07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O ndré Gide’nin özyaşamöyküsünü anlattığı Tohum Ölmezse (Ağustos 2010, Can yay.) nihayet Türkçe’de. Orijinali 1924’de yayımlanan kitap Aysel Bora’nın çevirisi ile yayımlandı. Tohum Ölmezse’de André Gide çocukluğundan başlayarak yirmi altı yaşına kadar ailesini ve okul hayatını, yazmaya başlamasını, dostlarını, aşklarını anlatıyor. André Gide, 1869’da doğmuş. Babası protestan annesi katolik. Çocukluk çağındayken hukuk profesörü babasını kaybediyor ve tamamen annesine bağımlı olarak büyüyor. Annesi dinine bağlı, disiplinli, korumacı bir kadın. Oğlunu da tamamen kontrol altında tutarak, baskıcı bir anlayışla yetiştiriyor. Yediğine, içtiğine, okuduğuna, arkadaşlarına kısacası her şeyine karışıyor. Annenin bu tavrı André Gide’in içine kapanık bir çocuk olarak büyümesine neden oluyor. Pek fazla arkadaşı yok. Bu nedenle de aile bağları çok önemli. Kuzenleriyle arkadaşlık ediyor ve kendinden iki yaş büyük kuzeni Emmanuele’ye âşık oluyor. Sık sık hastalandığı ya da hasta numarası yaptığı için düzenli olarak okula da gitmiyor. Eğitimini genellikle özel öğretmenlerle sürdürüyor. André’nin müziğe ve edebiyata yetenekli olduğu anlaşılıyor. Piyanoya tutkuyla bağlı... Nereye gitse kendi piyanosunu götürüyor ya da bir piyano bulup çalıyor. André Gide, ilk gençlik çağlarında dinine bağlı, dini kurallara uyan, onlarla hayatını biçimlendiren bir kişilikte. Anlattıklarından birçok duygusunu, arzularını içine attığını, bastırdığını hissediyoruz. İlginç olan da bu kadar katı ahlakçı bir anlayışın bireysel açıdan en uç noktaya dönüşmesi. André Gide’in hayatı edebiyat çevreleri ile tanışması ile birlikte değişiyor. Edebi ve felsefi okumaları onun kendini sorgulamasını sağlıyor. Pierre Louys, Mallarme ilk tanıştığı yazarlar. Özellikle Oscar Wilde’la tanışmasından ve onun cinsel tercihlerini ifade etmedeki rahatlığından etkilendiğini söyleyebiliriz. 349 sayfalık kitabın ilk 263 sayfasında tanıdığımız André Gide ile 86 sayfalık ikinci bölümdeki André Gide tamamen zıt kişilikler. 24 yaşında yakın arkadaşı Paul Laurens’le birlikte Cezayir’e gitmek üzere gemiye binene kadarki yaşam biçimini şöyle tanımlıyor, “O zamana kadar SAYFA 12 kuduğum Kitaplar METİN CELÂL ğına, yaşadığına inanır. Lalita’ya büyük bir tutkuyla bağlanır. Oysa Lalita, kendini bir Hintli değil bir Amerikalı olarak hissetmekte, ailesinin anavatanı Hindistan’a hemen hiç ilgi duymamaktadır. Profesör Roth, Lalita’nın babasının ülkesine düşkünlüğünden, kızlarının Hindistan’ı tanıması, ülke geleneklerine uyması, hatta bir Hintli gençle evlenmesi arzusundan yararlanarak Hindistan’a sahte bir okul gezisi düzenler. Lalita, basketçi sevgilisinin de katılacağı umuduyla dahil olduğu gezi aslında sadece onun için düzenlenmiştir. Yolculuğun başında büyük tepki gösteren Lalita, zamanla kaderine boyun eğer, hatta bu gezinin keyfini çıkartmaya başlar. Profesör Roth’un Kamasutra’yı rehber edinerek sabırla yürüttüğü bir planla da Lalita onunla sevişmeye başlar. Ölü Bir Dilde Aşk’ın konusunu anlatmaya kalktığımızda ortaya böyle bir özet çıkıyor. Ama roman konusunun yanında yazım tekniği ile de ilgiye değer. Öncelikle de konusundan çok anlatımı ilginizi çekiyor. Kaynakçasından, dizinine dek bir bilimsel eser havasındaki romanda profesör Leopold Roth’un Kamasutra çevirisi, çeviri hakkındaki yorumları, Hint asıllı asistanı Anang Saighal’ın Roth’un ölümünden sonra çeviriyi toparlarken eklediği dipnotlar ana metni oluşturuyor. Bu ana metin birçok “bilimsel eser”den (!) ve daha önce Kamasutra hakkında çalışma yapmış ya da Hindistan’da yaşamış kişilerin kitaplarından, profesörün çevresinde yer alan aile dostları ya da oğlunun sevgilisi gibi kişilerin anı ve romanlarından yapılmış alıntılar tamamlıyor. Bunlara profesörün kendine has yorum tekniğinin ürünü olan çizgi roman, oyun vb. görsel materyal de ekleniyor. Gerçekle yapıntı iyice birbirine karışmış durumda ve kitapta yer alan Kamasutra çevirileri dahil her metinin doğruluğundan kuşkulanıyorsunuz. Romanın yazarı Lee Siegel’le kahramanının birbirleriyle örtüşen hayat hikâyeleri ve yazar Siegel’in de romana yan bir karakter olarak sık sık dahil olması eseri iyice ilginçleştiriyor. Açıkça söylemek gerekirse başlangıçta oldukça kafa karıştırıcı gelen, okumayı güçleştireceğini düşündüren bu yapı; sayfalar ilerledikçe zorlaştırma bir yana okumayı kolaylaştırırken kitabı eğlendirici hale de getiriyor. Ölü Bir Dilde Aşk Kamasutra eksenli bir Hindistan romanı olarak da okunabilir ama esas olarak günümüz toplumunda kadın – erkek aşkı ve cinselliği bağlamında insan ilişkilerinin teşhir edildiği ve sorgulandığı bir roman. Lee Siegel, aşk, vefa, dostluk gibi birçok yüce sayılan niteliğin insan ilişkileri içinde nasıl değer kaybettiğini, görmezden gelindiğini ya da anlamlarının değiştirilip tamamen farklı, hatta zıt yorumlanabildiğini başarıyla anlatmış. Lee Siegel, Vatan Kitap’ta yayımlanan söyleşisinde “bir ülkeyi sevmek kolaydır ama bir insanı sevmek hiç de o kadar kolay değildir!” diyor. Sanırım Ölü Bir Dilde Aşk’ın vermek istediği mesaj da bu. Ölü Bir Dilde Aşk, tüm ilginç özellikleri bir yana iyi bir roman. 1999’da yayımlandığında ABD’de çok satanlar listelerine girmesi, New York Times tarafından “Yılın En Kayda Değer Romanı” seçilmesi, Pulitzer Ödülü’ne aday gösterilmesi boşuna değil. Keyifle ve merakla okunuyor. 480 sayfa su gibi akıp gidiyor. ? Tohum Ölmezse A ni Emmanuele’ye tekrar evlenmeyi teklif ediyor ve bu kez Gide’in bir düzene gireceğini uman ailesinin de etkisiyle teklifi kabul ediliyor. André Gide’in yaşamının ilk yirmi altı yılını anlattığı Tohum Ölmezse’yi okurken ister istemez yaşamöyküsü ile karşılaştırıyoruz. Anlatmadığı, es geçtiği birçok ayrıntı olduğunu fark ediyoruz. Gide de durumun farkında olmalı ki kitabın ilk bölümünün son paragrafını (s. 262263) bu konuya ayırmış. “Bu anıları okuması için verdiğim Roger Martin du Gard, hiç dişe dokunur bir şey söylemedikleri ve okuyucunun susuzluğunu gideremedikleri gerekçesiyle onları eleştiriyor. Oysa niyetim her şeyi söylemekti. Ama iç dökmede öyle bir eşik var ki insan kendini zorlamadan, yapaylığa düşmeden bunu aşamıyor ve ben özellikle doğallık peşindeyim. (...) Gerçeklik endişesi ne kadar büyük olursa olsun, anılar her zaman için ancak yarı yarıya samimidir: Her şey söylendiğinden daima çok daha karmaşıktır. Hatta belki de romanda gerçeğe daha fazla yaklaşılmaktadır.” ÖLÜ BİR DİLDE AŞK Hindoloji ve dilbilim uzmanı Amerikalı profesör Leopold Roth, tam bir Hindistan âşığıdır. Sanskritçe’den Kamasutra’yı çevirmektedir. Hindistan hakkında verdiği derse kayıt olan Lalita Gupta’ya ilk görüşte âşık olur. Lalita’nın bedeninde Hindistan’ın canlandı İsa ahlakını ya da en azından, bana İsa ahlakı olarak öğretilmiş olan belli bir püritanizmi kabul etmiştim. (...) Kuralsız yaşamayı asla kabul etmiyordum, tenimin isteklerini ille beynim onaylamalıydı.” Gide’in Cezayir yolculuğu bastırdığı duyguların ortaya çıkmasını, kendini ve cinsel eğilimlerini keşfetmesini sağlıyor. Annesinin baskılarından kurtulunca tamamen özgürlükçü bir yapıya bürünüyor ve teninin isteklerine kapılıyor. İlk cinsel ilişkisini kurduktan sonra bastırdığı eşcinselliğini keşfediyor ve bir süre ikilemler yaşıyor. Cezayir’de Oscar Wilde’la karşılaşmaları ve birlikte yaşadıkları sonrasında cinsel tercihini açıkça ifade etmeye karar veriyor ki bu kitap da onun bir örneği sayılabilir. Gide’deki değişimin farkına varan annesinin ve akrabalarının baskısı ile Fransa’ya dönüyor. Bu bir anlamda eski “pürüten” yaşamına da dönüştür. O sırada hastalanan annesinin ölümü ile birlikte Gide son iki yılda yaşadıklarını sorguluyor. “Annemin sağlığında peşinden koştuğum o özgürlük bile açık denizdeki rüzgâr gibi beni serseme çeviriyor, beni boğuyor, belki de korkutuyordu” diyor. Erdemin ta kendisi olarak gördüğü kuze Lee Siegel CUMHURİYET KİTAP SAYI 1073
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle