07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Türkiye’nin yaşayan en önemli felsefecilerinden Doğan Özlem, Tarih Felsefesi’nin yeni basımıyla, bir kez daha okurları selamlıyor. Özlem, akademik kariyerinin erken dönem ürünü olan bu kitabıyla onuncu kez raflarda kendine yer açıyor. Ë Hasan AKSAKAL lk kez yayınlandığı 1984’ten sonra 25 yılda dokuz baskı yaparak, hak ettiği itibarı bir ölçüde gören Tarih Felsefesi, bir kez daha elden geçirilerek okura sunuluyor. Bugüne kadar 20 kitap, 10 çeviri ve 200 civarında makalede imzası bulunan Yeditepe Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Doğan Özlem, on yıllarını verdiği felsefe metinleri üzerinden yüzyıllara yayınlan çetrefilli bir konunun, tarih felsefesi tartışmalarının izini sürüyor. Özlem, tarihe yüklenen çifte anlamdan yararlanarak, başta Alman düşüncesi olmak üzere modern Batı dünyasının anlam haritasını çıkarmanın peşine düşüyor. Kısa bir antik ve ortaçağ değerlendirmesi ile başladığı tarihsel seyirde Özlem, Aydınlanma ve idealizme, romantizm ve pozitivizme çeşitli değinilerde bulunarak, tarihbilim, felsefetarih gibi ikililerle, aslında birbiriyle hem aynı hem de ayrı alanlara nüfuz ediyor. Kitap, 264 sayfalık ana metninden sonra, yaklaşık 200 sayfalık bir ek okuma sunarak, Herder’den Nietzsche’ye çeşitli filozofların tarih felsefesi üzerine yazılarına yer veriliyor. Bu metinlerden birçoğunun daha önce Türk okuruna ulaşmamış yazılar olduğunu belirtmek gerekiyor. Tarih Felsefesi, aslında hemen hiçbir isim ya da kavram özelinde derinlemesine çözümlemelerde bulunmasa da, tarih felsefesi üzerine çalışmak isteyenlere veya felsefe tarihinin önde gelen isimlerinin tarihe Doğan Özlem’in klasikleşen çalışması Tarih Felsefesi yükledikleri anlamlara ilişkin merak taşıyanlara çok güçlü bir özet sunması bakımından temel bir yapıt olma özelliği taşıyor. Avrupa Düşüncesi üzerine önemli bir yan yol açan bu çalışmanın, işlediği konuları güçlü ve kendinden emin bir biçemle ortaya koyarken, İbn Haldun’u “ıskalamadan” Vico’yu ve onun ardıllarının Avrupa düşüncesi üzerindeki etkisini dile getirmesi, tarihe dair bir çift sözü olan herkesin ister istemez çağının değer yargılarını ve kendi kişisel birikimini yansıtarak, yorumlarda ve değerlendirmede bulunduğunu ustalıkla ifade ediyor. Bu yönüyle tarihin ne olduğuna ya da nasıl algılandığına ilişkin verdiği türlü örneklerle okura bir ufuk ve “öğrenme iştahı” veriyor. Bu bakımdan, kitabın en güçlü yanı olarak, başka okumalara yönlendirme etkisini gösterebiliriz. Bununla birlikte kitapta, Doğan Özlem’le Say Yayınları’nın felsefe dilinin zaman zaman örtüşmediği izlenimine kapıldığımızı söylemek mümkün. Zira öztürkçe kullanımının, dilin mantığı gereği yer yer zorlandığı göze çarpıyor. Bu zorDoğan Özlem İ lanmalardan biri olarak, Arapça kökenli kelimelere eklenen “sel”, “sal” eklerini (örneğin “ahlâksal”) İngilizce kelimelere eklenirken görmüyoruz. Bu vurgumuzu “insani” sözcüğündeki, hem Arapça köklü hem de Arapça ekli olan, ancak bu sefer de “i”de şapka kullanılmayan bir örnekle de pekiştirebiliriz. Benzer şekilde “Marksizm” herhangi bir yerde “Marksçılık” olarak geçmiyorken, “determinizm” ısrarla “belirlenimcilik” şeklinde kullanılıyor. Tutarlılık bakımından “yarı teolojik” ifadesinin de, yarı Türkçe yarı İngilizce bir ifade olarak dikkat çektiğini söyleyebiliriz. Ayrıca, “loji”ler dünyasında, Doğan Hoca’nın “epistemoloji”yi kullanmaktan özenle kaçınırken, “sosyoloji”yi “toplumbilim” şeklinde değerlendirmemesi, felsefe dilini öztürkçeleştirilmiş olarak görmek isteyenlere biraz sorunlu gelebilir. Son bir değini ise, metnin küçük bir hata içermesine ilişkin olacak. Kitabın 216’ncı sayfasında “tarihselcilik” sözcüğünün ilk kez Novalis tarafından on dokuzuncu yüzyılın ilkyarısında kullanıldığı belirtilirken, Novalis’in, yüzyılın hemen başında, 1801’de öldüğü dikkatlerden kaçmış gibi gözüküyor. Ancak tüm bunlar, okurun kitaptan uzaklaşmasına yol açacak herhangi bir büyük sorun üretmiyor, kitabın gücünden herhangi bir şey eksiltmiyor. Öyle ki kitabın on birinci baskısı yapılırken elden geçirilecek kadar ufak sorunlar bunlar. Bir kitap eleştirisinin, belki de tek “yapıcı gücü”, değerli bir yapıtın, bir sonraki baskısı için daha da mükemmelleşmesi yönündeki alçak sesli uyarısı olduğunu kabul edersek, Doğan Özlem’in Tarih Felsefesi’nin on birinci baskısına küçük de olsa, bir katkımız bulunmasından mutluluk duyarız. Tarih Felsefesi/ Doğan Özlem/ Say Yayınları/ 478 s. Politikanın kılcal damarları Kültürel anlamların inşası Türkiye siyaset sahnesinin, hemen her sorunda iki, bilemediniz birkaç rol/pozisyondan ibaret olması, yapısal bir sorun. Kuşkusuz, zaten az olan analitik düşünme potansiyelimizi törpüleyen bu yapısal sorun için pek çok neden sıralanabilir. Engin Sarı bunlardan birine, kültürün doğası gereği ayrışma ve birleşmeyi aynı anda inşa etmesine dikkat çekiyor. Ë Rüçhan A. SELİM oketnili, dinli, kültürlü bir kent olan Mardin özelinde; kültür, kimlik, politika kavramları arasındaki ilişkiyi, bunlardan birine belirleyicilik atfetmeden, iletişim odaklı, bitimsiz, her an yeniden kurulan bir denge (anlamlar bütünü) olarak kavrayan çalışma, Türkiye’deki siyasetin bir başka yapısal sorunu ile köprü kuruyor: Kültür ve kimlik politikalarındaki kısır gerekircilik. Anlamların, kültürler arası iletişimde simgeler aracılığı ile sürekli yeniden inşa ediliş dinamikleri çalışmanın ana sorunsalı. Farklı kültür ve kimliklerin inşasında, “paylaşılan bir simge dağarcığının yaratıcı kullanımı ile ortaklaşa oluşturulan” anlamların altını çizen Sarı, bu noktada, aynı simgelerin paylaşımının aynı anlamların paylaşımı anlamına gelmeyeceği şerhini koyarak çalışmaya hatırı sayılır bir alan açıyor. Amaç: Kültür alanında “ezelebet’likler değil, tarihsellikler olduğunu gösterebilmek” ve aynı zamanda “kültürel ve kimliksel olanı yoruma kapatarak sabitlemeye çalışan hegemonik kuramsal söylemlerin, siyasal proje ve ideolojilerin açmazlarından kurtulabilme imkânlarına işaret edebilmek.” Kültür, kimlik, politika arasındaki ilişkinin izini, onlara yüklenmiş mutlak sabitliklerde değil, günlük yaşamın rutininde süren çalışmada; çalışmayardım ve dayanışma ilişkilerinden yemek kültürüne, boş zamanı kullanma biçimlerinden evlilik ve düğünlere, anadilde eğitim gibi üç kavramın kesiştiği konulara kadar yayılan bir yelpazede, tek tek ve gruplar halinde görüşmelerden toplanan veriler yorumsamacı yaklaşıma tabi tutuluyor. Alan araştırması verilerinin dikkat çekici sonuçları var. Ayrıştırıcı bir kimlik bileşeni olarak dinsel kimliğin, sıklıkla etnik kimlik perdesi arkasına itilmesi, dinsel farkın asıl neden olduğu ayrışmalarda, gerekçenin etnik kimliğe ve farka tahvil edilmesi gibi. Aksi örneklere sık rastlanırken yaşlı bir Müslümanın bile bir Hıristiyan ritüeline yaşamı boyunca hiç katılmayışı bir başka dikkat çekici veri. Keza ailesinde Süryani ve Ermeni olan Müslüman Kürt, Türk ve Arapların bunu saklama refleksi göstermesi; kimlik unsuru olarak dünya Ç görüşüne, kente göç ile gelen Kürtler dışında atıf yapılmaması… Engin Sarı, anadilde eğitim hakkı gibi konularda ise “turistik makyaj” olduğunu ileri sürdüğü “kardeşçe bir aradalık” söylemini bozan ayrışmaları da teşhir ediyor. Sarı’ya göre; kültür, kimlik ve politika üçlüsü arasındaki ilişkiyi anlama çabası, iktidar mücadelesine tabi olan ve sürekli değişen bir anlamlar ağı sınırlarında dolaşmayı gerektiriyor. Bu kavrayış, Türkiye siyaset sahnesinde pek itibar edilmeyen, anlamların inşasındaki iktidar mücadelesine odaklanan bir politikayı önemsemeyi beraberinde getirirken, bunun yaratacağı politik imkânlara dikkat çekiyor. Kurumsal yaklaşımı gereği “büyük” ve “kesin” sonuçlara varmayan çalışmanın, gündelik yaşamın dinamik ve bitimsiz politikliğini ele alırken kültürel kimliğin siyasi kimliğin ana yatağı oluşuna yaptığı vurgu, başlı başına, siyasi elitin (ve de partilerin) “Kürt sorunu”na ilişkin siyasetsizliklerini resmetmeye yetiyor. Engin Sarı’nın çalışması, ele aldığı konu itibarıyla Türkiye’deki en önemli politik sorunlardan birine işaret ediyor ve son dönemde artan etnik çatışmalar hakkında analitik bir yeniden okuma daveti yapıyor. Bu, aynı zamanda, karşı kültürlerin izini taşımaktan (paylaşmaktan) kaçınmayan kimlik nosyonuna olduğu kadar, kültürler arası iletişimde farklı anlamlara açık olmayı öne çıkartmak anlamına da geliyor. Kim bilir, bu yolla ve dolayısıyla, demokrasiyi derinleştirme yolu da düşünülebilir. ? Mardin’de Kültürlerarasılık/ Engin Sarı/ İletişim Yayınları/ 392 s. SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1073
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle