Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Korkulu Ustalık’ ‘Durduğum yerde kalmaktan korkuyorum’ Ë Ersun ÇIPLAK cemiliği poetikasının merkezine almış şairin yazıları nihayet Alaattin Karaca tarafından bir araya getirildi. Kitap, düzyazılarını içeren kitapları mesela Bir Şiirden artık bulunamadığı için uzun zamandır bekleniyordu. Peki, neden bu kitap böyle heyecanla bekleniyordu? Bunun bir değil, birçok nedeni var. Şuradan başlamam sanırım en doğru… Özellikle 1990’ların sonunda ve 2000’lerde gençlerin II. Yeni’nin diğer şairlerine oranla Turgut Uyar’a daha çok yöneldikleri görülür. Bunda hiç kuşkusuz 2000’lerin, tüm yönleriyle insanı merkeze almaya çalışmasının ve daha önceki şiirin insan ve toplumun çıkmazına karşılık gelmeyen dayatmalarından duyduğu rahatsızlığın payı büyük. Bu dayatmalara karşı çıkmalarının haklılığı ise elbette sorgulanamaz. Çünkü “ülkemizde edebiyatın, hatta bazı ölçülerde toplumun birçok sorunları açık kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez veya bu sorunlardan şiirde vazgeçilir.” (s.351) Bu nedenle de “…şiirin çıkmazı (…) insanın çıkmazına, toplumun çıkmazına sıkı sıkıya” bağlıdır. “Belki de bir bakıma şiirin görevi hep çıkmazda olmaktır. Rahat işleyen şiir kuşku vermelidir. Belki yaşanandan geride kalmıştır, onun için.” (s.351) 2000’lerin bu yönelimine önayak olan II. Yeni şairleri, yazdıkları şiirle ve sundukları olanaklarla sadece kendilerinden sonrakileri değil öncekileri de etkilemişlerdir. Uyar bunun farkındadır: “Şiirimizin yenileştiği, özellikle son üç beş yıldır eskisinden ayrılmaya yüz tuttuğu, bir deyimle gelişmeye, tazeleşmeye yöneldiği artık bir gerçek, bir olay olarak önümüzde duruyor.” (s.70) Peki bu değişimin mahiyeti nedir? Gerek şairanenin reddi gerekse de acemiliğin öne çıkarılması şiirimizde o zamana dek eşi menendi görülmemiş bir gelişmedir. Şiirde alışkanlığın adının ustalık konduğunu ve ustalaşmanın, şairi içinden çıkamayacağı A Korkulu Ustalık, Turgut Uyar’ın şiir üzerine düşüncelerini kaleme aldığı yazıları, söyleşilerde ve soruşturmalarda verdiği yanıtları ve Uyar’ın ‘Bir Şiirden’ adlı yapıtını tek başlık altında okura sunuyor. Turgut Uyar bir açmaza sürüklediğini söyleyen Uyar’a göre, insanın yenilik karşısında düştüğü durum yalnızca sanatın değil insanın da temel meselesidir: “...durduğum yerde kalmaktan korkuyorum. Şiir bir sanat olayı değildir. Bir yaşama çabasıdır önce. Yaşadığımıza tanıklık eder. Her gün yeni bir dünya içinde, her gün yeniden ve başka etkilerle duygulanan insan, her gün bunları yeni biçimlerle söylemelidir.” (s.263) Ardından tekrar vurgular: “Mesele, bir şiir meselesi değildir. Yaşama meselesidir. Zaten ben hiçbir zaman şiiri hayattan ayrı düşünmedim. Hayatımızda olmayan mesele, şiirimizde de olamaz.” (s.264) Bu anlamda şairaneye karşı olmasının temel nedenini de bir yerde sözü gençlere getirerek açıklar: “Kusursuzluk, özellikle genç ozanlarda her zaman kuşkuya götürür beni. Çünkü kişiyi kişi yapan, sadece erdemleri değil, kusurlarıdır da diye düşünürüm. Erdemler ortaktır, ama kusurlar kişiseldir, yani yeni bir kişiliği haber verirler çoğu zaman. Kusur yerine hata desek daha doğru olurdu ya neyse.” (s.529) İşte Uyar’ın bu görüşleri günümüz şairine, özellikle de genç şairlere daha cüretkâr davranmanın tutamaklarını sunmuştur. Öyle sanıyorum ki ilk şiirlerine bakıp, ilk şiirlerinde henüz açığa çıkmış yönün gelişmeye açık bir yön olduğunu düşünerek zarını onun için atan Nurullah Ataç, aslında acemiliğin onun tarafından poetik bir merkez yapılacağını görememiş ve yaptığı hatanın da hiçbir zaman farkına varamamıştır. Ve yine öyle sanıyorum ki tam da bu nedenle Uyar onun hakkında şunları söylemekte gayet haklıdır: “Ataç, şiirden anlardı da, şairden anlamazdı. Çünkü günübirlikti. Gazete eleştirmecisiydi. Beklemeye vakti yoktu.” (s.359) Ne ki Uyar, Ataç’ın ölümünden kısa bir süre sonra kaleme aldığı bir yazının başlarında, bir soruşturmada sorulan ‘Ataç Şiirden Anlar mıydı?’ sorusuna “Sanmıyorum” diye cevap vermesinin Ataç’ı yaraladığını ve kızdırdığını hatta onun “Besle kargayı oysun gözünü” bile dediğini ortaklaşa bildiklerden” duyduğunu ifade eder. (s.357) Ancak Ataç ölmeden kısa bir süre önce, Uyar’ın söyledikleriyle ne kastettiğini anlamıştır. Bunu aynı yazının ilerleyen kısımlarından öğreniriz. Oysa günümüzde kimi şairler, II. Yeni’nin, buna elbette Uyar da dahildir, kendinden önceki şairlere, onları emekliye ayırmak suretiyle vefasızlık ettiğini düşünmektedir. (bk. Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Kitap, S.941) Ancak Uyar’ın Bir Şiirden’i tam da durumun böyle olmadığını örnekler niteliktedir. Mesela Cemal Süreya’nın yazılarında böyle bir yön olmadığını zaten hem Folklör Şiire Düşman’dan hem de Şap kam Dolu Çiçekle’den biliyoruz. Ancak Uyar’ın Bir Şiirden’i pek dolaşıma girmemiş bir kitap olarak bu durumu açıklığa kavuşturmaktan bir müddet uzak kalmıştır. Oysa okunduğunda (şu an yazıları elimizde eksiksiz bulunuyor; bahanesi yok yani…) görülür ki Uyar’ın asla vefasızlık etmek gibi bir amacı olmamıştır. Aksine böyle düşünmek, şiiri gerçekten dert edinmiş birine yapılmış bir vefasızlıktır… Uyar, sadece, şiirden ne anladığını kendi paradigmasına göre açığa vurmuştur. Mesela Orhan Veli’yi değerlendirirken “Orhan Veli’nin asıl dil tadı, geleneksel Türk şiiri beğenisi, şiir çevirilerinde fark edilir: sözcük seçmede titizlik ve yumuşaklık, dize kurmada özen, büsbütün belirir çevirilerinde. Çevirdiklerinin hem kendi özelliklerini korur hem de onları Türkçede yazılmış kadar, Türk dili tadına uydurur.” (s.668) Bir örnek daha vermek gerekirse, “Korktuğum Şey”, gelenekle açık açık el sıkışmasına karşın, yeni birtakım duygular, bu yeni duygulara uygun görüntüler taşıyan bir şiirdir. Türkçenin, yapı ve duygululuk bakımından en güzel şiirlerinden biridir belki. Üstelik, son günlerdeki deyimi ile “otantik”. İçeriği: İslamAnadolu; biçimi: ilk elde oldukça Türk, bir parça Fransız zarafeti karışsa bile.” (s.656) II. Yeni şairlerinden en azından biri, karşı çıktıkları şiirin en önemli temsilcilerinden bazıları hakkında böyle hakkaniyetli bir eleştiri yapmışken, II. Yeni şairlerinin kendinden önceki şairleri adam yerine koymadığı nasıl söylenebilir? Özellikle de Uyar gibi, “Bugün şiirimizi şaşmadan yanılmadan değerlendirebilecek sekizon kişi çıkmaz sanıyorum. Bu büyük bir iddia değil, göreceksiniz” (s.83) diyerek sadece kendi dönemini değil günümüzü de betimleyen ve yazdıklarıyla gençleri hâlâ etkileyen birinin ardından. ? Korkulu Ustalık (Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar, Bir Şiirden)/ Turgut Uyar/YKY, İst. 2009/ 728 s. ¥ ge’nin Fener Balat Ayvansaray kitabının çıktığını duyunca hemen aldım tabii, vakit kaybetmeksizin. Önce yine şaşırdım. Ama sonra kızmadım bu kez. Hissettiğim mutluluktu. Sadece teşekkür etmek istedim Ahmet Faik Bey’e. Aradığım kitabı yazmış olduğu için. Fener’i, Balat’ı, Ayvansaray’ı; İstanbul’un pek bilinmeyen bu üç değişik yüzünü bir kitaba sokmayı başarabildiği için. Bunları öyle sade ve neşeli bir dille, sanki kendi de yanımdaymış gibi, aşırıya kaçmadan ama bilgiden de sakınmadan, sıra sıra, tane tane anlatabildiği için... Rehber olmanın avantajını, yazıya dökmede kullanabildiği; usta olduğu çok belli dilini, güçlü bir kaleme çevirebildiği için. Kariye Müzesi’nden başlıyor rehberiniz sizi gezdirmeye. O renk cümbüşünün içerisinde kaybolup gitmenize izin vermeyip bir bir anlatıyor sahneleri, planıyla, sırasıyla. Büyülü gezi surlar boyunca devam ediyor, Tekfur Sarayı’na, Anemas Zindanları’na girilip çıkılıyor. Çıkmaz sokakların birinde gizlenmiş Kandilli Türbe’de mola veriliyor. Meryemana Ayazması’nda mum yakılıyor, dilek tutuluyor. Çingene mahallesi Lonca’dan müzik ses Ahmet Faik leri geliyor. Surp Hıreşdagabet Ermeni Özbilge Kilisesi’nde Ermenilerin tarihinden, AhCUMHURİYET KİTAP SAYI 1012 rida Sinagogu’nda İspanya’dan göç eden Sefarad Yahudilerinden bahsediliyor. Balat’ın Çıfıt Çarşısı’nda aşkların en divanesinin, en şahanesinin Agora Meyhanesi’nde yaşandığı anımsanıyor. Bulgarların deniz kıyısındaki Demir Kilisesi Sveti Stefan insanı hayretler içinde bırakıyor. Kantemir’in Sarayı gezilirken Baltacı Mehmet Paşa’yla Çariçe Katerina’nın dedikodusu yapılıveriyor ayaküstü. Kanlı Meryem Kilisesi’nde Fatih’in fermanı ne arıyor, öğreniliyor. Kırmızı Mektep’in yanındaki Arnavut kaldırımlı dimdik yokuştan Patrikhane’ye ini lirken çok dikkat ediliyor. Aya Yorgi’nin avlusunda Patrik Bartholomeos’la yüz yüze geliniyor. Şimdi Kadir Has Üniversitesi olmuş Cibali Tütün Fabrikası’nda bir kız tütün sarıyor, sanki kendi içermiş gibi...! Ahmet Faik Özbilge anlatıyor, anlatıyor... Yol boyunca aralara serpiştirdiği konu pencereleriyle dinleyicinin ilgisini asla kaybetmemeyi başarıyor. Bizans saraylarından, entrikalarından, yasalarından, cezalarından, okullarından, kütüphanelerinden bahsediyor. İstanbul’un kahvehanelerinden, meyhanelerinden, restoranlarından, ahşap evlerinden, yangınlarından dem vuruyor. Paskalya’dan Hıdrellez’e, Hamursuz’dan Ramazan’a kutlanmadık bayram bırakmıyor. Büyük Mübadele, Varlık Vergisi, 67 Eylül, Kıbrıs derken bir yüzyıl içerisinde İstanbul’da yaşanan inanılmaz değişimin ipuçlarını çekinmeden veriyor. Haliç semalarında yapılan uçak yarışlarını bile kitabın bir köşesine sığdırıyor. Ve acıkanlar için o restorandan çıkıp bir diğerine girerek, nerede ne yenir, ne içilir yalnız söylemekle kalmıyor, mutfaklara dalıp bizzat yemekleri de yapıyor. Bu harika gezi boyunca vaktin nasıl geçtiği hiç mi hiç anlaşılmıyor. Her anı dantel gibi işlenmiş günün son ışıkları tam da gözlerimizi almaya başlamışken, sımsıcacık bir gülümsemeyle bizleri selamlayan kahramanımız şehrin ara sokaklarına doğru usulca uzaklaşıyor... ? Fener Balat Ayvansaray/ Ahmet Faik Özbilge/ E Yay./ 214 s. SAYFA 19