07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayşe Buğra ile ‘Sınıftan SınıfaFabrika Dışında Çalışma Manzaraları üzerine Hepimiz işçiyiz! Hâlâ öncelikle fabrikayı, atölyeyi kısacası modern endüstriye özgü üretim ve çalışma ilişkilerini çağrıştırıyor işçiemekçi kavramı. Kapitalizmin esnek üretim örgütlenmesinin emek “piyasasında” yol açtığı büyük ayrışma, parçalanma ve çeşitlenme, global düzeyde oluşan “amele pazarı”nı görmeyi güçleştiriyor. Ayşe Buğra,“Sınıftan SınıfaFabrika Dışında Çalışma Manzaraları”nda bu bağlamda işçiemekçi deyince hemen akla gelmeyen mevsimlik tarım işçileri, sinema emekçileri, futbol emekçileri, öğretmenler, sağlık çalışanları, ofis çalışanları ve onların “işçi” olma deneyimlerini büyüteç altına alıyor. Derleme, genç araştırmacılar Taylan Acar, Esin Ertürk, Özgür Burçak Gürsoy, Ebru Işıklı, Aysun Kıran ve Sevecen Tunç’un katkılarıyla Türkiye’de emek ilişkilerinin ve sömürüsünün çarpıcı manzaralarını gözler önüne seriyor. Ayşe Buğra ile Sınıftan SınıfaFabrika Dışında Çalışma Manzaraları’nı konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR oğaziçi Üniversitesi’nde verdiğiniz seminerden ve bağlamında da kitabın oluşum sürecini sorarak başlayalım söyleşimize. 2004’ten beri verdiğim bu seminer, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde, çok disiplinli bir modern Türkiye tarihi master ve doktora programı içinde. Öğrencilerin arasında farklı bölümlerde, mesela siyaset bilimi veya iktisat bölümlerinde okuyan bir iki kişi de olabiliyor ama çoğunluk Atatürk Enstitüsü öğrencisi. Lisans formasyonları değişik. Seminer çalışma hayatı, işçi hareketleri ve işçi örgütleriyle ilgili. Marx, E.P.Thompson, H. Braverman, K. Polanyi’den klasik metinleri ve çalışma hayatının 1980 sonrası dönüşümlerini ele alan yeni çalışmaları tartışıyoruz. Öğrenciler mutlaka Türkiye’yle ilgili saha araştırmasına dayanan ampirik bir çalışma yapıyor. Örneğin bu yıl yapılan ödevler arasında pazarcıları, taksicileri, barlarda çalışan gençleri ele alanlar vardı. Öğrenciler bu tür çalışmaları severek, çoğu zaman da çok iyi şeyler yapıyor. Ödevin iyi olması, konunun sağlam bir yöntemle toplanmış ampirik verilerin, teorik bir temel üzerinde, tarihsel bağlama oturtularak tartışılmasına bağlı oluyor. Makalelere temel oluşturan ödevlerin yapıldığı dönem, bu her zamankinden de daha belirgindi. Ayrıca konular da birbiriyle örtüştü ve o dönem yapılan beş ödevle bir önceki yıl yapılan bir ödev, hep birlikte, bize fabrika dışındaki çalışma hayatının günümüzdeki biçimini gayet iyi ortaya koyan bir tablo sundu. Kitap böyle ortaya çıktı. İNSANİ DÜZEN... BELKİ BİR GÜN! Niteliği sürekli değişen sınıf aktörleri ve sınıf ilişkileri neleri ortaya koyuyor? Emeğin metalaşması hayatın kontrolünü yitiren insanı nasıl biçimliSAYFA 18 B yor? Marx mesela bu anlamda köşeye yıldan bu yana nasıl bir değişime uğrasıkışma noktalarını “mutlak artık dedı? Özellikle yeni patron, yeni sınıfsal ğer” kavramından yola çıkarak nasıl sistemler nasıl tanımlandı ve konumifade etmiş ve öngörmüştür? landı? Marx, yaşamak için emeğini satmak Marksist teorinin birçok yanı eleştirilebilir, günümüzdeki geçerliliği tartızorunda kalan ve metalaşan emeğine şılabilir ama onun katkısının çok etkiindirgenen insanın halini anlatıyor. Bu, leyici yanları var. Bunlardan biri, artık onaltıncı yüzyılda başlayan ve sanayi değer kavramıyla, sömürünün zamanla devriminden sonra iyice çarpıcı bir biilgili bir şey olduğunu göstermiş olmaçim alan bir hikâye. Thompson gibi sı. Birileri birilerinin zamanına yani haPolanyi gibi yazarların hikâyeleriyle de yatına el koyuyor. Satılan şey zaman, yani hayat ve bu satış, insanın hayatı üzerindeki kontrolunu kaybetmesine yol açıyor. İş gününün süresi, 19. yüzyıl sınıf mücadelesini tanımlayan şey. Bunun için Marx, on saatlik iş günü nihayet yasalaştığında, “proletaryanın ekonomi politiği burjuvazinin ekonomi politiğine karşı zafer kazandı” diyor. Bu mutlak artık değerle ilgili bir şey. Daha sonra, bu noktadan sonra olacakları göreli artık değer kavramıyla anlatıyor ve kendi hayatında henüz gerçekleşmemiş olanı anlatıyor. Makineleşmeyle birlikte çalışmanın giderek yoğunluk kazanmasını, Taylorizme giden yolu gösteriyor. Böylece zamanın hem uzaması ve hem de sıkışması sonucunda ortaya çıkan sorunları, insanın çalışma süreci, sosyal ilişkiler ve hayatın bütünü içindeki, hem başkalarını hem de kendini kaybetmiş konumunu görüyoruz. İşçiemekçi kavraAyşe Buğra, Türkiye’de emek ilişkilerinin çarpıcı manzaralarını mı ve algısı geçen yüzgözler önüne seriyor. epeyce örtüşüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 1944 Philadelphia Bildirgesi’nde kullanılan “Emek meta değildir” ifadesi de tam bu hikâyelerdeki durumu sorunsallaştırıyor ve insanı içinde yaşadığı toplumun parçası olan sosyal bir varlık olarak görmenin önemine işaret ediyor. Burada kesinlikle bir işçiemekçi yüceltmesi görmüyoruz, aksine insanın çalışma hayatındaki konumundan bağımsız olarak kendi toplumsal ve insani niteliğiyle tanımlanabileceği bir üretim süreci ve toplum düzeni arayışı görüyoruz. Bu aynı zamanda, insanın piyasa kurallarından daha önemli olduğu bir düzen arayışı anlamına geliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında böyle bir düzenin tam anlamıyla gerçekleştiğini söylemek mümkün değil. İşçi emekçi güzellemeleriyle dolu reel sosyalizm deneyimi de insanın insani potansiyelini gerçekleştirmesine zemin hazırlamak açısından pek başarılı sayılmaz. Ama bu dönemde söz konusu arayışın gerçekliği ve iktisat politikaları üzerindeki etkisi de tartışılmaz. Aşağı yukarı 1980’lerden itibaren biçimlenmeye başlayan ve postFordizm ya da neoliberalizm kavramlarıyla tanımlanan günümüz kapitalist toplumlarında ise bu arayışın kendisi saldırıya uğradı, anlamsız ilan edildi, piyasa kurallarının insana üstünlüğü iktisat politikalarını tanımladı. Bu politikalar, yarınını bilmeden çalışmayı ve çalışma hayatının her an kesintiye uğrayabilirliğini olumlu bir şey olarak yüceltirlerken bir yandan da “çalışmayana ekmek yok” anlayışını pekiştirdi. İnsanlardan, iş neredeyse oraya gitmeleri ve iş değiştirebilmeleri beklendi, işin durmadan yeniden tanımlanmasına, “esnek” iş saatlerinin değişmesi ve uzamasına, bu ortamda iş arkadaşlıkları kurmanın, sosyalleşmenin, düzgün bir aile hayatı sürdürmenin imkânsızlaşmasına ayak uydurmaları istendi. Bunu yapamayanların çektikleri acılar bir yana, yapabilenlerin de R. Sennett’in kullandığı kavramla “karakter aşınması”na uğradıkları söylenebilir. Vurgulanması gereken, sözü edilen kesimin, işçi denildiğinde hemen aklımıza gelen fabrika işçisi tipinin ötesinde, hizmet sektöründe çalışan pek çok farklı meslek erbabını kapsıyor oluşu. Bugün çalışanların en büyük kısmı hizmet sektöründe ve bu sektörde yer alan doktorlardan temizlik işçilerine, tasarımcılardan öğretmenlere kadar tüm çalışanların, gelir ve yaşam tarzı farklılıklarına rağmen, yukarda değindiğim türden sorunlarla karşı karşıya olduklarını söyleyebiliriz. Bunlar, ziraat işçilerini veya fabrikada çalışanları da etkileyen sorunlar. EMEĞİN MÜLKSÜZLEŞMESİ... Günümüzün büyük dönüşümü içinde çalışanların deneyimlerini anlamaya çalışırken nasıl bir yöntem izlediniz? Ayrıca hizmet sektöründeki dönüşümler konusunda “mülksüzleşme” olgusundan bahsediyorsunuz. Nasıl bir “mülksüzleşme” bu? Biz derse Grundrisse’den bazı bölümler okuyarak başlıyoruz. Bu bölümlerde Marx, sermayenin bir “şey” değil bir ilişki olduğunu anlatıyor. Topraktan kopan köylü, iş aletlerinden ayrılan bağımsız zanaatkâr, “özgür emek” olarak bu ilişkinin bir tarafını oluşturuyor. Özgür emek bir anlamda gerçekten özgür, yani mese ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1073
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle