04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA limin Doğuşunda Bizans’ın Etkisi Var mıdır?” isimli çalışması, popüler söylemde yer alan tanımlamaları derinden sarsan, sistematik bilgiyi ön plana çıkartan bir yapı içeriyor. Batı kaynakları dikkatli bir şekilde taranıp, sınıflandırıldıktan sonra bilimsel bilgi sistematize edilmiş. Kitap, ele alınan konunun ilginç olması yanında, okurunu bilimsel bilginin akademik söylem içerisine yerleştirilmesini göstermesi bakımından da anlam ve değer taşıyor. Yaşadığı dönemde yurtdışında da yayımlanmayı arzulamış olan Tanpınar, bugün Fransa’da yapılan karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarına girmiş bulunuyor. Üstelik “Milli Edebiyat” görüşünü getirdiği yerle, Türk insanının sesini evrendeki seslere kattığı yerle. Çokseslilik özelliğiyle romanları, düzyazıları, Barok Edebiyat Estetiği bağlamında ele alındı, tartışıldı. Tartışmaya katılanlardan Dr. Berkiz Berksoy değerlendiriyor Tanpınar’ı. Server Tanilli, öğretmek ve aydınlatmak sevdalısı bir bilim adamı kimliğini tekerlekli sandalyede başlayan yeni ömründe, Türkiye’nin aydınlığına yeni yeni çiçekler açtırarak sürdürdü. Adı uygarlıkla, aydınlıkla, demokrasiyle birlikte anılmaya başladı. Adını taşıyan yazılar, sesini içeren konuşmalar, bilimin ışığıyla yaptığı çalışmalar bir bir kitaplaştıkça onun adıyla birlikte uygarlık, aydınlık, demokrasi savaşımımız da zenginleşti. Son zamanlarda kitaplarına getirilen yasakları iyi ki görmedi diyesi geliyor insanın. Sevgili hocamızı saygıyla anacağız her zaman. “Roman sanatı, Pamuk’un söyleyişiyle, “kendimizden bir başkası gibi ve başkalarından kendimiz gibi söz açabilme hüneridir.” Roman yazmanın ve okumanın, “özgürleşmek, başka hayatları taklit etmek ve kendini bir başkası olarak düşünmekle ilgili bir yanı vardır.” Pamuk, romancılığı, kendisini “kendi görüş açısının dışına çıkmaya, başkası olmaya zorladığı için” sevmektedir” diyor Prof. Dr. Onur Bilge Kula. Bu yazının arkasından da aynı bağlamda Umberto Eco yazısı gelecek Onur Bilge Kula’dan. Bol kitaplı günler... Sevim Tekeli’nin “Modern Bi P T araf’ın 29 Mayıs 2011 tarihli nüshasında, Sibel Oral’ın Can Yayınlarınca yayımlanan romanı Savaşları, Kralları, Filleri Anlat Onlara’ya eşlik etmek üzere İstanbul’a geldiği anlaşılan Mathias Enard’la yaptığı söyleşi yer almış. ervasız Pertavsız ENİS BATUR Eleştiri ve duygusallık Çıktığı hafta okuduğum romanla ilgili iki içbükey okuma metnim Cumhuriyet Kitap’taki köşemde yayımlanmıştı söyleşiyi okurken yüzüm kızardı bir an: Enard’ın romanından övgüyle söz ettiğim söylenemezdi, o tam tersini yapmış: “Entelektüel dehasıyla beni büyüleyen Enis Batur’u çok beğeniyorum”. Duyduğum sıkıntı beni düşündürdü. Eleştirinin, övgünün ve yerginin duygusal boyutları üzerinde. Olabildiğince nesnel bir alan olarak görmek istediğimiz, doğrusunun bu olduğuna inandığımız eleştirel etkinliğin bünyesine duyguların karışma oranını, paylarını kestirmek güç. Özellikle tanışıklığın belirleyicilik ölçüleri, yerlilik/yabancılık kutuplarında bulanık sonuçlar barındırıyor gibi geliyor bana. Kimse, eleştiride “çevre” konusu önem taşımaz diyemez sanırım ‘taşımamalı’ demek kolay, bundan soyutlanmak gücün gücü. ‘Yabancı’ yazarı eleştirmek, bu bağlamda, ‘yerli’yi eleştirmeye benzemiyor sözgelimi. ‘Ölmüş’ yazarı eleştirmek, ‘yaşayan’ (karşılaşabileceğiniz) yazarı eleştirmekle aynı mesafe duygusunu taşımıyor. Dostu övmek, düşman belleneni yermek zor değil de, tersi dert kaynağı. Bazı durumlarda, susmanızdan bile anlamlar çıkarılıyor (Sartre’ın Camus için söylediği gibi): Samih Rifat’ın ölümünden sonra okur önüne çıkan “Bütün Şiirleri” üstüne yazmamış olmamı, bir ortak arkadaşımız, “beğenmediğimi dile getirememe inceliği”ne bağlamış, tam tersine, “dostunu elbette kayıracak” denmesinden, böylece kitaba toz kondurulmaya kalkışılmasından tedirginlik duyduğum için elime kalem almamayı yeğlemiş, bir süre geçtikten sonra yazmaya karar vermiştim düşündüklerimi. Yakın dostlarımın kitaplarını övdüğümde onlara arka çıktığımı, yerdiğimde işin arkasında kırgınlık payı arandığını gördüm katılmamam ne değiştirebilirdi? Öte yandan, yazdıklarıma yönelik olumlu ya da olumsuz eleştirilerde duyguların olumlu ya da olumsuz yönde işin içine karıştığını düşündüğüm örnekler sayıca az değildi, olmamıştır: Sırf “iktidar” noktasındayım diye övenler ve sövenler bir yandaydı, dostane ve hasmane güdülere teslim olanlar bir başka yanda bereket, ne birine, ne ötekine sokulamayacak yaklaşımlar çıkmıştır. Enard’ın yargısıyla yazımı yazmazdan önce karşılaşmış olsaydım, eleştiri tonumu büyük olasılıkla hafifletecektim itirafsa itiraftır. İnsan hali. Yeri olmamalıydı bizim işimizde. Oluyor ama işte. * Eleştirel yaklaşımda, duygusal önniyet’in payı kurcalıyor aklımı. Ortalamanın üstünde bir donanımı, kuramsal altyapısı, çözümleme yeteneği, yazınsal beğenisi olan kişi, aynı yapıtı dilerse ikna edici biçimde taçlandırabilir, dilerse ikna edici biçimde onun boynunu kırabilir böyle düşünüyorum. Bana kalırsa, eleştirel mekanizmanın ciddi bir sorunu, bir zaafı yatıyor burada: Bir güç, bir erk denklemi biçimlendiriyor söz konusu duygusal önniyet. Yazarın ya da sanatçının kimliğine, kişiliğine; Yapıt’ın kimi özelliklerine; bir o kadar da yargısını temellendirecek olanın ruh haline, öznel duruşuna ve seçimlerine bağlı olarak geliştiğini düşünüyorum o durumun. İlk bakışta, hiçbirini mantıksız, dayanaksız sayamayız sıraladığım etmenlerin; gene de peşin olarak okumayı biçimlendirecek oranda ağırlık kazanıyorlarsa, bunu öznelliğin kaçınılmazlığına bağlamak doğru olmaz gibi geliyor bana: Öznellik, keyfilik değildir. Nedir doğrusu, bir nesnellik sınavından mı geçmek? Gücünü iyiye kullanmak da kötüye kullanmak da zayıflatıcı, eleştirel bakış açısından: Mesafe ayarı, masaya oturmadan yapılmalı. Roland Barthes’ın, Sollers’i sevdiği, ona yakınlık duyduğu için yapıtını olduğundan yüksek bir noktaya yerleştirdiği kanısında oldum hep. Alain Bosquet’nin, Char’a tersi duygularla yüklendiğini. Bizim edebiyatımızdan vermiyorum örnekleri, çünkü terazi genellikle işlememiştir ortamımızda; Sabidius vakaları çoğunluktadır. “İnsanı sevmem ama yapıtına değer veriyorum” (vice versa) eşiğini aşamayanların yargılarını önemsemiyorum ben. GEZİ DÜŞÜ II. Ludwig’in en ünlü şatosunu, külkedisi masalı tadında olanını, 1971’de tek başıma yurtdışına ilk çıkışımda, Bavyera’da kaldığımda görmüş, gezmiştim; bugün, tamıtamına kırk yıl geçmiş aradan, izlenimlerimin çökmüş tortusuna bakıp güvenilir şeyler söyleyemem; buna karşılık, düzenlendiğini biliyorum, bir “II. Ludwig şatoları gezisi”ne katılmak, tümünü tanımak isterdim. 1880 sonrası bir Bizans Sarayı inşa etmek hevesiyle planlar çizdirdiğini yeni öğrendim. Gerçekleştirmesine izin verilmemiş, borç batağında yüzdüğü için. Bir psikiyatr görevlendirilmiş Meclis tarafından, sanırım danışıklı dövüş, paranoya tanısıyla tahttan indirilmiş, sarayşatolarından birine kapatılmış. Ertesi gün psikiyatr ziyaretine gelmiş, birlikte bahçenin ortasındaki yapay gölün kıyısında yürüyüşe çıkmışlar, cesetleri o gece bulunmuş. Bizans Sarayı planlarını görmek için yanıp tutuşuyorum. ? TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1141 29 ARALIK 2011 ? SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle