07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ross King’den ‘Brunelleschinin Kubbesi’ Bir yapının toplumsal ve estetik açıdan analizi Zengin bir kaynakçaya, bu arada Manetti ve Vasari’nin Rönesans sanatçıları ve dönemin arka planındaki toplumsal gelişmeleri üzerine yazdıklarına dayanarak Floransa’daki Büyük Katedral’in hikâyesini ayrıntılı bir döküm halinde kaleme aldığı Brunelleschinin Kubbesi‘nde Ross King, yapım süresi 140 yılı bulan ve nihayet ünlü kubbesiyle 1436’da tamamlanarak Quattrocento’ya (15. yüzyıl) damgasını vuran bu eserin capomaestro’sunu, Filippo Brunelleschi’yi böyle bir öncülük sıfatı içinde tanımlıyor ve onun adıyla bütünleşen bu yapıyı, toplumsal ve kültürel arka planıyla inceliyor. Ë Kaya ÖZSEZGİN Ö. 1. yüzyılda yaşamış Romalı mimar ve kuramcı Vitruvius, Roma İmparatoru Avgustus’a adadığı ünlü eseri De Architectura’nın birinci kitabına, mimarı tanımlayarak girer: “Mimar, değişik bilim dalları ve çeşitli öğretilerin bilgisi ile donatılmış olmalıdır: çünkü diğer sanatlardaki tüm çalışmalar onun değerlendirmesi ile ölçülür. Bu bilgi, uygulama ve kuramın bütünüdür.” (Mimarlık Üzerine On Kitap, Ş. Vanlı Mimarlık Vakfı Yay., 1990). Tufan’dan sonra dikilen Bâbil Kulesi’ni anıtsal mimarlık örneklerinin ilki olarak alırsak uzun asırlar boyunca onu izleyen nice mimarlık anıtının, başka dallardaki eserlere oranla yapımcısının gölgede kalmış olması, Vitruvius’un mimara biçtiği ayrıcalıklı tanımla pek de örtüşmüyor. Ama mimarlık alanında, çağdaşlarının da övgüsünü kazanmış olan Brunelleschi’nin Floransa Katedrali, belki de dönemine öncülük yapmış olması nedeniyle mimarlığın kötü talihini yenmeyi başarmış bir başyapıt olarak dikkatleri üzerinde toplayabildiği gibi mimarının adını da yeterince yüceltir. Bunun önemli nedenlerinden biri, ortaçağ mimarlığının ayrıntıya dayalı ve görkemlilik duygusu uyandıran estetiği karşısında, hem o estetikten hem de antikçağ mimarlığından yararlanarak Rönesans’ın yolunu açmış olması. Bu arada Floransa, iki büyük çağı birbirine bağlayan önemli bir kenttir kuşkusuz; örneğin Boccaccio ve Dante gibi isimler, bu kentle birlikte anılıyor. üretilir. Ama bunlar, Floransa’nın tarih sahnesindeki yerini almasında yeterli nedenler değildir. Floransa komünü, özgün adıyla Santa Maria del Fiore’nin bütün Toskana bölgesinin en güzel ve görkemli yapısı olması için bütün olanaklarını seferber etmişti. Bu idealin önemini kavramış olan genç Filippo ise, katedralin kubbesi için açılan yarışmaya katılırken önüne çıkacak teknik sorunların bilincindeydi. “Kaçış noktası” ilkesini bulduğu perspektif kurallarını mimarlığa uygulama başarısını gösteren ilk mimar o olacak ve işin üstesinden gelebilmek için birçok engeli aşması gerektiği bilincinden yola çıkacaktı. Katedralin ilk temel taşı 1296’da yerine konulmuş ama inşası uzun bir zaman dilimini kapsamıştı. O tarihlerde yapı, Arnolfo di Cambino’nun başlattığı ve daha sonra tamamlayamadan bıraktığı Gotik tarzda bir katedral tasarımına dayanıyordu. O zamandan başlayan dönüşümler ağı, perde perde katedralin yapısına sindikçe, özellikle de kubbe için açılan yarışma sırasında Brunelleschi ve Ghiberti arasında yıldan yıla şiddetlenen rekabet üst düzeye ulaştıkça Santa Maria del Fiore de bütün İtalyan Rönesansı’ndaki yerini alacak düzey ayrıcalığını yaşamaya başlayacaktır. Kaynaklarda, Filippo Brunelleschi’nin (13771446) adı Rönesans mimarlığının ilk büyük ustası olarak geçiyor. Genç yaşında, geleneğe uyarak bir kuyumcu ustasının yanında çıraklıkla başlıyor mesleğe. Zamanla iyi bir kuyumcu ve heykelci oluyor. İpekçiler loncasına kabul ediliyor. Pistosia Lacopo kilisesinin gümüş sunağı ilk önemli eserlerinden biri. Floransa vaftiz evinin kapısı için açılan yarışmayı, az bir farkla Ghiberti’ye kaptırması, aradaki rekabetin ateşini yakan ilk olaydır. Donatello ile dostluk kurar. Roma dönemi eserlerini incelemek için onunla birlikte Roma’ya gider. Oradaki yapıların rölövelerini çıkarır. Roma yıkıntıları üzerinde yaptığı araştırmalar, ondaki antikçağa ilişkin duyarlığı keskinleştirir. Kuyumcular loncasına kabul edilmesinden sonra ilgisini mimarlık üzerinde yoğunlaştırır. Bu arada Ortaçağ mimarlığını tanıyarak yetişmesi, ondaki meslek bilincinin oluşmasında önde gelen bir etken olacaktır. Floransa Katedrali’nin kubbesi, bu dönemin mimarlığından büsbütün uzak değildir. Ancak daha önemli bir ayrım söz konusudur burada: 91.5 m. yüksekliğindeki anıtsallığın yanı sıra organik bütünlüğü öngören Rönesans’a özgü bir mekân kavramıyla karşılaşıyoruz Floransa Katedrali’nde. Ross King de kitabının birçok yerinde bu niteliksel ayrıma işaret eder. Kemer ve kubbelerdeki tonozların karmaşık bir ölçü sistemine göre konumlandırılması, taş, tuğla ve mermer malzemelerin amaca göre kullanımı, sekiz dilimli sivri kubbenin dairesel kubbeden daha yüksek olması nedeniyle projenin bu esasa göre biçimlendirilmesi ve buna benzer başka sorunlar yapının, mimarına ve dönemine özgü bir karakter içinde algılanmasını gerekli kılar. Dönemin önde gelen mimarı, Leon Battista Alberti, Gotik katedralleri kınayıcı bir dil kullanırken, Mısır piramitlerini “çılgın bir fiki” olarak eleştirirken, Santa Maria del Fiore karşısında hayranlığını dile getirmekten kaçınmamıştı: “İnsan ne kadar katı yürekli olursa olsun, buraya gelip de göklere yükselen, gölgesi bütün Toskana halkının üstünü örtebilen o devasa yapıyı gördüğünde, destekleyecek ahşap kirişler ve iskeleler kullanmaksızın bu eseri yaratmış olan mimar Pippo’yu nasıl övmemezlik edebilir?” (s. 106) Mimarlıkta bir örtü elemanı olarak kubbe farklı coğrafyalarda ve farklı kül türlerde değişik tasarım boyutları içinde ele alınmıştır bilindiği gibi. Örneğin Roma, Bizans ya da İslam dünyasında kubbe dizaynı birbirine benzemez. Floransa Katedrali’nin dilimli kubbesi, onu izleyen bir başka dilimli kubbeye, Michelangelo’nun San Pietro’daki tasarımına öncülük yapmakla kalmamış, mimarlığın kıskançlıkla korunması ve uygulamada ödün verilmemesi gereken bir “meslek” olduğu gerçeğine de seçkin bir örnek oluşturur. Kubbe yapımındaki başarısının arkasında, daha önce gerçekleştirdiği iki şapel kubbesiyle ilgili deneyiminin de payı olmuştu kuşkusuz. HEM ÖVGÜ HEM DE YERGİ Ancak Floransa Katedrali, bir öncü eser olarak sanatçısına büyük yükümlülükler getirmişti. Yazarın biyografik roman tadında kaleme aldığı ve dönemin kültürel yapısını da ihmal etmeden sıraladığı olay ve olgular silsilesi arasından fırlayıp çıkan sanatçının profili epeyce etkileyicidir. Olayların girift öyküsünün akışı içinde yaşananların Filippo’ya çıkan faturası, kitapta anlatılan “hikâye”ye bakılırsa oldukça yüklüdür. Ortaya çıkan yeni gelişmelerle birlikte proje için gerekli olan koşulları, işveren durumundaki Duomo’ya kabul ettirmek hiç de kolay olmaz. Carrara’dan getirilecek mermer blokların taşınmasında karşılaşılan güçlükler (Il Badalone olayı), Filippo’nun oğlunun yarattığı sorunlar, Floransa’nın Milano karşısındaki Lucca yenilgisi, tutuklanmaya kadar varan engeller ve daha başkaları. Floransa Katedrali’nin yapım süreci, dönemin bilim adamlarına da yeni ufuklar açmıştı. Bu ise tıpkı Leonardonunkine benzer bir “ingegno” (deha) karşısında bulunduğumuzu kanıtlayacak bir başka olgu. Örneğin dönemin astronomu Toscanelli’nin Santa Maria del Fiore’nin kubbesine yerleştirdiği düzenek “astronomik yolculuk”un kapısını aralamış, Colombus’un “yeni dünya”ya açılmasını hazırlayan etkenlerden biri olmuştu. Brunelleschi gibi yaşadığı dönemde bir yandan eleştirilirken bir yandan da aşırı övgülere boğulmuş bir başka mimar belki de yoktur. Yazar bu gerçeği, merakla okunan bir mimarlık öyküsü olarak, abartıya ve yanlışa düşmeden, kaynaklardan aldığı bilgileri saptırmadan okura aktarıyor. Övgü konusunda, ölçüleri aşarak göklerin bile bu katedral kubbesini kıskandığını öne süren Vasari yanında Manetti de onunla yarışırcasına, Filippo’nun mimarlığının “insan sarraflığı”ndan üstün olduğunu yazmıştı. Kanadalı yazar Ross King, aslında bilimsel bir araştırma niteliği ağır basan kitabında, olasıdır ki romancılığından kaynaklanan öyküleyici bir anlatım yöntemi kullanmayı, böylece bilimsel kitaplara özgü uzman yaklaşımı gerektiren bir dilden kaçınmayı tercih etmiş. Çok satan kitaplar listesine girmesinde, bunun önemli bir etken olduğu kuşku götürmez. Sanat dalları arasında görece sınırlı bir okur kitlesine seslenen mimarlıkla ilgili bu tür araştırma kitapları, bu alana yönelik ilgiyi yoğunlaştırmakta etkili olabileceği gibi mimarlığın toplumsal ve kültürel yapıyla bütünleşen yönlerine dikkat çekmesi bakımından uyarıcı bir katkı da getirebilir. Bu yönüyle Ross King’in kitabında tanık olduğumuz Floransa Katedrali’nin meraklı ve bir o kadar da ilginç öyküsü, aslında bir dönemin sosyokültürel kesitidir. ? Brunelleschi’nin Kubbesi/ Ross King/ Çeviren: Belkıs Dişbudak/ Yem Yayın/ 182 s. SAYFA 17 İ. GENÇ BİR MİMAR Dante’nin deyişiyle Roma’nın ünlü ve güzel kızı Floransa’da, Arno Vadisi üzerinde inşa edilen yapı, yüzyılın salgın hastalıklarının, kent savaşlarının, rekabet ilişkilerinin, başarıların ve düş kırıklıklarının yaşandığı karmaşık bir ortamda, açılan yarışmaların büyük sürtüşmelere yol açtığı boğuntulu bir dönemde yükselen anıtsal kubbesiyle mimarlık tarihindeki yerini alacaktır. Floransa o dönemde Avrupa’nın en zengin kentlerinden biridir. Yün sanayisinin geliştiği kentte en gözde kumaşlar Ross King CUMHURİYET KİTAP SAYI 1073
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle