Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
hemşire bir anne ve bu evlilikten bir kız çocuğu Doris Lessing. Yazar tüm çocukluk travmalarını bacağının birini savaşa kurban vermiş olan babasının savaşla ilgili anıları ve obsesif bir kadın olan annesinin himayesinde geçirir. Özellikle babasının Birinci Dünya Savaşı ile ilgili anlattığı öyküler Lessing’in çocuk dünyasında derin yaralar açar ki, zaten bunu Hayatta Kalma Güncesi’de dahil olmak üzere genelde tüm eserlerinde sıkça rastlarız. Türkçeye çevrilen diğer bir eseri olan Alfred ile Emily’de yazar kendi çocukluk travmasının karşısına dikilerek, babasını güçlü kuvvetli bir erkek, annesini ise yaralı askerlere değil de çocuklara hemşirelik yapan bir kadın olarak hayal eder. Kitap iki temel parçadan oluşur; biri kurgu, diğeri ise gerçek. Kurgu olan bölüm, Birinci Dünya Savaşı “yaşanmamış olsaydı” üzerine ve aslında Lessing’in sadece görmeyi umut ettiği kısım. İkinci bölüm ise otobiyografik ve gerçekten Birinci Dünya Savaşı ile paramparça hale gelmiş Lessing’in gerçek yaşamı. On üç yaşında eğitim hayatını geride bırakır Lessing. Sırada Dickens, Lawrence, Stendhal, Tolstoy ve Dostoyevski vardır. Bu bir bakıma kendi yaşadığı gerçeklikten kaçıştır ama yine de yıllar boyu annesinin ve babasının kardeşlerine anlattığı savaş öyküleri son bulmaz. Unutmaya çalışsa da savaş ona göre bir zehirdir, onun deyişiyle, “Büken ve çarpıtan bir zehir.” Yaşı ergeni geçtikçe annesinin de dahil olduğu bütün kadınlara karşı öfke ¥ bir baba, Londra hastanesinde duymaya başlar, çünkü o “hastalıklı” kadınların çocukları da, bu hastalıklı durumdan zarar görüyordu. “Öyle bir kadın nesline sahibiz ki; çocukları olduğu anda kendi hayatını durduruyor. Birçoğu sinir hastası haline geldi, çünkü okuldayken kurdukları hayaller ile yapabildikleri arasında çok büyük fark var” diyen Lessing 19 yaşında evlendiği ve iki çocuğa sahip olduğu Frank Wisdom’dan kendi kişiliğini darmadağın edebilecek olan “bir kişiye tutsak olmak” fikrinden korkarak ailesini terk eder. Lessing’in kadın olma, anne olma, özgür olmaya, kendi “ben”ini kurmaya dair yaşadıklarının birçoğunu yazarın başyapıtı sayılan Altın Defter’inde rastlamak mümkün. KADIN HAREKETİNİN SAVAŞ BORUSU DEĞİL Eleştirmenler tarafından “okurunu provoke eden kitap” olarak tanımlanan Altın Defter, feminist çevrelerce birçok kez tartışmaya açıldı. Bunun en büyük nedeni, kitabın postmodern konusu ya da anlatım tarzıydı. Bir yazar ve yalnız bir kadın olan Ana Wulf’un kızıyla beraber sürdürdüğü yaşamının akılla delilik arasında gidip geldiği öyküsü etrafında kurgulanan kitap, Fransa’nın en saygın ödüllerinden Medicis Ödülü’nü “Yabancı Roman” dalında almıştı. Ödül bir tarafa birçok feminist grup feminist hareketin başyapıtı olarak görse de, bizim tuhaf yazar Lessing kitabı tamamen kadın ve siyasal kimliğini arayan bir kadının “derinlikli” öyküsü olarak ele alarak feminist hareketin başyapıtı olduğu fikrine uzak durmuş, gülüp geçmiş ve şöyle demişti: “Bu kitap Kadın Hareketi’nin savaş borusu değil.” Ama tabii bu demek değildi ki, Lessing kadınları desteklemeyi reddediyor. Kitapla birlikte yazar, kadınların saldırganlık, nefret, cinsellik, nefret gibi duygularını tanımlamaya çalışıyordu. Modern kadının boğuştuğu gerçek sorunlar ve zorlu yaşam koşullarının ele alındığı Altın Defter’de kaosun, şekilsizliğin ve hayal kırıklığının romanı ve dört farklı defter tutmaya karar veren Ana Wulf’un yaşamı ve düş dünyasında şekilleniyordu. Kırmızı defter Ana’nın komünist partiye üyeliğiyle siyasal deneyimleri, sarı defter ananın acıyla sonlanan aşkından kaynaklanan ve aynı zamanda devam eden romanına temellenen duyguları, mavi defter iç dünyasını, rüyalarını, anılarını ve günlüklerini, siyah defter ise Afrika deneyimlerini anlatıyordu. Ne yalan söyleyelim kronolojik olmayan üst üste geçmiş postmodern biçeme sahip olan kitap aslında okuru romandaki ana temaya yöneltmeye zorlayan türden. Doris Lessing’in en uzun ve en etkili çalışmalarından biri olan Altın Defter’in bütünü ele alındığında bir Doris Lessing portresi ortaya çıkıyor ve tabii bu da bizi hiç şaşırtmıyor. Her romanında ve öyküsünde öncelikle yurdu olan çocukluğundan kadınlığına uzanan yolu değişen dünya etrafında temele alan Doris Lessing bugün 91 yaşında ve birkaç yıl önce “Yazmayı bırakmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Hayır asla durmayacağım, çünkü halen üzerinde derinlikli olarak düşündüğüm birçok nevrotik konu var. Şaka yapmıyorum, bu zaten olmalı. Bir romanı tamamladığımda bu ondan harika bir kopuş oluyor. Tek düşündüğüm onu yayıncıya kargoyla yollamak, yani, gurur ve mutluluk. Başka da bir şey yapmaya gerek yok” diyordu. O hâlâ İngiliz edebiyatının yaşayan en önemli yazarı.? Hayatta Kalma Güncesi/ Doris Lessing/ Çeviren: Püren Özgüren/ Can Yayınları/ 226 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1073 SAYFA 5