23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yazarımız Fransız üniversitelerinde Tanpınar Karşılaştırmalı Edebiyatta!* * Dışarıya taşmayı arzulamış olan Tanpınar, bugün Fransa’da yapılan Karşılaştırmalı Edebiyat çalışmalarına girmiş bulunuyor. Üstelik “Milli Edebiyat” görüşünü getirdiği yerle, Türk insanının sesini evrendeki seslere kattığı yerle. Çokseslilik özelliğiyle romanları, düzyazıları, Barok Edebiyat Estetiği bağlamında ele alındı, tartışıldı. ? Dr. Berkiz BERKSOY irkaç yıl önce “Tanpınar’da Eleştirel Eylemin Poetikası” başlıklı bir yazı yayımlamış ve Strasbourg Üniversitesi’nde yaptığım çalışmaların ilk sonuçlarını açıklamıştım. Bana göre, Tanpınar’ın nesri söylene geldiği gibi bir “sentez” değildi. Nesrindeki her şey bir “armoni’’ye, çeşitliliğin bütünlüğüne götürüyordu. Tanpınar geçmişle bugünü, eskiyle yeniyi, Doğu ile Batı’yı az çok değişmiş olarak da olsa bir estetik çizgide bir sentezde buluşturmuyordu. Araştırmacıların ve eleştirmenlerin Tanpınar’ı “ikilik”te, “tereddüt”te göstermelerinin nedeni onda hep bir sentez görmelerindeydi. Bu yaklaşım Tanpınar’ı belli bir alana hapsetmişti. Uluslararası boyutlarda çağdaşları arasında bir yazar olarak algıladığım Tanpınar’ın sıkışıp kaldığı yerden çıkabileceği düşüncesi çalışmalarımın tek derdi oldu. Bana göre günümüz içinden Tanpınar’a bakabilmek için yazarı, dönemi ya da varoluşsal bunalımı etrafında dönüp durarak açıklamaktan vazgeçmek gerekiyordu. Sanatçıyı bir “başka yer”e taşımalı, onu kabuklaşmış sınırların dışına çıkarmalıydı. Tanpınar, yıllardır durduğu eşikten böyle kurtulabilir, içine düştüğü anlaşılmazlıktan (ambiguïté) böyle çıkabilir, Yirminci Yüzyıl Türk Edebiyatı Karşılaştırmalı Edebiyat araştırmalarının yeni bir boyutu, her şeyden önemlisi, dünyaya açılmak isteyen, kendine gerçek ve bilinçli bir güven duyan Tanpınar’ın değerlendirilmesi olurdu: “Ne yaptım! Beş Şehir’le, okunmayan, bahsedilmeyen Beş Şehir’le bütün o hikâyeler, romanla Türk edebiyatının bütün bir tarafıyım!...[...] Abdullah Efendi’nin Rüyaları bilhassa birinci hikâye [...] Huzur ki okuyanların hepsi sevdiler, üç makale ile, Yaz Yağmuru hiçbir akissiz mi geçecekti? Bunların Türkiye’ye getirdiği hiçbir şey yok muydu? Türkiye’ye ve Türkçeye. [...] Hakikat bu ki ben Türkçede yeniyim. Fakat dünyada yeni değilim. [...] Daha yapacağım iş var. Buna eminim. [...] Dışarıya gelince hiçbir zaman taşamayacağım. 1925’te Avrupa’ya gitseydim, başka adam olurdum. Şimdi 1923’te Erzurum’da Atatürk’le konuştuğum zaman kaybettiğim fırsatın ne olduğunu anlıyorum. Şu mahakkak ki 1923 ile 1932 arasındaki hayatımı kendi elimle yaktım. Sene 1961. [...] EtrafımSAYFA 14 ? 29 ARALIK B dakilerin hepsi[...] içinde öleceğim bir kabuk, konforlu bir kabuk tahayyül ediyorlar. Ben ise hâlâ olduğumun ötesine geçmeğe çalışıyorum.” Beş Şehir 1995’te, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Yaz Yağmuru 2007’de Fransızcaya çevrilerek yayımlandı. XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi de bu yakınlarda Fransızca olarak yayımlanacak. Tanpınar 1957’de Wiesbaden’de Oryantalistler Kongresi’ne davet edilmiş, Divan Edebiyatı üzerine özgün görüş ve yorumlarını bildirerek araştırmacıları etkilemişti. Ne var ki bu çalışma Avrupa’da daha geniş çapta tanınmasını sağ Bir kuşkucu, bir rüyaperest, bir değişken olan Tanpınar “çok sesli” romanı kendi alanı yaptı. lamadı. André Tietze’in 1957’de Oriens’da bir makaleyle XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nin Batı dillerine çevrilmesi önerisi de ses getirmedi. 1960 yılı kart ayında Adalet Cimcoz’a yazdığı bir mektupta, Tanpınar ağustos ayında Moskova’da yapılacak Oryantalistler Kongresi’ne davet edildiğini, çalışmaya başladığını söylüyordu. Ancak bu da gerçekleşemedi. Oysa bugün Fransa’da, Amerika’da, Almanya’da Tanpınar’ı okuyan, yazdıklarından büyük zevk duyan bir okurlar kitlesi var. Poetikasının temelinde yer alan kontrastlar dünyası, ona özgü çokseslilik / çok renklilik, metinlerine bambaşka bir çekicilik kazandırıyor. Tanpınar’ın yaşadığı çağda ve içinde bulunduğu ortamda egemen özellik olan karşıt2011 lık, metinlerinde en küçük birime dek bütünlüğün dinamiğini ve tutarlılığını sağladı. Bu yolda üretimini belirleyen strateji oldu. Tanpınar ne çizgisel bir duruştaydı ne de 1920’lerin idealist duruşunda. Sorularıyla, kuşkularıyla, karşıtlıklarıyla, Valéry, Gide, Huxley ve Dostoyevski gibi yazar ve düşünürlerle birlikte çağının tanığıydı. Türkiye’yi ve dünyayı birlikte sorguluyor, çağın gerçeklikleri karşısında kaygılanıyordu. Dolayısıyla karşıtlıkların üst üste yığıldığı; oradan, buradan kıvrılarak dönen görüşlerle ilerleyen; ucusonu açık; kesin yargıya götürmeyen; tam bitmeyen metinleriyle, okuru düşüncelerin eşiğinde bırakıyordu. Tanpınar’ın durduğu yeri bana en iyi gösteren daha işin başındayken Edebiyat Üzerine Makaleler’de dikkatimi çeken bir sözcük oldu: “MüslümanŞark edebiyatlarının bir tarafı daima karakter peşindeydi. […] Bu itibarla insanı yakalamak, romancılarımız için belki de güç bir şey değildi. Bütün güçlük hayatın kendisini yakalamak, o contrepoint’ı bulmaktı.” Fransızca olmakla birlikte o gün bana son derece yabancı olan bu sözcükten,“contrepoint’’dan (karşı görüş) yola çıkarak ne yapmak istediğini anlamaya çalıştım. Bu, zamanımı aldı. “Hayatın kendisini yakalamak” diyerek, Tanpınar “çokseslilik”i (polyphonie) işaret ediyordu. Çokseslilik elbette 1940’lı yılların idealist doktrinini bir bütün olarak eserinde yansıtamazdı. Ama idealist doktrin bir ses olarak o bütünün hep içindeydi. Bir kuşkucu, bir rüyaperest, bir değişken olan Tanpınar birçok sesin, birçok düşüncenin ve hükmün, birçok görüşün, kısacası sayısız karşı görüşün yer aldığı “çok sesli” (polyphonique) romanı kendi alanı yaptı. O dönemde değişim ve oluşum içinde olan Türk toplumunda oldum olası bulunan birbirinden farklı zihniyetleri romanlarında, makalelerinde, toplumun ana değerlerini ve imgelerini harmanlayarak yansıttı. Tanpınar öngörü sahibiydi. Türkiye’nin, dünyanın, ancak bugün kavradığı realiteyi kendi döneminde kavradı ve ona eserinde yer verdi. Doğal olarak onlarca yıl anlaşılamadı. Doğu, Batı, kaynaklar, dil, etkilenim, gelişim, medeniyet, kahramanlık destanı, imgelem, rüya, ulus kavramları gibi birçok açıdan gözlemlenebilecek, irdelenebilecek bir “Milli Edebiyat” kuramına yöneldi. “Ben maruz ve müşahidim. [...] Ben sadece hakem vaziyetindeyim.” diyen Tanpınar gördüklerini “aldatıcı görünüm” (trompel’oeil) olarak, ürettiği eserlerin arka planına, yapmacık (fictif) dünyaya ait düşünce sistemleri olarak yerleştirdi. Çalışma, mekanizma, kurum (institut), dönüşüm, eşzamanlaştırma gibi değerleri benimsemiş olan Tanpınar, zamansal ve mekânsal boyutlarda değerlendirdiği ulus, kültür, devamlılık kavramlarını paradokslar içindeki insanlık durumlarıyla birlikte gösterdi. Oluşturduğu bu düzen onun tersinleme (ironie) anlayışıydı. “Biz” zamirini üretiminin ana maddesi yaptı. “Biz’’, Tanpınar’ın yaratı alanında tüm bölünen ‘’ben’’leri bir araya topladı. “Biz”in etkisi öyle bir oldu ki yalnızca Türkiye içindeki toplumsal olanı değil dünyadaki evrenseli de ifade ediyor oldu. Kendisinden önce gelenlerin olgunlaştıramadığı “Milli Edebiyat” görüşünü “biz”le sağladı. Fransız eleştirmenlerin 1960’lı yıllara dek anlayamadıkları, olumsuz yaklaştıkları çok sesli romanın öncüsü Dostoyevski’nin Türkiye’deki sözcüsü oldu. Bu nedenle dönemin standart estetiğinin dışında kaldı, çevresindekiler tarafından anlaşılamadı, alkışlanacağı yerde taklitçilikle suçlandı. Dışarıya taşmayı arzulamış olan Tanpınar, bugün Fransa’da yapılan Karşılaştırmalı Edebiyat çalışmalarına girmiş bulunuyor. Üstelik “Milli Edebiyat” görüşünü getirdiği yerle, Türk insanının sesini evrendeki seslere kattığı yerle. Çokseslilik özelliğiyle romanları, düzyazıları, Barok Edebiyat Estetiği bağlamında ele alındı, tartışıldı. Bu bağlamda yer alabileceğine kanaat getirildi. Tarihsellik çizgisinde 16. Yüzyıl Avrupa Edebiyatı’nda, Mimarisinde, Resminde görülen Barok Estetik, en son 1960’lı yıllarda Proust’un, Gide’in eserlerinde saptanmıştı. Fransız Üniversiteleri Öğretim Üyelerinin oluşturduğu jüri bu payeyi bugün bir Türk yazarına oybirliğiyle, severek verdi. Tanpınar metinlerinde eleştirinin estetiğinin, Barok felsefeye dayalı bir duyarlılık içerisinde açıklanabileceğini; bu duyarlılığın benzer bir zihniyette, çağ ve köken gözetmeksizin bulunabileceğini kanıksadı. Doktora tezimde, kültürler ve çağlar çizgilerle ayrılsa bile insan zihninin zaman mekân tanımadan evrensel olduğu düşüncesini irdeledim. Tanpınar’ın sentezi değil armoniyi, bir başka deyişle “birarada varolma”yı (coexistence) benimsediğini, evrende gelişen insanlık durumlarını kendine özgü bir dil oluşturarak, üzerinde yaşadığı coğrafyayı betimleyerek anlattığını açıkladım. ? Kaynaklar : Yayımlanmamış Doktora Tezi: “Esthétique de l’acte critique dans la prose d’Ahmet Hamdi Tanpınar” (Tanpınar’ın Nesrinde Eleştirel Eylemin Estetiği). Berkiz Berksoy, “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Paul Valéry: Bir Benzer Düşünme Biçimi”, Ahmet Hamdi Tanpınar, Haz. Abdullah Uçman, Handan İnci, (Ankara: T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2010): 409421. Berkiz Berksoy, “Eleştirel ve Karşılaştırmalı Düşüncenin Estetiği: Contrepoint”, Arafta Bir Süreklilik Arayışı Olarak Ahmet Hamdi Tanpınar Özel sayısı, Hece, Eklerle 2.Baskı (Ankara: Ağustos 2006, sy. 61): 3457. Berkiz Berksoy, “Tanpınar’ın Düşüncesi Sentez Değil Armoni Odaklıdır”, Hürriyet Gösteri, (İstanbul: Haziran 2005, sy.271): 3233. Bu yazı, 11 Ocak 2010’da Strasbourg Üniversitesi’nde Fransız Üniversiteleri Öğretim Üyelerinin oluşturduğu Jüri önünde sözlü sunulan savunma metninden alınmıştır. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1141 SAYF
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle