Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O 000’lerin başında büyük bir roman patlaması yaşandı. Orhan Pamuk’un Dünya çapındaki başarısı, Ayşe Kulin gibi yazarların kitap satışlarının yüz binlerle ifade edilmesi, Ahmet Altan’ın gazete yazılarının bir milyon adet basılması gibi olaylar art arda eklenince yazarlık, hem kolay yoldan şöhret, hem de iyi para kazanılan bir meslek olarak görülmeye başlandı. Dişinizi sıkıp birkaç yüz sayfa yazmayı becerebilirseniz Ayşe Arman’ın kırmızı koltuğuna uzanıp bir pop star gibi pozlar vermeniz, hemen üne ve paraya ulaşmanız işten bile değildi. O dönem yaşanan ekonomik krizle binlerce üniversite mezunu işşiz kalınca bu süreç hızlanmış oldu. “Hayatımı anlatsam roman olur” inancındaki birçok kişi işsiz günlerini roman yazarak değerlendirdi. Daha önce edebiyatla uzaktan yakından ilgisi olmamış, ders kitaplarının dışında hemen hiç kitap okumamış kişiler bilgisayarlarının başına geçtiler. Kısa zamanda da romanlarını yazıp yayınevlerinin kapılarını aşındırmaya başladılar. kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Hırs ve Ceza 2 Kültür endüstrisinin de böyle bir roman arzına ihtiyacı olmalı ki bu yazılanların bazıları yayıncılar tarafından kabul gördü, kitaplaştırıldı. Ömer Türkeş’in verdiği rakamlara göre (Virgül Dergisi, Şubat 2007) 1923’le 1997 arasında yayımlanan roman sayısının yıllık ortalaması 50 iken 2000’de 134, 2001’de 140, 2002’de 214, 2003’te 217, 2004’te 311, 2005’te 336, 2006’da (rekor sayı) 389 ve 2007’de de 354 roman yayınlanmış. 2007’de yayımlanan eserlerin 196’sı ilk roman. Yani 196 yeni yazarla tanışmışız. Her ay 16 yeni romancı. Bütün zamanların rekoru kırılmış. Son iki yıldır ise yayımlanan roman sayısının azaldığını görüyoruz. Bunda sunulan yeni romancıların okurlar tarafından umulduğu kadarıyla muhabbetle karşılanmamasının, kitapların satmamasının büyük payı var. Diğer yandan, işsiz günlerinde roman yazmaya soyunanların edebiyatta sandıkları gibi kolay ün ve paraya ulaşılmadığını, “ne var bunu ben de yazarım” dedikleri romanların sandıkları kadar kolay yazılamadığını anlamalarının da payı var kuşkusuz. Radyo programcısı, köşe yazarı, şarkıcı gibi birçok unvanı olan Ayça Şen ikinci romanı Hırs ve Ceza’da (Haziran 2009, Everest yay.) işinden ayrılıp roman yazmaya başlayan Ece’nin yaşadıklarını anlatıyor. Mizahi bir dille yazılmış kitap daha kapağından başlayarak yayın dünyasına ironik eleştiriler de getiriyor. Romanın adı nasıl Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sına açıkça göndermede bulunuyorsa, usta tasarımcı Utku Lomlu’nun imzasını taşıyan kapaktaki Dostoyevski’nin fotoğrafını delip çıkmaya çalışan kadın (Ayça Şen?) tasarımı da manidar. Çok satıp kolayca üne kavuşan yazarların bununla yetinmeyip büyük edebiyatçı olarak kabul görme arzularını çağrıştırıyor bu kapak. Hırs ve Ceza’nın üst başlığı “Bir Başyapıt”. Bildiğiniz gibi çok satan yazarların büyük edebiyatçı kabul edilme arzularının yanında her yazdıklarının yayınevlerince “Bir Başyapıt” olarak sunulması gelenekselleşti. Kitap eklerindeki ilanların hemen hepsinde “Bir Başyapıt” vurgusuna rastlıyoruz. Elini sallasan bir başyapıta değiyor ve bu nitelemenin içi iyice boşalıyor. Ece, 35 yaşında, yakın geçmişte boşanmış, son sevgilisinden ayrılmış, yenisini bulma umudu da az olan bir kadın. Kaybedenler kulübüne üye olabilecek tüm fiziki ve ruhsal özelliklere sahip. Bir gün yazar olmaya karar veriyor ve işini bırakıyor. Annesinin yanına taşınıyor. Annesi de, bir üniversitede öğretim üyesi olan dayısı da bu isteğini hoş karşılamıyor, kararından caydırmaya çalışıyorlar ama nafile. Otuz beş yaşına kadar kalemi eline hiç almamış, üstüne üstlük pek fazla kitap da okumamış ama bu durum Ece’nin cesaretini kırmıyor. “Hayatımı yazsam roman olur” diyerek yazmaya başlıyor ama hayatında yazacak çok fazla bir şey olmadığını fark etmesi için çok geçmesi gerekmiyor. Çok şey yaşamamış, pek fazla arkadaşı, dostu da yok. Romanında yine kendi hayatından söz edecek ama başka şeyler de anlatması gerek. Dayısının on dört yaşındaki kızı “ancak çok satanların iyi para kazanabildiklerini” söyleyince, iyi yazması gerektiğine karar veriyor. Politik olaylara değinecek ama Orhan Pamuk’un durumuna düşmemek için “kimsenin çıkarına dil uzatma”yacak. Orhan Pamuk gibi, insanları tanımak amacıyla Anadolu’yu gezmeyi düşünüyor. Dünya barışından bahsetmesi gerektiğine karar verdiği için kendini solcu olarak tanımlıyor. Ayrıca çağdaş bir Türk yazarı olarak Atatürkçü ve orduya da saygılı... Sevgilisinden yeni ayrıldığı için ilk kitabının aşk romanı olmasına karar veriyor; lirik bir aşk romanı. Aşkı geleceğe uyarlayacak. Roman günümüzden ileride 2037’de geçecek. Ece’nin yaşadığı aşklar pek iç açıcı değil. Sevgilileri hep saygısızca davranmış, kendi deyimiyle “idiyot” olduğunu düşünmüşler. Bir tek son sevgilisi farklıymış ama onunla da sürekli kavga ediyorlarmış. Yine de sevgilisinin kendisini arayacağı umudunu taşıyor, gözü her an cep telefonunda. Roman yazmaya karar vermesinde, ayrılık acısını unutacağı umudu da var. Romanına ayrıntı bulabilmek, işleyeceği konuyu derinliğine araştırmak amacıyla arabasına binip amaçsızca İstanbul’da dolaşıyor. Yürümeye üşenip arabayla gezdiği için pek fazla insan tanıyamasa da Erenköy Akıl Hastanesi önünden arabaya aldığı çarşaflı kadının açık yürekle anlatıkları öyle fütursuz ki, ona insanları sadece görünüşleri ile değerlendiremeyeceğini, dışarıdaki hayatın düşündüğünden çok daha açık sözlü olduğunu öğretiyor. Romandaki sevgilisi zengin biri. Zengin insanların nasıl yaşadığını anlamak için annesinin kredi kartını çalıp lüks bir restorana gidiyor ve Fransızca adlı, bilmediği yemekler yiyor. TEM’de giderken gördüğü yolun ortasında cansız yatan çocuktan etkileniyor. Rastladığı arkadaşlarının insan ilişkilerindeki rahatlığı, utanıp sıkılmadan yaşadıklarının anlatmaları ile kendi steril hayatı, oldukça muhafazakâr bakışı sarsılsa da romanına bunları yansıtmamaya karar veriyor. Edebiyat eksiğini gidermek amacıyla klasikleri okuyor. 12 Eylül ve dünya politika tarihini de okuması gerektiğini düşünüyor ama aşk romanı yazacağı için okumaya Balzac’ın Vadideki Zambak’ı ile başlıyor. Bir yandan da kitabı yayımlandığında ne kadar para kazanacağının, nasıl bir üne kavuşacağının hayallerini ku ruyor. Kendini Ayşe Arman’la röportaj yaparken, Orhan Pamuk’la şık restoranlarda yemek yerken hayal ediyor. Kurduğu hayaller ona şevk veriyor. Romanını zorlanarak da olsa yazıyor. Romanının çok okunması için ne gerekiyorsa yapıyor. Örneğin, Elif Şafak’ın romanı çok sattı diye romanına bir Ermeni aile eklemekle kalmıyor, hiç tanımamasına rağmen iki de Yahudi genç kız ekliyor. Ece’nin yaşadıklarını kendi ağzından dinlerken romanından sayfalar da okuyoruz. Yazdıkları pek dişe dokunur değil ama Ece olanca saflığıyla iyi şeyler yazdığına inanıyor. Onlardan kendi deyimi ile bölümler araklasa da Balzac’ı, Tolstoy’u, Dickens’ı küçümsüyor. Ayça Şen, romanı gazete köşe yazılarında kullandığı dille yazmış. Rahat, okunması kolay, argoya ve sokağa yakın, konuşur gibi olan anlatımı dil ve gramer hatalarını kaldıracak bir yapıda. Kahramanına da bol bol eksik ve yanlış cümleler kurdurduğu, isimleri yanlış söylettiği için hata yapsa da, bilerek mi bilgisizlikten mi hata yaptığını anlamak olanaksız. Hırs ve Ceza’da bir yandan yazarlık hevesi üzerinden orta sınıfın cahil bırakılmış bir üyesinin karikatürü çizilir, orta sınıfın yaşamı eleştirel bir bakışla yansıtılırken esas oklar yayın dünyasına yöneltiliyor. Ece’nin romanını bitirip yayıncı aramak için Beylikdüzü’ne İstanbul Kitap Fuarı’na gitmesi... Oradaki izlenimleri... Ayşe Kulin’e kitap imzalatırken Kulin’in ajanı Fahrettin Dalbasan ile tanışması ve ona romanının bir kopyasını vermesi, eğlentili dille ve içeriden yazılmış gerçekçi gözlemler. Ece’nin Hırs’ı beklendiği gibi Ceza’sını bulmuyor. Fahrettin, yolladığı epostada “uzun zamandır bu kadar nefessiz güldüğüm bir kitap okumamıştım” diyerek zor olsa da romana bir yayıncı bulacağını yazıyor. Ece’nin rüyaları gerçek oluyor. Romanı ağır eleştiriler alsa da, Recep İvedik’e benzetilse de çok satıyor. Ayşe Arman’a da röportaj veriyor, başbakanın resepsiyonuna da çağırılıyor, bir büyük gazetede köşe yazarlığı teklifi de alıyor. Yani, yayın piyasasının star oluşturmada kullandığı tüm mekanizmalar Ece için de çalışıyor. ? SAYFA 12 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1012 Ayça Şen