Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D ki ozan var ki, onları yalnız şiirinin gücüyle tanımak kolay değildir. Bunlardan biri Nâzım Hikmet, öbürü Necip Fazıl’dır. Bu iki ozan da şiirini aşan bir güçle, toplumun değişik kesimlerince benimsenmiş, bayrak haline getirilmişlerdir. Nâzım Hikmet’in şiiri kişiliğiyle bütünleşirken, ne yazık ki, Necip Fazıl’ın şiiriyle kişiliği arasında ulaşılmayan bir uçurum var. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Necip Fazıl olayı yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir içerdeki adama.” İçinde sevi sıcaklığı olmayan insan ne Tanrı’ya inanabilir, ne devrim yapabilir. “Mecazi Aşk”, Tanrı’nın insana yansıyan güzelliğinin sevilmesi diye de yorumlanabilir. ÖNCE ŞİİR Yaşama serüveni, kendimizi iyileştirime süreci olarak yorumlanacaksa, gizemci şiirin izini sürenlerde, tasavvufun güncel yorumuna göre bir “ozan duruşu” aramak gerekecektir. Ozan duruşunu beğenmediğiniz bir ozanın şiiriini yadsıyabilir misiniz? Kimi ozanlar şiirinin geçmişine bakarken eski şiirlerini gözden çıkarabilir. Şiirinin gelişme evrelerinde o şiirlerin yeri olmadığına inanır. Necip Fazıl Kısakürek de nice eski şiirlerini gözden çıkarmıştı. Ama şiirinin gelişmesinde yeri olmadığı için değil, Tanrı’ya sığındığı “Büyük Doğu” anlayışıyla bağdaşmadığı için. Oysa Necip Fazıl’ı gerçek ozan yapan o gözden çıkardığı şiirlerdi. “Şairin hayatı şiire dahil” sözünde şiiriyle kişiliğinin örtüştüğü bir “ozan duruşu” aramak gerekse de, Necip Fazıl’ın ölümü üzerine Mümtaz Sosyal’ın bir yazısında şu görüşlere yer veriliyordu: “Necip Fazıl’ın kavgalarına kızabilirsiniz. Tutkuları konusunda farklı değer yargılarınız olabilir. Ama hiçbir şeyini sevmemiş olsanız bile, Türkçeyi sevdiğiniz için onun şiirlerini de sevmişsinizdir.” Fethi Naci, Mümtaz Soysal’ın bu sözlerini “eleştiri tarihimizin unutulmayacak bir belgesi” diye nitelemiş, ödün vermeyen bir eleştirmen olarak şöyle değerlendirmiştir: “Mümtaz Soysal, Türkiye’de bir sanatçıya nasıl bakılması gerektiğini gösteren ilk yazar. (Bunu bir yazın adamının değil de bir bilim adamının yapması, üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir olgu.) Bu yazısı bence, eleştiri tarihimizin unutulmayacak bir belgesi, Necip Fazıl’a karşı olanlara da, Necip Fazıl’dan yana olanlara da çok şey öğretiyor” (ELEŞTİRİ GÜNLÜĞÜ, Necip Fazıl Kısakürek, Özgün Yayın Dağıtım, 1986). Kuşkusuz Necip Fazıl, Şeyh Galip’ten gelen gizemci anlayışı, hece şiirinde, dize yoğunluğu içinde yaşatmasını bilen bir ozandı. “İçerimde yüce bir dağ gizlidir Rüzgâr döne döne çıkar mı bilmem” derken, dünyanın tadını o dağda aradığı da bilinir. Mümtaz Soysal, “Bir dili kuyumcu gibi işleyip dudaklarda ölümsüzce gezdirmek kolay iş değildir” derken Necip Fazıl’ın bu şiirleri gözden çıkardığını biliyor muydu? ÇIKAR İLİŞKİSİ Necip Fazıl’ın yaşama tatlarına doyamadığı şiirini bilmeyen, o şiirin gücüne aldırmayan, ozanın kişiliğinde gizemli bir görkem olduğuna inanan genç bir kuşak var. “Osmanlıda Edebiyata Verilen Destek”i anlattığım yazımda, Tubâ Işınsu Durmuş’un “Tutsan Elini Ben Fakirin” kitabı üzerine söylediklerimi, günümüzdeki duruma değinerek tamamlamıştım (Cumhuriyet KİTAP, 25 Haziran 2009): “Bir ozanın çıkar sağlamak için yetkililere yüzsuyu dökmesi günümüzde yadırganan bir durumdur. Necip Fazıl’ın Adnan Menderes’ten elde ettiği gelir, iyi bir ozanın böyle bir çıkar tuzağına düşmesi, insanın içini acıtıyor. ‘Örtülü ödenek’ten başka, Adnan Menderes’ten aldığı paralar, resmi ilanlar, kâğıt tahsisleri; Necip Fazıl’ın kişilik eksikliği olarak yorumlanabilir.” Sıradan bir yazarın bile haksız kazanç sağlamasına olumsuz bakılırken, Necip Fazıl gibi söylence insanı haline getirilen bir ozanı, yakından tanımak gerekmez mi? Çünkü onun kişiliğindeki inişçıkışlar yalnızca çıkar ilişkisiyle açıklanamaz. “BÜYÜK DOĞU” OLAYI “Büyük Doğu” dergisi 1 Eylül 1943 tarihinde yayımlanmaya başladı. Düşünceleri bağdaşmasa da, Necip Fazıl’ın ozan kimliğine saygı duyan nice edebiyatçı “Büyük Doğu”da toplandı. Bunları anımsatmak gerekir: Fikret Adil, Sait Faik, Ziya Osman, Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü, Sabahattin Kudret, Zahir Güvemli, Faik Baysal, Sabahattin Tahsin, Oktay Akbal, Emin Ülgener, Özdemir Asaf... “Büyük Doğu” ilk sayısında şöyle bir sormacaya girişti: “Tanrı’ya inanıyor musunuz? Kimliğimizi Batı’da, Batılılaşmada aramak gidişine inanıyor musunuz?” Bu iki soru birbiriyle örtüşünce; “Tanrı’ya inanmayanlar Batılılaşma yozlaşmasında benliğini yitiren insanlardır” gibi bir sonuç mu ortaya çıkacaktı? Tanrı dediğimiz o “Sonsuz Güç”e inanmak gönül işidir. Böyle bir gönül dinginliğiyle uygarlığı yaşamak insanı mutlu edebilir. Ama insanları kendi dar görüşü içinde sorgulayan, inanmanın başka yollarını “çıkmaz sokak” olarak yorumlayan anlayış toplumu böler. Necip Fazıl’ın kırklı yıllardaki çıkışı, 1950’de Demokrat Parti’nin yönetime gelmesiyle tırmanışa geçti. Adnan Menderes’in Demokrat Parti İzmir Kongresi’ndeki sözleri, Necip Fazıl’ın ona destek vermesi, “Büyük Doğu Cemiyeti” etrafında toplanan ‘mukaddesatçı’ kitleyi arkasına almak bakımından, Menderes için de büyük bir güç kaynağı olacaktır: “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Mekteplerde din derslerini kabul ettik. Radyoda Kuran okuttuk. Türkiye bir Müslaman devletidir ve Müslüman kalacaktır. İ Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir” (NECİP FAZIL ADNAN MENDERES İLİŞKİSİ, Mektuplar ve Belgeler, Alaattin Karaca, Lotus Yayınları, 2009). Necip Fazıl için şiir artık bir ayrıntıdır. O, İslam’ın kurtuluşu uğruna bayrak açan bir “dava adamı”dır. Böyle bir dava adamının bayağı işler yüzünden, hem de Demokrat Parti döneminde, hapislerden kurtulmayışı kişiliğiyle bağdaşmayan bir çelişki değil mi? Sezai Karakoç bu durumu Necip Fazıl’a yakıştıramaz da, şöyle bir yoruma varır: “Gelişen Büyük Doğu Cemiyeti’ni dağıtmak ve oluşan itibarı yok etmek için basın, karanlık güçler ve hatta hükümet elele vermiş, Üsadı kumarhanede yakaladıklarını ilan etmişlerdi.” KALEM KAVGALARI Babıâli’deki kalem kavgaları gazeteciliğin şanından sayılır. Ahmet Emin Yalman’ın “irtica” karşısında toplumu uyarmaya yönelik yazılarına karşı Necip Fazıl bir yaylım ateşine girişir. Ne onun “milli his ve mukaddesata karşı” olduğu kalır; ne Yahudi, mason, din düşmanı, vatan haini oluşu. Vatan gazetesinde güzellik yarışmaları açması bile İslam’a, görgü kurallarına uymayan davranışlardır. “Malatya Suikastı” diye anılan olay 22 Kasım 1952’de, günümüzde de ününü koruyan Hüseyin Üzmez’in Ahmet Emin Yalman’ı öldürme girişimidir. Bu olayda Necip Fazıl “azmettirici” durumundadır. Hüseyin Üzmez’le ilgili yorumu çelişkilidir: “Hilesiz bir iman ve ahlak bünyesinin samimi mümessili olan bu genç, hakikatte ‘anormal’ bir ruh bünyesine sahiptir.” “Malatya Olayı Duruşması” tanıklarından Cevat Rifat “Büyük Üstad”, İsmail Hakkı Şengüler “Hazreti Üstad” diye anarak, Necip Fazıl’ın “azmettirici” olduğunu belirtmişlerdir. Necip Fazıl’ın dur durak bilmeyen kalemi Fuat Köprülü için de onur kırıcı yazılar kaleme almış, gene hapis yolu görünmüştür. MEKTUPLAR Necip Fazıl’ın savunmaları suçunu açıklar niteliktedir. Menderes’e mektupları “ulufe” istemek, hapisten kurtulmak üzerinedir. Olaylar öyle üstüste gelir ki, Samet Ağaoğlu: “Bir müddet için kendini unuttursan iyi edersin” demek gereğini duyar. Gene de Adnan Menderes her zaman onun kurtarıcısı olmuştur. Yargı kararlarını erteletmiş, hapisliğini dar hücrelerde değil, geniş hastane ortamında geçirmesini sağlamıştır. Necip Fazıl’ın Menderes’e gönderdiği mektuplardan kısa notlar: “Beni sonsuz bir şekilde minnetar eden lutfuzunla infazları ertelenen mahkumuyetlerim...” “Ağır diyabet ve sinir hastalığım var. 5 masum çocuğum ve çilekeş bir eşim var. Beni Haydarpaşa hastanesine aldırın.” Ama öyle durumlar olur ki, onu kurtarmaya Menderes’in de gücü yetmez. O zaman Necip Fazıl’ın sitem dolu mektupları başlar: “Beni yalnız farelere mahsus bir zehir gibi, mutfağınızda, çöp tenekesinin altında muhafaza ettiğiniz ayıplı bir nesne olmaktan çıkarınız. Koklanmaya ve vitrine yerleştirilmeye layık bir şifa unsuru haline getiriniz.” “Bir dili kuyumcu gibi işleyip dudaklarda ölümsüzce gezdirmek kolay iş değildir” diyordu Mümtaz Soysal. Bu sözleri anımsarken, Necip Fazıl’ın defterinden sildiği şiirlerinin “bir şifa unsuru” olduğunu da unutmayacağız. Ama bir “bilgeozan”ın zamanı aşan gücü, dönemin siyasetçisine sığınmayan bir “ozan duruşu” göstermesine bağlıdır. Unutmayalım ki, Galata Mevlevihanesi şeyhi Galip Dede, başını dizlerine koyan Sultan III. Selim’i avutan bir ozandı. Necip Fazıl’a hayranlık duyan gençler “ozan duruşu”nun anlamını bilemezlerse, Alâattin Karaca’nın kitabına bir göz atsınlar. Oradaki Necip Fazıl’ı tanırlarsa, bırakılan şiirlerine bir başka gözle bakacaklardır. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Belki “Muhalif Tavır” içindeki, belki “bilge” dinginliğindeki “ozan duruşu”; şiiriyle bütünleşen ozanın özelliği olarak ilgi çekecektir. Bayrak haline getirilen ozanlarda böyle bir kişilik aramak gerekebilir. Ama önce şiirin kişiliğine bakmak gerekmez mi? İnsandaki gizilgücü tetikleyen, belki de yavaşça söylenmiş bir sevi kırgınlığı şiiridir. O “sevi kırgınlığı” “İlahi Aşk”tan geliyorsa, Tanrı’ya sitem diye yorumlanır. Ama insana duyduğumuz “Mecazi Aşk”ı anlatırken de Tanrı’ya sığınmayı alıkanlık haline getirmişsek, ya da sevi ilişkisini toplumcu savaşımın itici gücü saymışsak, “şiirin kişiliği” özel bir anlam kazanır. “İçerdeki ozan, Nâzım Hikmet, “Hapiste Yatana Bazı Öğütler” verirken, biten bir ilişkinin insanın içini nasıl acıttığını da anımsatmış olur: “Bir de kim bilir sevdiğin kadın seni sevmez olur ufak iş deme Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1012