07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D azısını hazırlayan yazar masasından Türkçe Sözlük’le güvenilir bir yazım kılavuzunu eksik etmemelidir. “Bir dilin yazımı kullanıla kullanıla oluşur, yerleşir” dense de, artık tek bir yazım klavuzunda uzlaşmaya varmış olmamız gerekir. Böyle bir uzlaşma sağlanamazsa, kimi yazarlar kendi bildiği gibi bir yazımı uygulamaya kalkarsa, çözümsüzlük sürer gider. Bir Arap sözü var: “La şecae fil lüga” derler. “Sözcük işinde yiğitlik taslamaya gelmez” anlamına bir söz. Bir sözcüğün anlamına varmak için sözlüğe bakmaya önem vermek gerekir. Yazım kılavuzu ile sözcük arasında uyum olmalıdır. Böyle bir uyum olmazsa gene yanlışlıklara yol açar. Herhangi bir sözcüğün anlamı ile yazımı için nasıl sözcüğe bakmamız gerekirse, bir şiir alıntısı için de belleğimize güvenmemiz doğru olmaz. Bir ozan dizesini kurarken sözcüklerin orada nasıl yer alacağını belirlemiştir. Herhangi bir yazar o dizeyi aklında kaldığı gibi kullanırsa, en azından, ozanın emeğine saygısızlık göstermiş olur. Özellikle divan şiirinden alıntılarda böyle yanlışlar daha çok görülür. Divan şiirinde “mısraı berceste” denen öyle dizeler, anıt gibi duran öyle beyitler var ki, bir yazıyı açımlamak için onları kullanmak gerekebilir. Ama bellekte kaldığı gibi değil, doğrusunu araştırarak, hangi ozanın olduğunu belirterek. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Bellekte kaldığı gibi le bir anlayıştan yola çıkan derginin söyleyecek yeni bir sözü olmalı. Ne kendini yinelemeli, ne de yanlışa düşmeli. Hazır yargıları kullanmadan yeni görüşler getirmeye çalışmalı. Şeyh Galip’in bir beyitinden yola çıkan Fatih Duman, “Bu yazı kül kokar” diyerek, yanma üzerine düşünsel bir denemeye girişmiş (AZ Edebiyat, Sayı 7, Haziran 2010). Şeyh Galip’in ünlü gazelindeki beyitinin ikinci dizesi yanlış: “Gül ateş gülbün ateş gülşen ateş cuybar ateş Semenderi tıynetanı bestir lalezar ateş.” İkinci dizenin doğrusu şöyle: “Semendertıynetanı aşka bestir lalezar ateş.” Bir bileşik sözcükle yapılan bu tamlamalı beyit Halil Erdoğan Cengiz’e göre şöyle açıklanıyor: “Gül ateş, gül fidanı ateş, gül bahçesi ateş, ırmak ateş: Aşkın semender yaradılışına (semender gibi ateşte yaşamak ve aşk ateşi içinde bulunmak için yaratılmış âşıklara) lale bahçesi olarak yetişir.” İskender Pala’nın yorumlu çevirisine göre: “Gül ateş kesildi, gül fidanı da... Gül bahçesi de ateş, ırmak da... Semendercesine yaşayanlar için aşk ateşinde, kâfidir kızıl lale bahçesi...” Söylencelere göre semender ateşte yaşayan bir yaratıktır. Ateşle beslenir demek daha doğru. Ateşten çıkınca ölür. Demek sevi ateşinde yanan insan da o acıyla beslenir. “İlahi aşk”a erenler için, yaşamak, kendini acılarla sınayarak olgunluğa ulaşma aşamasıdır. Fatih Duman’ın düşünsel denemesi böyle bir anlam derinliğine varmadan bir kül kokusundan söz açıyor. Şükrü Erbaş boşuna söylememiş “Kül Uzun Sürer” diye. SES Aruz ölçüsünü bilmek hüner değildir. Ama aruzu bilenler dize kurarken değişik bir ses arayışına girebilirler. İsmail Karakurt o sesin özellikleri üzerinde duruyor (Pörçük Poetika: Şiirin Kumaşını Çürütmeyen İksir: Ses). Her ozan kendince bir yitik sesin izini sürmeli. Ne diyordu Yahya Kemal Beyatlı: “Belki hâlâ o besteler çalınır Gemiler geçmeyen bir ummanda.” Şeyh Galip’e göre o sesi bulmak için “kelama can vermek” gerekir. Önemli olan şiirde kendine özgü sesi bulmaktır. Ozanın kişiliği bu sese bağlıdır. Belki de ses, biçim dediğimiz bütünün temelidir. Belki de sestir “imge”yi belirgin kılan. İsmail Karakurt “Ziya’ya Mektuplar”da Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ziya Osman Saba’ya söylediklerini anımsatıyor: “Şairin mesuliyeti ve şerefi sesle başlar, sesle biter. Yoksa kelimenin tek başına manasından beklenen güzellik, nesir hudutları içine girer. Var mı yok mu ses! Şiir madeni, güzellik hazinesi, şairin Pantheon’u ‘ses’tir.” ARTIK TAŞRA YOK Yenilikçi İslam Anlayışı’nın önünü açan, 1960’lı yılların sonunda yayımladığı “Edebiyat” dergisiyle Nuri Pakdil oldu. Türkçenin benliğini bulmasına gösterdiği özenle çok önceden Nurullah Ataç’ın da ilgisin çeken Nuri Pakdil, edebiyatta iz bırakan Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Arif Ay, Kâmil Aydoğan gibi adların öne çıkmasında etkili oldu. Önce sözcüklerin gücüne inanmak gerekir. Edebiyatın dili işleme hüneri olduğu unutulmamalıdır. “AZ Edebiyat”ta kimi yazılarda yazım kuralları ile noktalama imlerine özen gösterilmiyor. Kimi yazılarda gündemden düşmüş, eski sözcüklere yer veriliyor. Kuşkusuz “Türk Dili” dergisinde aranan dil özeni “AZ Edebiyat”ta olmayabilir. “AZ Edebiyat” bizi “gündelik bir dilin ötesinde başka bir iklime çağırsa bile”, yeni bir ortam yaratmak da dil işidir. Kurum dergileri ile kurumsallaşan dergiler dışında, özengen çalışmalarla çıkan dergiler yeterince etkili olamıyor. Dergicilik gönül işidir. Cemal Süreya gibi edebiyat insanları, özenci bir çalışmanın içinde bile olsalar, bu işin ustasıydılar. Artık ulaşım, iletişim, bilişim araçlarının gelişmesiyle uzaklar yakınlaştı, taşra anlayışı da değişti. Aydın’ın başka ilçelerinde, örneğin, Söke’de Beşparmak, Didim’in bir köyünde Akköy Edebiyat Dergisi, Akbük Şiir Gezi Çeviri Dergisi, Söke Öykü Roman Dergisi yayımlanabiliyor. Ama bir derginin edebiyatta işlevi olması ne demektir? Dergilerin taranmasıyla edebiyat tarihi yazılacaksa, bir dergi, nice yeniliklerin yolunu açmalıdır. Bildiğimizi sandığımız bir konuya değişik açılardan bakmalıdır. Avanos gibi bir ilçede “Şiiri Özlüyorum” adında bir dergi çıkabiliyor, şiire değişik bir yorum getirebiliyor. Bütün bu girişimler edebiyatımızın gelişmesini sağlayan oluşumlardır. Ama bu çalışmaların süreklilik kazanması belli kişilerin desteğine bağlı olmamalıdır. Özellikle yerel yönetimler kültüre destek olmayı görev edinmelidir. Kendini yenilemek isteyen bir yazar yalnız belleğine güvenmemeli, ele aldığı bir yazının kaynağını araştırmalıdır. Edebiyata, şiire yeni bir yorum getirmesini bilmelidir. Kuşkusuz bir derginin görünen, görünmeyen nice gideri vardır. Gelir olanaklarıysa sınırlıdır. Bu yüzden pek çok dergide bir yazarın içini acıtan şöyle bir söz görebilirsiniz: “Dergide yayımlanan eserler için telif ücreti ödenmez.” Bu konuda AKATALPA özel bir incelik gösteriyor: “Şair ve yazarların bağışladıkları teliflerle yayımlanmaktadır.” Ben kendi köşemde dergilere ayrıca önem veriyorum. Kâğıt giderleriyle baskı giderlerinin ötesinde bir derginin oluşmasında nice emek var. Ozanlarla yazarların yetişmesinde bu emekler göz ardı edilmemelidir. Cumhuriyet kültür temelleri üzerinde yükselecekse, yerel yönetimlerin buna katkısı olmalıdır. Kültür, siyaset aracı haline getirilmemelidir. Bu nedenle yurdumuzda çıkan süreli yayınların korunması ayrı bir önem kazanıyor. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Y “TÜRK DİLİ” E. Rıdvan Çonkur insanın kişilik kazanması üzerine yazdığı bir denemede Fuzuli’nin beyitini yanlış kullanıyor (TÜRK DİLİ “İnsan, Dil ve Gönül Üzerine”, Ağustos 2010). “Aşk imiş âlemde her ne var ise İlm bir kîl ü kal imiş ancak.” Beyit o kadar ünlü ki, yazar, Fuzuli’nin adını anmak gereğini duymuyor. Ancak ilk dizenin doğrusu şöyle olacak: “Aşk imiş her ne var âlemde.” Belli ki yazar şiirin kaynağına bakmak gereğini duymamış. Anlamı açıklayan bir dize ona daha doğru gelmiş. Ama bu özensizlik Fuzuli’ye saygısızlık olmuyor mu? Beyiti tasavvuf anlayışına göre yorumlamak gerekir. Buradaki sevi, insana duyulan “mecazi aşk” değildir. Tanrı’ya duyulan “İlahi Aşk”tır. O yüce sevi yanında bilim dedikodu gibi kalır. Günümüz insanı tasavvufun gizlerine varamadığı için “gerçek sevi” ile insanda nasıl bir kişilik oluştuğunu anlayamaz. Zaten Rıdvan Çonkur da böyle bir kişiliği aramıyor. Dil ile gönül arasındaki yakınlıktan yola çıkarak Türkçenin gücü ile gönül zenginliği arasında yakınlıklar kurmaya çalışıyor. Fuzuli’nin yanlış alıntılanan dizesinden yola çıkarak değinmek istediğim iki konu var. “Türk Dili” dergisinin “Yazı Kurulu”nda altı bilim insanı görev almış. Bunların hepsi de edebiyat kökenli bilim insanları. Gelen yazıların denetlenmesi gerekmiyor mu? Rıdvan Çonkur, yazısı denetlenmeyecek bir yazar mı? Ama “Yazı Kurulu”nun denetiminden geçseydi böyle bir yanlışa düşülmeyebilirdi. Türk Dil Kurumu’nun yayın organı olan “Türk Dili” dergisi “ulusal hakemli dergi” niteliği taşımaktadır. Bu durum dergideki yazılarda Türkçe sözcüklere öncelik tanınmasına engel değildir. Rıdvan Çonkur’un yazısında Türkçe karşılıkları yaygınlık kazanan öyle sözcükler var ki, bunların Türkçelerini kullanmak daha doğru olurdu? Örnekse: “Şahsiyet, nazari, kelime, bahsetmek, unsur, mısra, mana, lüzumsuz, idrak, millet, âlem, maksat” gibi sözcükler yerine dilimizde yaygınlık kazanmış olan Türkçeleri kullanılamaz mıydı? Bir yazarın biçemi eski sözcükleri kullanarak mı kişilik kazanır? “Yazı Kurulu”nun bu konuda uyarıda bulunması Türk Dil Kurumu’nun ilkelerine de uygun düşmez mi? “Ulusal hakemli dergi” niteliği kazanması bu sözcüklerin Türkçelerini kullanmaya engel midir? Yukardaki sözcüklerin yerine Türkçede yaygın karşılığı olan şu sözcükler kullanılamaz mı? “Kişilik, kuramsal, sözcük, sözünü etmek, öğe, dize, anlam, gereksiz, kavrayış, ulus, evren, amaç.” “Türk Dili” dergisi yazarının “tartışılan sözcükler”i bile kullanarak genel dile alıştırması beklenir. Dergiyi yönetenlerin bu yoldaki çalışmaları özendirmek için ilkeli bir anlayışı benimsemeleri gerekir. Sözü yeniden Fuzuli’nin beyitine getirecek olursak, Rıdvan Çonkur aruz ölçüsünü iyi bilseydi, birinci dizeyi yanlış kullanmamaya özen gösterirdi. “AZ EDEBİYAT” Nazilli Aydın’ın Denizli’ye de yakın olan ilçesi. Böyle iki büyük il arasında kalmasaydı onun da il olması beklenirdi. Bu çok gelişmiş ilçe il olmayı çoktan hak etmişti. “AZ Edebiyat” (A’dan Z’ye Edebiyat) Nazilli’de üç ayda bir çıkan, Yenilikçi İslam Anlayışı’na yakın duran bir edebiyat dergisi. Böy Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1073 SAYFA 26
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle