07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Paul Mason’dan ‘Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek’ Şafağa uyananların yolculuğu Paul Mason’un uzun araştırmalardan sonra kaleme aldığı buğusu üstünde kitabı Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek, geçmişten geleceğe işçi hareketine ışık tutarken yürünecek yolun uzunluğunu zorluklarını işaret etmesi gelecekten umutlanmalı mı, kaygılanmalı mı sorusunu da beraberinde getiriyor. Ë Meliha AKAY 960 yılında Manchester’da doğan Paul Mason, tekelciliğe karşı başlatılan hareketin ilk yüzyılını anlatırken önemli olaylara değinmenin yanı sıra tarihe tanıklık edenlere birinci ağızdan yer veriyor kitabında. Ne de olsa iki savaş arası süreçte yaşanan karmaşa ve kriz içinden geçtiğimiz yirminci yüzyıla ait ve tanıkların anıları taptaze. GENÇ, GÖÇMEN VE SİGORTASIZ Avrupa, Amerika ve Uzakdoğu’daki beyaz erkek işçi ve erkeklerin oluşturduğu sendikaların hikâyeleri sanayi kapitalizminin ilk yüz elli yılını kapsıyor. Anıların, başvurduğu akademik kaynakların ve sözlü tarihin birbirine eklemlendiği Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek’te yazar, konu edilen ülkelerin politik ortamını gözler önüne serer. Bunu yaparken bugün dedelerinin çalıştığı işyerlerinde çalışan, onların gittiği barlarda içen işgücünün yerine yaratılan küresel işçi sınıfına göndermeler yaparak nedenleri irdeler. İki yüzyılda kazanılan haklar, var edilen kültür, yirmi yılda “küreselleşme” afyonuyla birlikte paramparça oldu. Yazarın yaptığı araştırmalarda ortaya çıkan ironik durum da, yeni işçi sınıfının geçmişin hikâyelerinden haberdar olmadığı. Onları bugünlere taşıyan, sendika kültürüyle tanıştıran oluşumun bilinmediği. Çünkü 1945 sonrasında canlanan uluslararası işçi hareketi artık başka bir varlık ve başka bir kimlik taşır. Kitabın ilk bölümü, Çin’in Şenzen kasabasındaki endüstriyel bir kenar mahallesi olan Longgang’ta yaşayan işçinin kısa anısıyla başlar. “Arkadan birisi döşeme makinesinin çalıştırma düğmesine bastığında, ben makinenin önünde pamuk dokumaktaydım. Yalnızca on iki usta işçi vardı, geri kalanların hepsi deneyimsizdi. Bazıları işle ilgili hiçbir şey bilmiyordu” diyerek kesik kolunu gösterir. Bu anıların en masumu olarak kalır kitapta yer alan anıların tümü okunduğunda. Hepsi genç, hepsi göçmen, hepsi bitap, dahası sigortasızdır ve onlar, dünyayı değiştirecek kadar, ticari yatırım coğrafyasını değiştirecek kadar hızlı ve ucuz SAYFA 24 1 bir uygulamayla bir araya getirilen Çinli emekçilerin birer parçasıdır. Oysa dünya onların varlığından bile haberdar değildir, çünkü hak ve özgürlükleri çağın ötesinde bir yerdedir! Çinli bir işçinin anısı ülkemdeki bazı sendikaların da geldiği noktayı gösteriyor: “Çinli işçi sendikaları birer birlik gibi değil, devletin birer organı gibi hareket ediyor. Birliğin parasının bir kısmı devletten, bir kısmı işverenlerden geliyor. Bununla beraber, bir sendika temsilcisi şirketin çalışanı olmaya devam ediyor ve eğer yanlış bir şey yaparsa işten atılıyor.” Fransa’da 1848’de gerçekleşen cumhuriyet sonrası devrimler bütün Avrupa’ya yayılır. O güne değin kapitalist dünyanın uykularını kaçıran tek güç işçi sınıfıydı. Siyasal devrim tehdidi demek örgütlü işçi sınıfı demekti. Günümüzün tutunamayanları olarak tanımlanacak kesimden; sosyal dışlanma kavramı, alt sınıf kavramı ve marjinallikle birlikte anılacak yoksullardan oldukça farklıydı. Fransa’da Lyon’un ipek dokumacılığında kol gücüyle çalışan insanlar (sayıları yaklaşık 40 bin), aşağılayıcı bir anlam taşıyan “canut” kavramıyla konumlandırılırdı. Canutlar, üreticilere göre mistisizme ve isyan çıkarmaya meyilli hayalperestlerdi. İlk kez canutların başkaldırısında, küresel işçi hareketinin oluşumunu yönlendiren üç büyük talep göze çarpar: Yaşam koşullarını iyileştirme, işyeri özerkliği ve demokratik haklar. Sosyalizm ve anarşizmin kuramcıları, eserlerini kaleme almadan çok önce işçiler bu üç amacı kapsayan ve kendilerince işçi sınıfı cumhuriyetçiliği olan bir ideoloji yaratmışlardı. 1819’da Manchester’da işverenler yeni sanayi işgücünden korkuyordu. 16 Ağustos’ta yapılacak ve son derece disiplinli olan gösteri işgücünün tarihindeki en belirleyici günü olacaktır. Anılarını anlatarak kitaba dahil olan işçilerin özgürlük tutkusu ve direnci okurun gözlerini yaşartacak kadar coşkulu demek sa Paul Mason, siyasi, sosyolojik ve ideolojik kavram üçgeninde kotardığı kitabında kuramsal kitapların boğuculuğundan uzak, anılarla desteklediği konuları edebiyatçı estetiğiyle ele almayı başarmış ancak buna kitabın çevirmenleri Gözde Orhan ve Mehmet Ertan’ın payını da eklemek gerek. nırım abartı olmaz. Orada da, bütün ayaklanmalarda ve devrimlerde olduğu gibi, yine gösteriyi bastırmak için gelen bir sivil birlik vardır! Makinelerde uzuvlarını kaybeden işçilerin yanı sıra son derece kötü koşullarda yaşayan öteki işçilerin çoğu potansiyel hastadır. Rusya’da Lenin el yapımı ipeği pazarlayarak dokuma sanatını sürdürmek istese de, bunun için önündeki tek engel vardır: Hindistan hükümeti tarafından uygulanan serbest ticaret anlaşmalarının yürürlükten kaldırılma gerekliliği. Oysa Hindistan’da tarımdan sonra ülkenin en büyük sektörü dokumacılıktır. İngiltere Manchester, Fransa Lyon ve Hindistan’da yaşanan işçi gösterileri ekonomistleri ile hükümetleri yeni arayışlara yöneltir. Fransa’da 1833 yılı ipek üretiminde rekor yılı olurken buna paralel olarak işçi örgütlenmeleri de canlanır. Çalışanların Sesi adında yeni bir işçi gazetesi yayımlanmaya başlar. Bu sürecin sonunda “vasıflı işçiler sosyalizmi” diye bir kavram ortaya çıkar. Canut’ların demokratik hakların ve ahlaki mücadelenin ücretlerden önce geldiğini anlatan bir yöntemdir bu. Çünkü Belçika’da, Kuzey Fransa’da, Silezya’da, Ren’de, ve yeni İngiltere’de rastlanan Manchester benzeri gösterilerde olduğu gibi dokumacılar, kunduracılar ve tesviyeciler 1848’deki büyük ayaklanmada işçi örgütlerine liderlik eden dünyanın vasıflı işçileridir. ERKEKLER VE KADINLAR Dilimizden düşmeyen tüketim çılgınlığı ya da hızlı tüketim gibi kavramların hayatımıza ta 1867’lerde girdiğini gösteren paragrafın içinde saklı olan soru bugün bile yanıtlanmış sayılmaz. Üretime birinci dereceden katkıda bulunan sınıfın tüketimdeki sıralaması hak ettiği yerde midir? Tüketimden öte insanca yaşam koşulları ve olanakları demek sanırım daha doğru olacak: Sanayinin gelişimi, herkesin hayat standardının yükselmesiyle sonuçlanmalıdır. Üretim, makine kullanımının artışına bağlı olarak her geçen gün artıyor. Yalnızca zenginlerin tüketmesi yeterli değildir. İşçiler de tüketici olmak zorundadır ve bunun için de işçilerin harcayacak kadar paraya ve satın aldıklarının nimetlerinden yararlanacak kadar zamana ihtiyacı vardır. Paul Mason, siyasi, sosyolojik ve ideolojik kavram üçgeninde kotardığı kitabında kuramsal kitapların boğuculuğundan uzak, anılarla desteklediği konuları edebiyatçı estetiğiyle ele almayı başarmış ancak buna kitabın çevirmenleri Gözde Orhan ve Mehmet Ertan’ın payını da eklemek gerek. Gerek kış boyunca başkenti mesken tutan işçilerin eylemini, gerekse Karl Marks’ın devrimci rakibi Proudhon’un destekçilerinin kadınların fabrikalarda çalışmasına karşı çıkmasını okurken günümüz kadınlarının yaşadığı güçlükleri düşündüğümde durup şunu sormak kaçınılmaz oluyor: Bir asırdan fazla bir zaman geçmesine karşın değişen ne? Yalnızca giyim biçimleri ve mekânlar mı?! Proudhon’a göre eylemin gücünü öncelikli olarak erkekler oluşturur, kadınlarsa cazibenin gücüdür! Kadınlara cinsel özgürlük tanınması sosyal çöküntüye neden olacaktır, fahişelik en büyük toplumsal ahlaksızlıktır. Bütün bunlar 1860’larda sendikalı erkekler tarafından da kabul görür ve enternasyonalin politikası olarak benimsenir. Buna bir süreç olarak bakılabilir belki de, ancak Almanya’daki gelişme yanılgının ve yanlışlığın kanıtıdır. Alman Sosyalist Partisi evrensel işçi hareketinin öncü gücü olmuştur. Bu başarı öteki ülkelerde de benzer partilerin kurulmasını sağlar. Bu model gelecek yüz yılı şekillendirir. Aynı model, işçi sınıfının özgür sendikalardan ve kütüphanelerden yararlanamadığı Rusya’da da benimsenir ve sonuçları da çok sarsıcıdır. Ancak Almanya’da işçi hareketi bölünür, erkek kültürü ve Marksist kesinlik, yazarın deyimiyle parti askerlerinin hayatına hakim olmaya başlayınca yıkıcı bir güç olarak kimlik kazanır ve dünyanın en güçlü işçi hareketi, işçi sınıfının en ağır yenilgisine maruz kalır. Bu öngörüye sahip erkekler sözcüsü ortaya çıkıp kadınları, erkeklerin yer aldıkları platformdan uzaklaştırmaya çalışan ve dışlayan kesime karşı çıkabilseydi böyle bir yıkım yine de yaşanır mıydı? Yanıtı vermek hiç de zor olmasa gerek!? Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek/ Paul Mason/ Çeviren: Gözde Orhan, Mehmet Ertan/ Yordam Kitap/ 352 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1073
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle