07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KİTAPÇI A.Akal, Ç. Gündeş, N. Yılmaz, M. Yener Ottoline Okula Gidiyor/ Yazan ve Resimleyen: Chris Riddell/ Türkçeleştiren: Murat Mehmet İnceayan/ İş Bankası Kültür Yayınları/ 2010/ 170s./ 8+ yaş Bazı kitaplarda resim ve metin dengelidir. Bu kitapta görsel zenginliğin metnin çok önüne geçtiği söylenebilir. Yabancı basında da bu özellikleriyle yer almış: Guardian kitabı, “Çok güzel resimlenmiş,” diye tanımlıyor. Daily Mail ise, “Çok zevkli resimler, kurnazca süslemeler, akıllıca resimsel sürprizler ve görsel şakalar söz konusu” diye özetliyor. Ottoline’ın annesi babası dünyayı dolaşan koleksiyoncular olup çok sık seyahat ettiklerinden kartpostallarla haberleşirlerdi. Ottoline yalnız yaşardı ama yalnız kalmazdı, en azından köpeği Bay Munroe ona arkadaşlık ederdi. Ottoline’ın arkadaşı Cecily farklı yeteneklilerin eğitim gördüğü Alice B. Smith okuluna gidecektir. Ottoline da arkadaşıyla aynı okula gitmeye karar verir. Acaba okulda kendisinde nasıl bir yetenek olduğunu bulacaktır? Okulda günler geçer, bütün çocuklar yetenekli oldukları etkinlikleri keşfetmeye başlar: Perdelerle kâğıt katlama sanatındaki olağanüstü yetenekler, havada çiçek düzenlemedeki şaşırtıcı yetenekler, tabak döndürmedeki olağanüstü yetenekler bir bir ortaya çıkar. Ottoline hepsini dener ve ancak hiçbirinde başarılı değildir. Öykü içinde küçük küçük öyküler de anlatılıyor. Resimler ise bir yandan metni anlatırken bir yandan özgür yeni öykülerini oluşturuyor. Ispanakçı Vampir/ Gudrun Pausewang/ Çizmeli Kedi Kitaplığı/ Resimleyen: Marcus Grolik/ Türkçeleştiren: Ersin Atayman/ 158 s/ 9+ yaş Basil bir vampir. Korkunç ailesinin yedi çocuğundan biri. Korkunç Ailesi Küçük Kıyı Mahallesi’nde yaşıyor. Hepsi de birbirinden soluk, renksiz, cılız çocukları var, yani vampirlere göre sağlıklı ve güzel çocuklar aslında. Baba Jarmil Korkunç domuz çiftliği işletiyor. Vampirler artık eski zamanlardaki gibi kan emerek yaşamadıkları için hazır şişelenmiş kan satıyor. Anne Jule de çiftliğin para işleriyle ilgileniyor. Çift gündüzleri uyuyup geceleri çalışıyor. Aslında Küçük Kıyı kasabasındaki tüm vampirler gündüz uyuyup gece yaşıyor. Baba vampir Jarmil “Ben öldükten sonra çiftliğin işlerini kim yürütecek?” diye endişelenirken Jule Korkunç’un bir bebek beklediğini öğreniyorlar. Erkek olup çiftliğin başına geçeceğini hayal ediyorlar. Derken beklenen an geliyor ve tam da hayal ettikleri gibi bir erkek çocukları oluyor. İlk anda çok sevinen çift bebeğin biraz tombulca olmasından rahatsız olsalar da vampir dişlerinin çıkacağını umuyorlar. Ancak bebeği gören herkes deyim yerindeyse tiksiniyor. Çünkü Basil adını verdikleri bebek kıpkırmızı tombul yanakları, güleç yüzü ile daha çok bir insana benziyor. Basil büyüdükçe daha güler yüzlü ve tombul bir bebek oluyor. Zamanı geldiği halde vampir dişleri de çıkmayınca Jule bir de ebeden yardım istemeye gidiyor. Ebenin önerisi Basil’e patates püresi yedirmek. Böylece ya midesinde bir sorun olduğu saptanacak ya da… Basil ebenin hazırladığı patates püresini büyük bir iştahla yiyor. Ebe ve Jule çok üzülüyor ve bir deneme daha yapmaya karar veriyorlar. Kocaman bir tabak ıspanak yemeği… İşte o an Basil’in daha doğrusu Korkunç ailesinin kaderinin değiştiği an oluyor. İşte bu Jule için tam bir kâbus… Jule ıspanak pişirmeyi bilmediğinden Korkunç Ailesi hemen bir bakıcı aramaya koyuluyor. Ancak kendi çevrelerinden hiç kimse bu işe yanaşmıyor. Çünkü Basil her gün ıspanak yemek istiyor ve hiçbir vampirin bu iğrenç kokuya tahammülü yok. Neyse ki şans Basil’den yana çıkıyor ve Olga adında üstelik çok da güzel yemek yapan birini buluyorlar. Olga bir insan ve iyi bir aşçı; üstelik Basil’i de çok seviyor. Basil gittikçe daha mutlu ve güleç bir çocuk oluyor. Bu durum sadece aileyi değil komşuları da rahatsız edince Korkunç Ailesi Küçük Kıyı’dan ayrılmak zorunda kalıyor. Bu süreç de Jarmil ve Jule’nin başka çocukları da oluyor. İkiz kızları da doğunca aile iyice genişliyor. Çocuklardan kimisi aileye yakışır şekilde tam birer vampirken kimisi de hem vampire hem insana benziyor. Anne ve baba vampirler her şeye karşın bir gün Basil’in her vampir gibi birini ısırıp normale dönmesini bekliyor. Tam da bekledikleri gibi Basil bir gün parkta dolaşan bir kızın boynuna atlayıveriyor. Üstelik son derece mutsuz, soluk ve bezgin görünen bir kız bu. Ama ilginç bir şekilde Basil dişlerini onun boynuna geçirir geçirmez kızın yüzüne renk geliyor. Gülümsemeye başlıyor. Ancak Basil’in rengi soluyor, güçsüzleşiyor. Sonra mı? Yooo! Sonrasını anlatamayız. Vampir öykülerinden hoşlananlar, gülmeceyi ve ıspanağı sevenler kısacası herkes kendi bulsun bu eğlenceli ve ilginç romanın sonunu. Ispanakçı Vampir, sizden farklı olana bakış açınızı değiştirecek, “Herkes toplumun dayatmalarına göre yaşamalıdır!” görüşünü sorgulamanızı sağlayacak bir kitap. Bizden farklı olanların da yaşam hakkı olduğunu, en az bizim kadar haklı ve doğru olduklarını düşünmemizi sağlayacak bu kitabı sadece çocuk okurlara değil ama özellikle anne babalara öneririz. Çocuklarımızı oldukların gibi kabul etmek, bizden farklı bireyler olduğunu anlamak, onların mutluluğunun belki de her şeyden önce ve önemli olduğunu anlamak için… Herkese iyi okumalar! Unutmadan; Basil çok değişik ve başarılı bir iş adamı oluyor. Sizce hangi alanda? Sarışın Janeİkiz Casuslar/ Jill Marshall/ Türkçeleştiren: Nursel Yıldız/ Tudem Yay./ 2010/ 230 s./ 9+ yaş Isı ve yangın dirençli casus giysisi; kırbaç olarak kullanılabilen at kuyruğu modeli saç; ayakkabıların altında jet yastıkları; gündüz, gece görüşüne keskinlik kazandıran, bilgi aktarımı yapan ultragözlük; roket şeklinde, uçan pırıltılı tokalar; buzdan bir kızak; gizemli bulmaca kitabı… Dünya üzerinde bunlara sahip sadece bir kız var: Müthiş Casus Janey. Sarışın Jane dizisinin üçüncü kitabı İkiz Casuslar’da Janey’nin serüveni devam ediyor. Dizinin birinci kitabında Janey’e olmadık zamanlarda armağan ve mektuplar gönderen, babasının kardeşi Solomon, vaftiz anne olduğunu iddia eden yaşlı kadın, Janey’nin peşinde olan Sinerlsaglarla adlı bir grup ve pek çok tuhaflıkla karşılaşmıştık. Janey’in annesinin belleğinin niçin, nasıl silindiğini ve Sarışın Jane’in gerçekte kim olduğunu öğrenmesi küçük casusu çok heyecanlandırmıştı İkinci kitapta pek değerli casus kedisi Bela’nın kaçırılması üzerine Janey Brown müthiş casus Sarışın Jane olarak ikinci görevine başlamıştı. Bir grup çatlak bilim adamı kedilerin dokuz canlı olmalarının sırrını çöz düklerini sanıyordu. Fakat deney yapmak için Bela’ya ihtiyaçları vardı. İz sürmeye yarayan casuspodu ve son sürat uçan kızağı ile Sarışın Jane maceraya hazırdı. Bu kez Janey Brown, ikizi olduğunu iddia eden biriyle karşılaşıyor. Yoksa da Janey, gizli bir klonlamayla mı karşı karşıya? İşte kitaptan tadımlık birkaç satır: “Janey yerkürenin içinden, bulanık çevresini algılamakta zorlanarak, kıvrıla kıvrıla ve yıldırım hızıyla geçti. Şimdi dünyanın çekirdeğine yaklaştıkça çekim gücünü hissediyordu. Gezegenin tam merkezindeki şaşırtıcı, eflatun renkli, sert korların arasından geçmek için uçan–ayaklarından destek alırken sırıttı. Kesinlikle manyetik alandan kaynaklanıyor bu, diye düşündü. Vana’nın bahçesine vardığında casusateşsoğutucudonanımının kaskı, manyetik deneyler setindeki demir tozlarına benzeyen, ince madensel tüylerden oluşan gri bir pusla tamamen kararmıştı.” Bu komik ve çılgın serüven fantastik kitaplardan hoşlanan okurların ilgisini çekecek. Konuşmak Yok!/ Andrew Clements/ Türkçeleştiren: Mine Kazmaoğlu/ Günışığı/ 2010/ 152s./ 812 yaş “Müdür yine, ‘KONUŞ!’ diye bağırdı. İşte bu, bardağı taşırdı. Alarm sınırını aşma sırası Dave’e gelmişti. Ateş püsküren gözlerle Bayan Hiatt’a baktı ve, ‘Şu anda, canım istemedikçe hiç de konuşmak zorunda değilim. Bu bizim yemek saatimiz. Hiçbirimiz konuşmak zorunda değiliz burda!’ diye bağırdı. O sırada aklına, televizyon programlarında birçok kez duyduğu bir cümle geldi. Genellikle eli kelepçeli suçlulara söyleniyordu gerçi ama fark etmezdi nasılsa. Kafeteryadaki sınıf arkadaşlarına şöyle bir göz gezdirdi ve, ‘Konuşmama hakkınızı kullanabilirsiniz!’ diye bağırdı.” New Jersey Laketon İlköğretim Okulu’nun beşinci sınıfında neler oluyordu böyle? Her şey Dave’in Hindistan üzerine kütüphaneden aldığı iki kitapla başlamıştı. Dave, kitaplardan birinde Gandhi hakkında şunları okumuştu: “Gandhi, uzun yıllar boyunca, her haftanın bir günü hiç konuşmadı. Bunun, zihnini düzene sokmanın bir yolu olduğuna inanıyordu.” “Zihnini düzene sokmak” ne demekti? Hele, bir gün değil de haftanın tüm günlerinde konuşmamak, insan zihninin çalışma biçimini nasıl değiştirebilirdi acaba? “Konuşmamak onu… daha akıllı yapar mıydı?” Basit bir merakla başlayan ve bir yarışma halinde tüm sınıfa yayılan bu “konuşmama” deneyimini, beşinci sınıflar sağ salim atlatacaklar mı dersiniz? Kim yenilecek, kim üzülecek, yoksa herkes bu deneyimden kazançlı mı çıkacak? Yazar, kızlarla erkekleri zor bir mücadeleyle karşı karşıya getirirken, okurları iletişim, haklar ve özgürlükler üzerinde düşündürüyor. Romanın arka kapağından bir alıntı: “İlköğretim yıllarında sessiz kalabilmenin, birbirini ve kendi iç sesini dinleyebilmenin önemine dikkat çeken yenilikçi bir roman.” ? cuk kitabı yazdığı ve dillerini çocuğun anlam evreninde gezdirdikleri göz önüne alınırsa yapıtın çocuk kitabı olarak anılması doğru olur. Fakat kitaptaki metinlerin hepsi için bunu söyleyemeyiz. Ben yine de bu değerli çalışmanın okuruyla sağlıklı bir buluşma yaşayabilmesi için yaş öbeğini biraz daha yukarıya çekmekten yanayım. Kitapta insani özle tartılacak anılar gizli. Anı okumaları yaparken kendimizi metne eklememiz çok da kolay olmaz. Bu nedenle, yürek galerisini sonsuzca açan yazarların anıları genç okura neler söyleyecek/söylemeyecek bunu zaman gösterecek. İZMİR YÜZLÜ ÜÇ ÇOCUK Söz etmek istediğim bir başka anı kitabı Hacer Kılcıoğlu’nun kaleminden. Günışığı Kitapları’ndan çıkan “İzmir’de Üç Çocuktuk” adlı yapıtta Sezen Aksu, Haluk Bilginer ve Meltem Cumbul’un çocukluğundan söz ediliyor. Üçü de İzmir yüzlü, üçü de delifişek. Kendi anılarını veya başkalarının anılarını yazarken farklı biçemler geliştirir yazarlar. Onları okunmaya değer kılan, tutturulan dildir. Sartre, “İnsan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır” der. Hacer Kılcıoğlu anılarını yazmak istediği isimleri yakından tanıyanlara, ailelerine ulaşmış öncelikle. Onlardan dinlediklerini kendi dilinde yoğurup anlatmış. “Kitaba sığmayanlar” bölümünde kitabın yazılış serüveni var. Öğreniyoruz ki, Sezen Aksu’nun çocukluk anılarını yazarken kendisine ulaşamamış Hacer Kılcıoğlu; Aksu’nun ailesinin anlattıkları yer alıyor onunla ilgili bölümde. Anılarına yer verilen üç adın ortak özelliği, çocukluklarının İzmir’in Köprü semtinde geçmiş olması. Hacer Kılcıoğlu kitabında, kendinin de yaşadığı Köprü semtinin ve çevresinin resmini çizmiş. “İzmir’de 1960’lı yıllar… Geniş zamanlar. Konak’tan çan çan sesiyle gelen tramvay Caddesi’ne bir adım ötede, Köprü semti. Evlerin orta yerinde bir park. Bin bir çiçekle bezeli Behçet Uz Parkı. Mahallenin tüm ço cuklarının ortak oyun alanı. Sabahtan akşama, dünyanın en güzel oyunlarını oynamaktalar burada. Akşam olmasa oyunlar bitmese…” Hacer Kılcıoğlu’nun esprili, içtenlikli, akıcı dilini tanımak, eskiden İzmir’de yaşanan mahalle hayatına tanık olmak için hoş bir olanak. Belgesel çalışmaları seven Kılcıoğlu belki başka isimlerin anılarıyla da buluşturur okurunu. Bu ünlülerin çocukluğunu merak eder misiniz bilmem (ben etmezdim), aslına bakarsanız onları anlatmak bahane; bir kentin soluğudur bizi kendine çeken. İzmir’de Üç Çocuktuk’u okurken 1960’lardaki İzmir yavaştan tutacak elinizi “Sözüm söz, gireceğim bu gece düşüne” diyecek… ? www.maviselyener.com *Ünlüler de Çocuktu/ Hikmet Altınkaynak/ Can Çocuk/ 222 s. / 2010 *İzmir’de Üç Çocuktuk/Hacer Kılcıoğlu/Günışığı Kitaplığı/ 223 s./ 2010/ 14+ SAYFA 29 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1073
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle