19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Eğrisiyle doğrusuyla bir felsefe çalışması: Spor Yapan İnsan şiyor. Amaç, ‘spor yapan insan’ı tanımaya, anlamaya, insan yaşamındaki yerini ve işlevini bulmaya, ‘spor yapan insan’ı betimlemeye çalışmak. Kimdir bu spor yapan insan? İkinci olarak, kitapta bölümler bağımsız değil, birbirlerinde temelleniyorlar, birbirlerine göndermelerle pekişiyorlar. Üçüncü olarak sporun başladığı ‘beden’den, sporun mümkün son ereğine doğru diziliyorlar. Kapağı hazırlayan Murat Savaşkan, Diskobolia’da yaptığı değişiklikle –Disk yerine zeytin dalı koyarak bunu anlattı: Bedenden barışla kurulmuş İnsanlık ortamına, bireylikten evrensele, Olimpik İnsan’a ve Olimpik Çağ’a doğru bir gidiş. Kitabın kurgusu da böyle. Bu kurgu kitabın giriş bölümünde önemli ölçüde veriliyor. Bu kurgu tasarlanmış değil, bu kurgu sporun yapısında bulunuyor. ÇOK YAŞAMALI İNSAN Spor bedenle başlar, beden kültürüne dayanır. İnsan bedeninin diğer canlı bedenlerinden önemli bir ayrılığı var: Diğer canlıların bedenleri doğa tarafından donatılır; örneğin hayvan yaşaması için ne gerekiyorsa, dünyaya geldiğinde hepsine sahiptir. İnsanın böyle bir özelliği yok. İnsan bedenini kendisi donatır. Giydiğimiz elbise bunun en iyi örneklerinden biridir. Daha pek çok örnek sayılabilir. Kısacası insan kendi bedenini İnsanlaştırır. Ayrı deyişle, insan bedeni insanlaştırılmış bir bedendir. Başka türlüsü olanaksız. Böylece bedene bağlı olarak geniş bir kültür alanıyla karşılaşırız: Beden Kültürü. Bu kültür neler içermez ki!... Orada iki temel kültür; hareket kültürü ve oyun kültürü birleştiklerinde ‘spor’ dediğimiz alan ortaya çıkmaya başlar. Bu ‘spor yapan insan’ın ortaya çıkmaya başladığı yerdir. ‘Spor yapan insan’ diye bir insan var mı? Kitabın temel savı burada: Bir insan anlayışı var: İnsan tek yanlı bir varlık değildir. İnsan çok insanlıdır. Başka deyişle insan çok yaşamalıdır: Yaşama süresi bakımından değil elbette, değişik yaşamaları bulunması bakımından çok yaşamalıdır. Bu yaşamalar, her insan bireyinde doğrudan, dolaylı ve hem doğrudan hem de dolaylı etkileşimlerle bir bütün oluştururlar. “Yaşıyorum” dediğimiz zaman sözünü ettiğimiz bu bütünlüktür. Spor yapan insan’ı tanıyabilmek, betimleyebilmek için bu bütünlüğe ve oradaki ilişkilere de bakmak gerekmektedir. Kitap, ‘spor yapan insan’ı merkeze alarak yaşamanın bütünlüğüne de açılması bakımından bir yaşama felsefesi kitabı olarak da okunabilir. Burada şu soru akla geliyor: Acaba insan yaşamı dediğimiz bütünlük her yanıyla ele alınabildi mi? Kitabın, dikkatli ve sorun ışığında okuyanların fark edeceği, bazı eksikleri var. Söz gelimi değişik bölümlerde sık sık “güç” kavramı ele alınmaktadır. Güç olmadan spor olanaksızdır. Güç ‘spor yapan insan’ın en temel özelliklerinden biridir. Kavram değişik bölümlerde bazen “güç” , bazen “kuvvet” bazen de “erk” olarak kullanılmasına karşın kitapta, Dopingle ilgili bölümde “güç isteyen varlık” bağlamında kalmamalıydı. “Güç” bir bölüm olarak kitapta yer almalıydı. Güç kadar sık kullanılmasa da, değinilen bir başka kavram , “çevre” de bir bölüm olarak kitapta bulunmalıydı. Spor bir çevre olayıdır. Spor ile bir çevre yaratılır, sporla çevre bozulur, sporun kendisi bir çevredir. Bu iki bölüm sonraki baskılarda kitaba katılabilir. Bu bağlamda en sorunlu bölüm “Kadın ve Spor”dur. ‘Spor yapan insan’ ele alınınca artık oradaki ‘insan’ın kadın ve erkek diye ayrılmasına gerek yoktur. Buna karşın ‘kadın’ın spor yapması ve yarışmalara katılması uzun ve yer yer gülünç, yer yer acı olaylarla doludur. Söz gelimi, kadınların spor yapmalarına zarafetleri bozulacağı gerekçesiyle karşı çıkan, hatta olimpiyatlarda kadın sporcuların yer almaması için mücadele verenlerin en başında modern olimpiyatların kurucusu Baron Pierre de Coubertin geldiği pek bilinmez. Yazarın İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Dergisi’nde kadın ve spor olayını anlatan uzun bir makalesi yayımlanmıştı. Bu anlatı tarihsel ağırlıklıydı. Kadın spor yapar mı? Açıkçası bu soru biraz arkaik ve daha çok da saçmadır. Kadın elbette spor yapar. Bir temel hak olarak spor elbette kadını da kapsar. Hatta kadın’ın spora olan ihtiyacı erkekten daha fazladır, ayrı deyişle spor kadın için daha çok haktır. Öyleyse ne yapmalı? Belki bir başka çalışmada bu konu yeni baştan ele alınabilir. Soruya bir başka karşılık kitaptaki bazı bölümlerin kısa tutulmasıdır; üstelik bu durum o bölümde dile getirilmiş. Yazar, ya konuyu aştığı için ya da çok uzun olacağı için kitabın giderek çok hacimli olmasından çekinmiş. Bazı bölümlerde de konu yazarın uzmanlık alanını aştığı için, yalnızca değinmekle yetinmiş. Örneğin “Din ve Spor.” Bu bölüm ‘ibadet eden insan’ ile ‘spor yapan insan’ kavramlarını yan yana getirmeyi ve ilişkilerinin ne olabileceğini görmeyi amaçlıyor. Ne var ki, ‘ibadet eden insan’ın belirlenmesi konusunda, konunun uzmanlarının konuşması gerekir. “Oradan buradan edindiği, bazıları kulaktan dolma bilgilerle görüşler savuran, bilgelikler sunan akademisyenlerden olmak benim bilgi ahlakıma aykırı. Din konusundaki bilgi dağarım böyle bir araştırmaya gerekli donanımdan uzak, bu konudaki bilgilerim sınırlı olduğu için ancak bilebildiğim kadarıyla yetindim” diyor Attilla Erdemli. O zaman neden böyle bir konuyu ele alıyorsun? Bir din bilimcisi, bir teolog araştırdığı sorun alanı içinde “İbadet eden insan kimdir?” sorusunu sormayabilir; ‘ibadet eden insan’ın diğer insanlarla, söz gelimi, yönetici olan insanla, ticaret yapan insanla, üreten insanla, bilgi insanı ile, spor yapan insan ile yaşamanın bütünlüğü bakımından ilişkilerinin araştırılmasını gündeme getirmemiş olabilir. Kitap böyle bir yol açma amacını da gütmektedir. Kitabın bir özelliği, zaman zaman tarihsel gelişime yer vermesi. Burada Diltheycı bir yaklaşımı sezmemek olanaksız. Bir kavram, bir felsefe sorunu kendisini gösterdiği ortamla ele alındığında iyi anlaşılabilir. Tarihsel belirleme bu bütüncül kavrayışı veriyor. Öte yandan, tarihsel anlatımın ardından keskin çözümlemelere giriliyor. Söz gelimi “Demokrasi ve Spor” ya da “Sporla Aydınlanmak” veya “Kişilik, Kimlik ve Spor” gibi bölümlerden birine baktığımızda ele alınan temel kavramın olabildiğince çözümlendiğini, belli başlı yanlarının ortaya koyulduğu, açıklandığı görülüyor. “İNSANLAŞTIRILMIŞ YAŞAM” Düşünce ‘dil’de gerçekleşir. Düşünce ‘dil’e göre ortaya çıkar, çünkü her şey var olma ortamına göre somutlaşır. Türkçe düşünmenin çok keyifli yanları bulunduğu gibi çok sıkıntılı yanları da var. Eğer düşünenin Türkçe kaygısı varsa, oradan buradan Türkçe’ ye sızmış, yer etmiş bir çok sözcükle hesaplaşmak zorunda kalıyor. Bu süreçte bazen sevindirici sonuçlar alıyor, bazen umarsız işleyip duran sözcükleri kullanıyor. Bir dilin kendisini bulması elbette kolay değil. Önemli olan ona gereken bakımı yapabilmek. Türkçeyi seviyoruz. O nedenle sorumsuzca kabullenilmiş yabancı sözcüklerle hesaplaşmaya giriyoruz. Spor Yapan İnsan’ı okurken böyle bir hesaplaşmayı fark ediyoruz. Bazı sözcüklerin yerine Türkçe karşılıklar kullanılmış, örneğin recreation‘a karşılık olarak kendini yeniden yaratma denilmiş; hümanizma’ya karşılık olarak da kendini insanlaştırma ya da insanlaşma sözcükleri kullanılmış. Hümanizma kültürümüzde gerektiği kadar yer bulamayan bir kavram. Bir ara hümanizmaya karşılık olarak insancılık önerildi ve yer yer kullanıldı da, fakat tutmadı. Rönesans’tan beri, yaklaşık yedi yüz yıldır yorumlanan, philanthropizm gibi değişik biçimlerde ortaya çıkartılan, yoğun yüklü içeriği bulunan bir kavramı insancılık ile özdeşlemek, ‘meşe ağıcı’na karşılık ‘meşe palamudu’nu göstermek gibi bir şey oluyor. Kendini insanlaştırma ya da insanlaşma sözü hümanizma’yı nasıl karşılıyor? Şöyle yanıtlıyor Attilla Erdemli: “Kendini insanlaştırma ya da insanlaşma sözünü hümanizmanın belli bir anlamına karşılık olarak kullanıyorum. Her insanın varlık yapısında bir ‘spor yapan insan’ içkin olarak bulunur. ‘Spor yapan insan’ın bireyin varlığında, yaşamasında ortaya çıkartılması hümanizmadır. Çünkü insan ancak kendisine içkin insanları ortaya çıkarttıkça insanlaşır ya da kendisini insanlaştırır. Bu nedenle insan spor da yapar.” Bu anlamda ele alınınca hümanizma bir yandan yaşama ölçütüne, bir yandan yaşama sorumluluğuna, bir yandan özgürlük ortamına dönüşüyor. İnsan kendisini ne kadar insanlaştırırsa, o kadar insanca yaşamış oluyor. Yukarıda beden konusunda, “İnsan kendi bedenini insanlaştırır. Ayrı deyişle, insan bedeni insanlaştırılmış bir bedendir” demiştik, bu sözü şöyle değiştirmek olası: “İnsan kendi yaşamını insanlaştırır. Ayrı deyişle, insan yaşamı insanlaştırılmış bir yaşamdır” Spor Yapan İnsan, eğrisiyle doğrusuyla bir felsefe çalışması. ‘İnsan’ı, ‘insan’ın yaşamasını sorun eden, bu çizgide felsefenin en temel sorununa bir yerinden, ‘spor yapan insan’dan yaklaşan bir felsefe çalışması. Türk insanına varlığına içkin bulunan kendi insanını fark etme olanağını da taşıyan bir felsefe çalışması. Sporun yalnızca bir kaç takımın oynadığı futbola kilitlendiği ülkemizde, medyadaki futbol bağnazlığından bunalan insanımızın, kendindeki ‘spor yapan insan’ ile beraber olabileceği bir kitap Spor Yapan İnsan. ? Spor Yapan İnsan/ Attilla Erdemli/ E Yayınları/ 698 s. SAYFA 13 Atilla Erdemli Attilla Erdemli’nin kaleme aldığı Spor Yapan İnsan, ‘insan’ı, ‘insan’ın yaşamasını sorun eden, bu çizgide felsefenin en temel sorununa bir yerinden, ‘spor yapan insan’dan yaklaşan bir felsefe çalışması olma özelliği taşıyor. Ë Haşim TÜRKOĞLU el bir değişiklik yapalım ve kendi kitabın üstüne ilk yazıyı kendin yaz” dedim. Şaşırdı, aslında kendi kitabı üstüne yazmak hoşuna da gitmişti, fakat yine de böyle bir yazı yazmayacağını söyleyince ısrar ettim: Kitap ya da herhangi bir metin yazılıp bittikten sonra, onu yazan da bir okur olur: İnsan kendi metninin okuru olabilen bir varlıktır. Kitap bitmiştir, son nokta koyulmuştur, o konuda söylenecek her şey söylenmiştir gibi kestirmeci, biraz yukarıdan bakan bir duruşun yararlı olacağını sanmıyorum. Ayrıca bir yazarın kitabı üstüne düşünmesi, bir düşünürün düşünceleri üstüne düşünmesi gibidir. Bunu okurlarla paylaşmanın iyi bir şey olduğu kanısındayım. Kitabında bulduğu eksikleri, iyi aydınlatılmamış görüşleri, olumlu hatta önemli yanları okurun ilkin yazardan duyması gerçekten ilginç olur. Yazmak düşünceye kendini göstermektir. Yazarı, yazı bittikten sonra okur konumuna getiren de, düşünürü düşüncesi üstüne düşünür kılan da budur... “Ben anlatırım, sen de ne istersen yazarsın” dedi. O anlattı ben de not aldım. “G KİTABIN KURGUSU Bütün olarak baktığımızda Spor Yapan İnsan, ilk bakışta bir kolaj izlenimi verebilir. Bu tür kitaplar az sayıda da olsa öteden beri var; söz gelimi, Nermi Uygur’un Kültür Kuramı adlı kitabı, değişik makalelerinin bu ad altında toplanmasından oluşuyor. Şimdilerde ise birkaç küçük değişiklikle bu tür çalışmalar moda oldu. Birileri değişik zamanlarda, aynı konu yöresinde yayınlanmış yazılarını toparlıyor ve uygun bir ad altında kitaplaştırıyor veya bir konuda değişik düşünürlerden, konunun uzmanlarından yazılar alınıyor, kişi bir önsöz ve kendisinden bir yazı ekleyerek kitap çıkartmış oluyor. Spor Yapan İnsan’ın bu tür olmadığı değişik bakımlardan söylenebilir. İlkin amaç değişik yazıları derleyip kitaba dönüştürmek değil. Amaç kitapsa, o zaman 700 sayfadan bir değil üç kitap, hatta kitaba alınmayan yazıları da katılarak dört kitap ortaya çıkardı. Kitabın bir amacı olunca durum deği CUMHURİYET KİTAP SAYI 1012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle