlarda yaşadığını, savaşta başarılar kazanıldığını duyurur. Bir yandan da sözcük sayısının minimuma indirildiği ve şifrelendiği yeni bir dille insanların daha az düşündükleri belki de hiç sorgulamadıkları bir dünya yaratmaya çalışır. O dünyada kitap da yoktur, düşünceleri yazıya dökecek kâğıt da. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, karşıütopyanın başyapıtlarından olmasının yanında iyi bir edebiyat eseri de... Edebi açıdan birçok farklı okumaya uygun ve göndermelerle yüklü. Winston’la Julia’nın aşklarını ve nihayetinde muhalif diye yakalanıp tutuklanmalarını Adem’le Havva’nın cennetten kovulmalarına benzeten eleştirmenler olduğu gibi Üster’in yaptığı gibi Winston’ın tutuklanıp sorgulanması ile Kafka’nın Dava’sındaki Joseph K’nın durumunu da karşılaştıranlar var. Celâl Üster’in eseri kapsamlı olarak çözümlediği önsözünde belirttiği gibi “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, okuyucuyu, geçmişin, belleğin, düşünmenin, dilin, başkaldırının, aşk ve erotizmin yok edildiği bir toplumda yaşanan insanlık karabasanıyla yüz yüze getirdiği içindir ki, yazıldığı ve yayımlandığı dönemin güncelliklerinin çok ötesinde bir yapıttır. (...) Orwell’ın bu kitabı yalnızce geleceğe ilişkin değil, günümüze ilişkin de bir uyarıdır.” KİTAPLA DİRENİŞ Yapı Kredi Yayınları, doğumunun 70. yılında Tomris Uyar’ı hasretle anan okurlarına güzel bir sürpriz yaptı. Bizi Tomris Uyar’ı unuttuğumuz ya da hiç bilmediğimiz bir yönüyle tekrar tanımaya çağırdı. İyi araştırmaları ile tanıdığımız Handan İnci, Kitapla Direniş’te (Mart 2011, Yapı Kredi Yay.) Tomris Uyar’ın dergilerde, gazetelerde kalmış yazılarını, söyleşilerini ve soruşturmalara verdiği cevapları bir araya getirmiş. Tomris Uyar, çağdaş öykücülüğümüzün en önemli adlarından, ustalarından. Öykü lerinin yanında günlükleri ve çevirileri ile biliyoruz kendisini ama iyi ve verimli bir deneme yazarı ve eleştirmen olduğudan hemen hiç söz edilmez. Kendisi de hemen hiç bu yönüne değinmemiş. Sağlığında düzyazılarını biraraya getirmemiş, kitaplaştırmamış. Tomris Uyar ilk çevirisini 1962’de Varlık’ta (Tagore’dan “Şekerden Bebek”), ilk öyküsü Kristin’i 1965 Mart’ında Türk Dili’nde, ilk eleştirisini Haziran 1966’da Papirüs’ün ilk sayısında yayımlatmış. Yani eleştirmenliği çeviriyle ve öyküyle aynı zamanlarda başlıyor. 1966’da Oktay Rifat’ın Elleri Var Özgürlüğün kitabı hakkında kısa ama önemli tespitler içeren yazısı ile başlayıp ölümüne dek öykücülüğünün, çevirmenliğinin yanında eleştiri ve deneme yazılarını sürdürmüş. Tomris Uyar’ın özellikle Edip Cansever, Salâh Birsel, Gülten Akın, İlhan Berk gibi çağdaşı şairlerin eserleri üzerine yazdığı eleştiriler dikkatle okunacak önemde. Uyar, daima eserden, kitaptan yola çıkarak değerlendirmelerini yazmış. Kısa yazılarda çok önemli tespitler, dikkate değer çözümlemeler yapmış. Çağdaş şiir üzerine yazanların, düşünenlerin Uyar’ın yargılarını dikkatle okumalarında fayda var. Bu şairlere bakışları değişecektir. Uyar, şiirin yanında öykü üzerine yaptığı çalışmalarla dikkati çekiyor. Öykücülüğünü emin adımlarla geliştirmesinde bu çalışmaların önemli payının olduğu anlaşılıyor. Hikâyede olay, yoğunluk ve kişinin değişmesi üzerine yazıp art arda yayımladığı yazıları onun isteseydi çok iyi bir öykü eleştirmeni olabileceğini gösterdiği gibi öykücülüğünün temelinde ne denli sağlam bir altyapı ve yoğun bir okuma süreci olduğunun da kanıtı. Tomris Uyar, başta İngilizce olmak üzere çağdaş Dünya edebiyatını sıkı bir şekilde takip edip önemsediği sevdiği eserleri Türkçeye kazandırırken bir yandan da onları tanıtmış, eleştirmiş. Türk edebiyatını da ihmal etmemiş. Dünya edebiyatı üzerine yazdığı yazılarda da birçok önemli bilgi ve farklı bakış açıları, yargılar var. Eleştirilerinin yanında çok sayıda kitap tanıtma yazısı da var Uyar’ın. Jürisinde bulunduğu ödüllere katılan eserler hakkında yazdığı yazılarda yer alan kısa ve çarpıcı eleştiriler onun yaptığı işleri ne denli ciddiye aldığının, sorumlulukla davrandığının bir göstergesi. Kitapla Direniş’in önemli bir bölümünü Uyar’la yapılmış söyleşiler oluşturuyor ki bunların çoğu eleştirilerindeki kadar önemli yargıları, çözümlemeleri içeriyor. Tabii, yazarı eninie boyuna tanımak açısından da önemli bir kaynak oluşturuyor bu söyleşiler. Handan İnci’yi ve Yapı Kredi Yayınları’nı bize Tomris Uyar’ın bilmediğimiz ya da unuttuğumuz bir yanını hatırlatıp edebiyat eleştirisine önemli bir katkı yaptıkları için kutluyorum. Handan İnci, önsözde bu kitabın Tomris Uyar’ın biyografisini yazmak amacıyla yaptığı çalışmalar sırasında ortaya çıktığını yazıyor. Tomris Uyar’ın “öyküleri kadar etkileyici olan hayatını ve içdünyasını ortaya çıkaracak” bu biyografiyi heyecanla bekliyorum. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1106 SAYFA 12 28 NİSAN CUMH