Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
şidir” mancı“saf asında adır. m saf, olabiDE ca, rak şu , “hi“bir i bir ılığınbir ma tek resimk alinceyola çımekten a keliönce anlatnde r.” Bu Jakoble yapımakta eri ne ettiğini , ron içinbile, mış’ so edebi, Payatın hep kendine kaşekilk bir nın biti, bu i özel ı, görek bilmek midir?” lbindiğigergelebi.” yükselbiyatın ine a ? 1141 5. Bu iyimserlikle “kelime seçimini, benzetmelerin doğruluğunu, hayal ve anlatım gücünü, cümlelerin yığılışını, düzyazının gizli ve açık şiirini, müziğini hem denetler hem de bunlardan zevk alırız. Üslup sorunları ve zevkleri roman sanatının kalbinde değil, ama kalbine çok yakın bir yerdedir.” Romanda neyin nasıl anlatıldığı, üslubu veya biçemi oluşturur. Biçem, her yazarın, hatta her yapıtın ayırıcı özelliğidir. Bu nedenle, Pamuk’un üslubu ikinci önemde bir öğe olarak değerlendirmesini anlamak zordur. 6. Okur, “hem kahramanların seçimleri ve davranışları hakkında ahlaki yargı verir, hem de yazarı, kahramanları hakkındaki ahlaki yargıları yüzünden yargılar.” Okur böyle davranmasına karşın, Pamuk’a göre, “romanda ahlaki yargı kaçınılmaz bir bataklıktır.” Unutulmamalıdır ki roman sanatı “insanları yargılarken değil, anlarken en büyük, en parlak sonuçlarını verir.” Roman okurken, “ahlak, manzaranın bir parçası olmalıdır.” Bu önemli düşünceleri, “Muzır Kurulu” üyeleri veya kendilerini katıksız ahlak savunucuları olarak görenler de okumalıdır. 7. Okur, okuma edimi sırasında edindiği “bilgi, derinlik ve anlayış” için kendisini kutlar. Özellikle yazınsal değeri “yüksek” romanların “yalnızca kendisi için” yazıldığı gibi “bir tatlı yanılsama” ve yazarla arasında “mahremiyet ve sırdaşlık” geliştirir. Bu, kitabın tümünü olumlamasına yol açar. Böylece “yazarla belirli bir ölçüde suç ortaklığı” kurar. 8. Okur bilişini ve belleğini yoğun çalıştırarak, romanın kurgusal dünyasında “bir anlam ve okuma zevki” bulabilmek için romanın “gizli merkezini” arar. Yazar, Pamuk’un anlatımıyla, söz konusu arayışı “kolaylaştırmamışsa”, romandaki “her şeyi hatırlamak zor bir iştir.” Bu zorluk, “roman biçiminin sınırlarını da belirler.” Okuyucu, romanın “büyük manzarası içinde” ilerlerken “karşılaştığı ‘her şeyin’ anlamını, ondan önce karşılaştığı ‘her şey’ ile ilgilidir.” Pamuk’un özlü söyleyişiyle, “romanlarda ‘her şey’, ‘her şey’ ile ilgilidir.” Bu nedenle, nitelikli okuyucu bu ilgiyi kurabilendir. 9. Romanları “diğer edebi anlatılardan ayıran şey”, yazarın kurguladığı ve okurun aradığı “gizli bir merkezleri olmasıdır.” Gizli merkez, “romanı yapan her şeydir” ve yüzeyde değil, “gerilerde bir yerde, görünmez kolay bulunmaz” bir yerdedir. Romanlar, “hem yüzeysel görünümleriyle“ bir başka anlatımla, “duyumsal deneyim ve bilgiye” dayanarak yaşamı anlatırlar, hem de “en gerideki şeye, yani merkeze, hayatın özüne, Tolstoy’un ‘hayatın anlamı’ dediği şeye” ait bir “bilgi”, bir “sezgi”, bir “ipucu” verirler. Bu nedenle, romanlar, “bütün insanlığa bu kadar güçle seslenebilirler.” Pamuk’un deyişiyle, insan veya okur, “hayatın anlamına, özüne ilişkin en derin, en kıymetli bilgiye” kendi gücüyle ve aklı ile ulaşabilir. Bu hayal, “çok eşitlikçi, çok demokrat bir umuttur.” Romanın değeri, “merkezinin, dünyanın merkezini, anlamını ima edebilme gücünde yatar.” Hayal edebilme, yaşamın derin anlamını bulabilmeyi düşünebilme, her okur için geçerli olduğu için eşitlikçi ve demokrat bir umuttur. Hayal edebilme, herkesi eşitleştirdiği için, demokrat bir umuttur. Pamuk’un bu söylemi, yirminci yüzyılın büyük Alman filozofu Ernst Bloch’un “Umut İlkesi” adlı önemli yapıtını anımsatmaktadır. En geniş anlamıyla edebiyat “olabiliri” anlattığı için, ? okuru “dünyanın merkezi” veya buna benzer önemli düşünceler üzerine düşünmeye özendirir. Böylece de estetik duyarlılığı ve kavrayışı geliştirir. YAZARIN OKURDAN, OKURUN YAZARDAN BEKLENTİLERİ NELERDİR? Orhan Pamuk, anılan kitabının “Orhan Bey Siz Bunları Gerçekten Yaşadınız mı?” adlı bölümünde roman yazmayı, “okuyucunun beklentileriyle satranç oynamak”, onu “tahmin edip, ona karşı çıkmak ve yaşanmış deneyim ile hayal edilmiş şeyi ustaca ve bilgece karıştırma işi” olarak tanımlar. Pamuk’a göre, roman sanatının kuvvetli özelliği, “yazarı en çok unuttuğumuz anlarda onun metinde en çok var olmasıdır.” Roman sanatını “canlı tutan şey, yazar ile okur arasında ortak bir kurmaca anlayışının olmamasıdır.” Roman kuramı, “aslında gerçeklik ile hayal arasındaki özgürlük için vardır.” Yazar, “her ayrıntıda, okurun, o ayrıntının yaşanmış olduğunu düşüneceğini bilir.” Okur da “yazarın o ayrıntıyı yaşanmış sanacağını düşünerek yazdığını düşünür.” Yazar da “okurun bunu düşüneceğini düşünerek o ayrıntıyı yazdığını düşünür.” Yazar, bir tümceyi yazarken, “okurun bunu kendisinin hayal ettiğini düşüneceğini tahmin eder.” Okur da “tahmini tahmin ederek okumaya devam eder.” Pamuk’un yukarıdaki kuramsal belirlemeleri, büyük ölçüde kurgulama ve biçimlendirmeyle yapılan yazınsallaştırma edimini anlatmaktadır. Bunlar, her türlü estetikleştirmenin kaynağı olduğu gibi bir yazınsal yapıtın sürekli olarak yeniden okunmasını da sağlayan özelliklerdir. Bu yazara göre, roman okumanın “temel zevklerinden biri, kendi hayatımızla başkasının hayatını kıyaslamaktır.” Roman yazan ve okuyan herkes, “aklının bir yanıyla” anlatılanı “baş döndürücü belirsizlik duygusu” içinde okur. Orhan Pamuk, “Edebi Karakter, Olay Örgüsü, Zaman” bölümünde dışsal güçlerin yanı sıra, kişinin öz seçiminin de önemini belirtmek amacıyla, gençliğinde “hiç durmadan roman okurken, özgürlükle kendine güven duygusunu” sarsıcı bir şekilde yaşadığını yazar. Bu sarsıcı duyguyu, “roman okumak, dünyaya roman kişilerinin gözünden, aklından, ruhundan bakmaktır” sözüyle açıklar. Pamuk’un öne sürümü uyarınca; roman, okuru, “manzaranın içine davet eder; âlemi, içindeki kahramanların bakış açısından, mümkünse onların kelimeleriyle” görmeye özendirir. Roman dünyası, içindeki kahramanların “gözünden görüldükçe”, okura “daha yakın ve anlaşılır gözükür.” Romanların dayanılmaz gücü, “bu yakınlık sayesindedir.” ROMANCININ İLK VE ASIL İŞİ BİR KAHRAMAN İCAT ETMEKTİR Roman sanatının en belirgin yanı, “dünyayı, kahramanlarının bütün duyumlarıyla ‘hissettiği’, anladığı gibi göstermektir.” Romancının “ilk ve asıl işi, bir kahramanı icat etmektir” diyen Pamuk, tıpkı roman karakterleri gibi gerçek insanın da karakterinin bir “kurmaca” olduğunu öne sürer. Bu kaçınılmazdır; çünkü romanın merkezi ve öyküsü, yazarca kurgulanan kahramanlar üzerinden anlatılır. Peki, bir kahraman icat etmek, ne demektir? Yazar kahraman kurgulamayı şöyle belirginleştirir: “Bir roman kişisini icat etmek, kurmak, hepimizin hayattan bildiği bu türden, başka bir şeye indirgenemeyecek ayrıntılarla olay örgüsünü birleştirmek demektir.” Pamuk için roman yazmak, “genel manzarada (dünyada) roman kişilerinin ruh hallerini, duygularını, düşüncelerini görme hüneridir.” Roman kişilerinin “karakterleri, romanın genel ‘manzarası’ndan oluşur.” Yazmayı resimselleştirmek veya görselleştirmek ile ilişkilendirerek anlatmayı yeğleyen Pamuk’un değerlendirmesine göre, roman yazmak, “kelimelerle resim yapmak, okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimler canlandırmaktır.” Yazar, yazma sürecini şöyle betimler: “Bir bölümü, bir sahneyi, kaleme alırken, önce onu ayrıntılarıyla gözümün önünde canlandırırım. Benim için yazmak, dolma kalemle üzerine yazdığım kâğıda bakmak kadar, pencereden dışarı bakarken, o sahneyi gözümün önünde canlandırma işidir... Görsel hayal gücüm, yazacağım bölümü sahne sahne, cümle cümle kurup ilerlerken, kelimelere geçebilecek ayrıntıları hayal etmeye çalışır… Romancı, hayal ettiği şeyi en iyi ifade edecek kelimeyi aramakla kalmaz yalnızca, yavaş yavaş en iyi ifade edebileceği şeyi hayal etmeyi öğrenir.” Burada edebiyat sanatının malzemesinin dil olduğunu, her yazarın dilsel mal rulmuş anları gösterir.” Roman “on binlerce küçük bölünemez” ‘an’ içerir. Dolayısıyla, roman okumak, “kelimelerle tasvir edilmiş bu anları (zaman’ı), hayalimizde resimlemek” bir başka deyişle, “hacim’e çevirmektir.” Burada resim ile roman arasındaki ayrım sorulabilir. Pamuk’a göre, bir resim “dondurulmuş ‘an’ı gösterirken, romanlar arka arkaya dizilmiş binlerce dondurulmuş anı sunar.” Pamuk, “özellikle” Benim Adım Kırmızı romanında dünyayı “resim aracılığıyla anlatmak ve yeniden kurmak” istediğini dile getirir. Bu roman, kanımca yazarın en iyi romanlarından biridir. Roman yazarken “her zaman önce hikâyeyi kafasında resimleştirdiğini” ve “doğru resmi” yaratmaya veya seçmeye çalıştığını belirten Pamuk’un savı uyarınca, romancılık, “kelimelerden önce, dünyayı resim olarak hayal etme işidir.” Roman sanatı, “sözden önce var olan” resmi, “sözcüklerle anlatmak olmasına” karşın, “romancı ressam olmak isteyen kişi değil, kelimelerle, tasvirle resim yapmak isteyen kişidir.” Bu belirlemelerde Pamuk’un biyografisinin izlerini görmek olanaklıdır. Ayrıca, her başarılı yazar resim sanatı ile ilgili olarak böyle bir arkalana sahip olmak zorunda değildir. ROMAN İLE DİL İLİŞKİSİ NASIL KURULUR? Her sanatın bir malzemesi vardır. Edebiyatın malzemesi de dildir. Dilsel malzemeye şekil verilmeden edebiyat olmaz. Romanın ‘an’larını oluşturan sözcükleri öne çıkaran Pamuk bu kitabının “Müzeler ve Romanlar” bölümünde okur açısından romanresim ilişkisini bir kez daha açıklar: “Okurun hayal gücüne güvenen romancı, romanın anlarını yapan kelimelerle yalnızca tasvir ve tarif edip duyguları, düşünceleri okura bırakır.” Okuma veya alımlama açısından yazarın şu belirlemesi ilgi çekicidir: “Romanı anlamak, romanın tasvir ettiği resimleri hayalimizde görmek için verdiğimiz büyük çaba ve emek, yavaş yavaş bizi romanı gururla sahiplenmeye götürür.” Roman ile dil ilişkisine gelince: Günlük yaşam dili, “romanın dünyasının üzerine kurulacağı sıradan anların, gelişigüzel durumların rengidir.” Bu dilin “saptanıp yaratıcıkla kullanılması, roman yazmanın vazgeçilmez zevki ve mutluluğudur” ve yazarın deyişiyle, bu mutluluk, “çeviride, başka dillerde çoğu zaman yok olup gider.” Bir yazınsal yapıt olan romanın alımlanmasındaki zorluk, yazarın anlatımıyla, “yazarın ve okurun niyetlerini bilip bilmemek değil, bu bilgileri metnin söylemek istedikleriyle bir denge içinde görebilmektir. Romancının metnini, okurun niyetlerini tahmin ederek yazdığını; okurun da romancının bu tahminle yazdığını tahmin ederek okuduğunu hiç unutmayalım.” ROMAN YAZMAK, KELİMELERLE RESİM YAPMAKTIR Pamuk, “Kelimeler, Resimler, Şeyler” bölümünde Dostoyevski’nin verdiği bilginin “sözel” veya “kelimesel”, büyük bir kısmının da “görsel” olduğunu ve yazınsal metnin “hem görsel hem de sözel zekâmıza” veya “hayal gücümüze” seslendiğini savlar. Bu açıklamadan “romanlar temel olarak görsel edebi kurmacalardır” ve “roman yazmak, kelimelerle resim yapmak, roman okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimler canlandırmaktır” çıkarımını yapar. Bu belirleyim uyarınca, kafasında bir “imge”, bir “resim” belir ? ARALIK 2011 ? SAYFA 19 Hayal edebilme, yaşamın derin anlamını bulabilmeyi düşünebilme, her okur için geçerli olduğu için eşitlikçi ve demokrat bir umuttur. Hayal edebilme, herkesi eşitleştirdiği için, demokrat bir umuttur. Pamuk’un bu söylemi, yirminci yüzyılın büyük Alman filozofu Ernst Bloch’un “Umut İlkesi” adlı önemli yapıtını anımsatmaktadır. En geniş anlamıyla edebiyat “olabiliri” anlattığı için, okuru “dünyanın merkezi” veya buna benzer önemli düşünceler üzerine düşünmeye özendirir. Böylece de estetik duyarlılığı ve kavrayışı geliştirir. zemeyi estetikleştirmek için onun üzerinde şiddet uyguladığını belirtmekle yetinelim. Bu bağlamda şiddet uygulamak, yazarın dilsel malzemeyi estetik beğenisi doğrultusunda sözcük seçimi, sıralaması ve metin oluşturma gibi konuları özgürce düzenlemesi demektir. Bu ilke, Hegel tarafından felsefileştirilmiştir. Orhan Pamuk, resim ile roman arasında da benzerlik kurar. Ona göre, romanlar da “tıpkı resimler gibi, dondu29 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1141