04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Orhan Pamuk neyi nasıl okuyor ve yazıyor? Dünyayı dışardan değil, roman kahramanlarının gözünden görmek... Roman sanatı, Pamuk’un söyleyişiyle, “kendimizden bir başkası gibi ve başkalarından kendimiz gibi söz açabilme hüneridir.” Roman yazmanın ve okumanın, “özgürleşmek, başka hayatları taklit etmek ve kendini bir başkası olarak düşünmekle ilgili bir yanı vardır.” Pamuk, romancılığı, kendisini “kendi görüş açısının dışına çıkmaya, başkası olmaya zorladığı için” sevmektedir. ? Prof. Dr. Onur Bilge KULA(*) KELİMELERİ HAYALİMDE RESİMLERE ÇEVİRMEK İÇİN ÇIRPINDIM er edebiyat bilimci ve her nitelikli okur, başarılı yazarların, hele de Nobel Edebiyat Ödülü almış olanların ne okuduğunu, nasıl okuduğunu ve nasıl yazdığını merak eder. Bu kapsamda ilk ele aldığım yazar olan Orhan Pamuk’un “Saf ve Düşünceli Romancı”nın(1) “Roman Okurken Kafamızda Neler Olup Biter” bölümünde yazdığına göre, romanları “gerçek sanarak okuruz”; ama onların “gerçek olmadığını” da biliriz. “Bu çelişkili durum, romanların doğasından gelir.” Pamuk, aynı yerdeki söyleyişiyle, “pek çok roman okuma tarzı olduğunu” yaşayarak öğrenmiştir. Roman okurken “hareketten, çatışmadan, manzaranın zenginliğinden” hoşlanmış, “hem birilerinin özel hayatını gizlice seyrettiği duygusuna” kapılmış, “hem de geniş manzaranın karanlık köşelerini” ve okuduğu her sözcük ve tümceyle “yeni bir dünyanın açıldığını“ duyumsamıştır. Romanın “dünyasına girmesini” zorlaştıran her şey, onu sinirlendirmiştir. “Çift anlamlı” sözler “huzursuz” etmiştir. Okuma edimini huzursuz bir süreç olarak deneyimleyen Pamuk, romanın kurgusal dünyasında “her şeyin yerli yerine oturmasını sabırsızlıkla” istemiş, “algılarının bütün kapılarını sonuna kadar” açmış, kafası “çok daha hızla, neredeyse telaşla işlemeye” başlamıştır. Pamuk, okuduğu romanın dünyasına nüfuz etmek için, “ayrıntılara” bütün gücüyle dikkat ederken, “kelimeleri hayalinde resimlere çevirmek” için çırpınmıştır. Bu “yorucu ve yoğun çaba” sonucu, “görmek istediği büyük manzara, sisten sonra bütün renkleriyle beliren koskocaman bir kıta gibi bir anda timlenen ayrıntıları hayalinde canlandırabilirdi. Okumak/yazmak ile manzara resmi oluşturmak arasında belirgin ilişki kuran Orhan Pamuk’un anlatımına göre, “bir romanı okumaya başlamanın, bir manzara resmine girmek gibi bir şey olduğunu, romancıların çoğu gizlice ya da açıkça sezerler.” Estetik bir ürün olan yazınsal yapıtı okumak, estetik haz ve düşünsel açılım olanağı sunar. Bu bağlamda “roman okumanın asıl zevki”, Pamuk’un söyleyişiyle, “dünyayı dışardan değil; içerden, o dünyada yaşayan kahramanların gözünden görebilmekle başlar.” Okuyucu, “roman okurken başka hiçbir edebi biçimin sağlayamadığı bir hızla, genel manzarayla geçici anlar arasında, genel düşüncelerle özel durumlar arasında” gider gelir. “Genel manzara resmine uzaktan bakarken”, bir anda kendini “manzaradaki insanın düşüncelerinin içinde, ruh durumunun gölgeleri arasında” bulur. Roman okuma, okuyucuya bazı kahramanlarla özdeşleme, bazılarından da uzaklaşma duygusu verir. Okuma sırasında romanın tümel manzarası ile kahramanların tikel durumları arasında ilişki kurulur. Ayrıca, okuma bir özdeşleşme edimidir; Orhan Pamuk’un anlatımıyla, “benliğimiz yumuşak bir geçişle bu kahramanlarla özdeşleşmeye” başlar. Roman okumak, “bir yandan bu genel manzarayı aklımızda tutarken, diğer yandan kahramanların tek tek düşüncelerini, yaptıklarını izlemek, onları genel manzara içerisinde anlamlandırmak demektir.” Okuyucunun kafası, algıları “yabancı bir çevreye bırakılmış ürkek ve telaşlı bir hayvan gibi yoğun bir şekilde” çalışır; aynı anda çoğunlukla “ayrımına” varmaksızın, “pek çok işlem” yapar. Orhan Pamuk, yazarların romanlarını yazarken çoğu kez “kullandıkları teknikleri”, yaptıkları işlemleri, “roman sanatının kendilerine sunduğu” olanakların ve ayrıntıların, “hatta bunları kendilerinin icat ettiklerinin, çok doğal bir şey yapıyormuş gibi sanki kendiliğinden yazdıklarının” ayrımına varmadıklarını öne sürer. Pamuk’un dile getirdiği bu öğelerin tümü, romandaki genel manzarayı, bir başka deyişle, romanın kurgusal dünyasını oluşturur. Bu nedenle, her yazarın roman dünyasını kurgularken bu işlemi ayrımına varmadan yaptığı öne sürülebilir mi? Pamuk’un açımlaması uyarınca, “roman yazmanın (ve okumanın) yapay bir yanı olmasını hiç mesele etmeyen bu tür duyarlık, bu tür roman okuru ve yazarı ‘saf’ diye” adlandırılabilir. Buna karşın, “metnin yapaylığına ve gerçekliğe ulaşamamasına takılan ve roman yazılırken kullanılan yöntemlere ve okurken kafamızın işlemlerine özel bir şekilde dikkat eden okurlara ve yazarlara da ‘düşünceli’ denilebilir.” Romancılık, “aynı anda hem saf hem de düşünceli olma işidir” diyen Pamuk, “otuz beş yıllık romancılık serüveninden sonra”, içindeki “saf romancı ile düşünceli romancı arasında bir denge bulduğuna” inanmaktadır. Burada okurun da “aynı anda hem saf, hem de düşünceli olduğunu veya olabileceğini de söylemek gerekir. OKUR, ALIMLAMA SÜRECİNDE HANGİ BİLİŞSEL İŞLEMLERİ YAPAR? Pamuk’un belirlemeleri uyarınca, okur, roman okurken bilişsel olarak şu işlemleri yapar: 1. “Genel manzarayı” seyreder, “hikâyeyi” takip eder. Arka alanda “bir amaç, bir düşünce, bir niyet, gizli bir merkez” arar. Pamuk’un romancılığında “merkez” kavramının merkezi bir yeri vardır. O nedenle bu kavrama tekrar döneceğiz. 2. Okur, kafasında “kelimeleri resimlere çevirir.” Bir romandan “zevk almak”, o romanın içerdiği öğeleri, incelikleri, ayrıntıları, “kelimelerden yola çıkarak kafamızda resimlere çevirmekten hoşlanmaktır.” Pamuk yazarın da kelimeleri resimlere çevirdiğini daha önce dile getirmişti. Okur, “hikâyenin anlattığı (anlatmak istediği) şeyi hayalinde canlandırırken hikâyeyi tamamlar.” Bu sözler, Mikail Bakhtin ve Roman Jakobson’un “edebiyat sözcüklerle, dille yapılan anlatı sanatıdır” savıyla uyuşmaktadır. 3. Okur, yazarın “anlattığı şeyleri ne kadar yaşadığını, ne kadar hayal ettiğini merak eder.” Pamuk’un deyişiyle, roman okumak, “kendimizi romanın içinde en kaybettiğimiz zamanlarda bile, ‘ne kadarı hayal, ne kadarı yaşanmış’ sorusunu sürekli sormaktır.” Buraya şu ek yapılabilir: Sanat/edebiyat “olabiliri” anlatır. Dolayısıyla, Pamuk’un sözünü ettiği soru, edebiyatın özyapısından kaynaklandığı için hep sorulur. Romanı “saflıkla hakikat sanıp kendini kaybederek seyretmekle, onun ne kadar hayal olduğunu düşünceli bir şekilde merak etmek, mantıksal olarak bir biriyle çelişir. Ama roman sanatının bitip tükenmeyen gücü ve hayatiyeti, bu tür çelişkilerle yapılmasına, kendi özel mantığına dayanır.” 4. Okuyucu, “romanın anlattığı, gördüğü, tasvir ettiği” dünya ile gerçek dünyanın örtüşüp örtüşmediğini bilmek ister ve sorar: “Gerçeklik böyle midir?” Öte yandan, “roman sanatının kalbinde, günlük deneyimimizden edindiğimiz bilgilerin, bir biçim verilirse, gerçekliğe dair kıymetli bilgi haline gelebileceğine dair bir iyimserlik vardır.” Bu, edebiyatın estetik değerini yükselten önemli bir belirlemedir. Edebiyatın toplumsalkültürel gerçeklik üzerine yaptığı değiştirici etki konusunda ? çok sayıda örnek vardır. H önünde” açılmıştır. Burada anahtar tümcenin “kelimeleri hayal veya imgelem gücünde resimlere çevirmek” olduğunu vurgulamakla yetinelim. ROMAN OKUMANIN TARZLARI VEYA MODELLERİ Pamuk’a göre, “Savaş ve Barış’ta Borodino Savaşı’nı Pierre’in bir tepeden seyredişini okumak, roman okumanın bir çeşit modeli gibidir.” Yazarın sözleriyle, “okurun aklında hazır tutmak ihtiyacını hissettiği pek çok ayrıntı” romanda büyük bir incelikle işlenir ve bir “resim” gibi görünür olur. Böylece okur, “sanki bir romanın kelimeleri arasında değil, bir manzara resminin karşısında olduğunu zanneder.” Burada belirleyici olan, yazarın “görsel ayrıntıya dikkati” ile okurun “kelimeleri kendi hayalinde bir büyük manzara resmine çevirebilmesidir.” Bir başka anlatımla, yazarın yazınsal yetkinliği ve okurun alımlama yeterliliğidir. Orhan Pamuk, “gelmiş geçmiş romanların en büyüğü” olarak nitelendirdiği Tolstoy’un “Anna Karenina” adlı yapıtından “bir pencereden manzaraya bakmak ve okurken romanın içindeki manzaraya girebilmek” konusunu örneklendirmek amacıyla şu bölümü aktarır: “(Anna)... çantasından kitap açacağıyla İngilizce bir roman çıkardı. Önceleri okuyamadı. Gelip geçenler, kargaşa okumasına engel oluyordu. Tren kalktıktan sonra... cama yapışan kar taneleri okutmadılar onu.” Anna, okumakta başarılı olamaz; eğer okuyabilseydi, “pencereden bir manzara seyreder gibi”, romanın iç dünyasına girebilir; orada be2011 5 ni, yal ve a şını, dü ziğini h zevk alı roman kalbine Roma bu veya yazarın dir. Bu ci önem mesini 6. Ok leri ve d gı verir hakkınd yargılar karşın, yargı ka tulmam yargılar en parl okurke sı olma Bu ön lu” üye lak savu okumal 7. Ok diği “b disini k “yüksek için” ya ve yaza daşlık” olumlam belirli b 8. Ok lıştırara “bir an için rom zar, Pam arayışı “her şe zorluk, belirler manzar ğı ‘her şılaştığı özlü sö ‘her şey Bu ne yi kurab 9. Ro dan ayı okurun masıdır her şey bir yerd bir yerd görünü “duyum rak yaş deki şe Tolstoy ait bir “ verirler insanlığ ler.” Pa okur, “ en deri cüyle v “çok eş tur.” Ro dünyan bilme g Haya mını bu okur iç demokr herkesi umuttu ci yüzyı Bloch’u pıtını a mıyla e ? SAYFA 18 ? 29 ARALIK CUMHURİYET KİTAP SAYI 1141 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle