Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nalân Tuntaş’tan ‘Gölge Kadın’ Karanlıkta kalan kadınlar Ë Alaattin TOPÇU ölge Kadın’ın birinci bölümünde, yaşadığı depresyon sonucu İstanbul’u, kocasını ve kızını terk edip İzmir’e yerleşen Aslıhan’ın hikâyesiyle tanışırız. Burada “hikâyeyle tanışmak” deyimini biraz açmam gerekiyor sanırım. Özellikle yazınsalkurmaca dünyalar, bize, karakterlerden daha çok, onların hikâyeleriyle tanışma, daha doğrusu onların hikâyelerine tanık olma imkânı tanır. Bu tanıklıkta karakterlerin adları, fiziksel özellikleri bir yere kadar önemsizdir. Adı Aslıhan da olabilir, Figen de... Sarışın da olabilir, esmer de... Kurmaca metinlerde aslolan hikâyedir, hikâyenin sunuş biçimi, dili, kurgusudur. Tekrar Aslıhan’ın hikâyesine dönelim. Ellili yaşlardaki bu kadın, “güzel şeylerin ayağına gelmeyeceğini” anlayarak “yaşama bakışını değiştirmeye” karar verir. Bu yaşam güzergâhında aradığı en önemli şey ise “huzur”dur. Bir başka boyutta ise, Kant’a gönderme yaparak belirtildiği gibi, “hiçbir zaman gerçekleşmeyecek mutluluk ideali”dir. Hangimiz “gerçekleşmesi imkânsız” huzuru, mutluluğu “idealleştirmeyiz” ki!.. Aslıhan’ın hikâyesine yaşam akışı içinde bire bir değil, iç dünyasındaki sorgulamalardan tanık oluruz. Geçmişini, bugününü, hatta gelecek tasarılarını onun iç dünyasındaki yolculuklardan çıkarımlarız. Malum, “içe dönük dünya” bir miktar pusludur, yer yer fırtınalı, zaman zaman da bir hayli karanlıktır; geceyi çağrıştırır. Bir iki sayfada tanıklık ettiğimiz bu yaşantı, ister istemez bizi hüzünlendirir. Neden? Aslıhan’ın “geçmişinin alışkanlıklarına” teslim olması demek, bir “cehennem”e mahkum olması anlamına gelir. Oysa, “hiçbir şey için geç değildir.” İnsanın zincirlerini kırıp, duvarlarını yıkıp geleceğini “farklı” kılmak her zaman elindedir. Ancak, bellek geçmişe mahkum, geleceğe karanlık bir boşluk bırakıyorsa ne yapabiliriz? Aslıhan’ın hikâyesini izleyerek bu soruya bir yanıt bulmak mümkün mü? Doğrusunu söylemek gerekirse, Aslıhan bu noktada bizi biraz yoruyor: “Tatsız duyguların çoğu yaşadığımız deneyimlerle kazınmıştır beynimize. Onları üzerimizden atmak için yıllar boyu boşuna umutlanmışsınızdır. Gün gelir çok geç olduğunu, o duyguların artık sizin bir parçanız haline geldiğini, onlardan asla kurtulamayacağınızı kabullenmek zorunda kalırsınız.” (s. 10) Aslıhan’ın hikâyesi ne kadar öznel ise bir o kadar da nesneldir. Ne kadar nesnel ise bir o kadar da özneldir. Yani ne kadar bireyin kendi yaşamından damıtılmış ise, bir o kadar da onun yaşadığı toplumdan damıtılmıştır. Ataerkil bir toplumda kız çocuklarının yaşamak durumunda kaldıkları baskılar; otoriter babaların yaşattıkları travmalar Aslıhan’da vücut bulmuştur. Dahası, 70’lerin siyasal ruhu: Aslıhan bir yandan bastırılmış duyguların “huysuzluğu”nu öznel bir düzlemde aktarırSAYFA 8 G Nalân Tuntaş Gölge Kadın‘da Londra, İstanbul ve Mardin’den İzmir’e uzanan üç aykırı yaşamın izlerini; Aslıhan, Kerem ve Ceyda’nın hayat öykülerini, kadın duyarlılığıyla yansıtırken, yakın tarihin sosyal yapısını gözler önüne seriyor. ken, diğer yandan (s. 32) darağacına gönderilen Deniz’ler, vurulan “arkadaşlar” bu içdöküm seanslarında karşımıza çıkar. Bunu iki ayrı örnekle somutlaştırmak mümkündür: “Düşlerimde beni kovalayan, bileklerime kelepçeyi vuran (burada ‘ruhuma’ diye de okuyabilirsiniz) babam Ethem Ağırbaş, aksi bir adamdı. Yüzü hiç gülmezdi. İnce, uzun boylu, sert bakışlıydı. İçki, sigara kullanmaz, az yer, az konuşurdu. Her konuda ölçülüydü babam. Ölçüleri hepimizin özgürlük alanını sınırlayacak derecede abartmıştı. Erkek arkadaş filan anlamaz, okul saatleri dışında sokakta dolaşmamıza izin vermezdi.” (s. 31) İkinci örnek de şu: “Edebiyat Fakültesi’nde, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde, son sınıftaydım. Çok karışık günlerdi. Demirel’in azınlık hükümeti kurmasına, cumhurbaşkanının kendisine göndereceği uyarı mektubunu görmezden gelmesine, ordunun yönetime el koymasına ve ülkenin kan gölüne dönüşmesine fazla zaman kalmamıştı. Arkadaşlarımızın bazıları gözaltına alınmış, hiçbirimizin can güvenliği kalmamıştı” (s. 32). Çok kısa bir alıntı daha: “Okulun son günleri neşeli geçermiş eskiden, ama şimdi öyle miydi? Mayıs ayı gelir gelmez içimizi derin kederler kaplıyor, darağacına giden fidanların gölgesi üzerimize düşüyordu.” (s. 32) Sadece “darağacında giden fidanlar”ın değil, Aslıhan’ın ilk gözağrısı/aşkı Oğuz’un bir çatışma esnasında öldü(rüldü)ğünü öğreniriz. Yani Aslıhan “görece yakın” tarihimize kendi öznelinde de bir pencere açar. Dahası, bu “görece yakın tarih” içdökümlerine, zaman zaman da anneannesinin ona yüklediği Kurtuluş Savaşı döneminin ruhu da sirayet eder! Böylece “görece yakın tarih” ile “görece uzak tarih” Aslıhan’ın penceresinden bize el sallar... Kitabın adı neden Gölge Kadın? Doğrusu, Aslıhan’ın hikâyesinde “gölgede kalmak” bağlamında bir “siliklik” değil de pasiflik seziliyor. Yalnız, 34. sayfada annesinden söz edişi “gölge kadın” imgesine önemli bir açılım getiriyor. Özetle şöyle betimliyor annesini: “... Zaten silik bir kadındı. Kocasından, kayınvalidesinden ürkmüş, kadınlığını yaşayamamış, aynanın karşısına geçip rujunu sürememiş, koltuğa sırtını dayayıp kahvesini yudumlayamamış, yaşamının her evresinde sinmiş bir gölgeydi.” (s. 32) İşte böyle: Ülkeden kadın manzaraları! Annedir, eştir vs. Ama ne hikmetse, geçtik “rujunu sürmesini”, sırtını koltuğa dayayıp bir yorgunluk kahvesi içmekten bile acizdir, daha doğrusu aciz bırakılmıştır. Onun bu dünyadaki varoluşunu belki de en iyi özetleyecek bir adlandırma: Gölge Kadın. CEYDA Ceyda’nın hikâyesi Londra çıkışlı. Ceyda, Aslıhan ile Uğur’un kızları. Annesi ile babasının ayrılması ve bir üvey annenin, yani Billur’un aileye katılmasıyla Ceyda’ya yurtdışı yolu görünür. Ne yazık ki Ceyda, Londra’da mutsuzdur, yalnızdır. Ev arkadaşı Jane ile anlaşamaz. Onunla doğru düzgün bir paylaşımı yoktur. Sevgilisi Rich ile de Londra’dan Bodrum’a yaptıkları, daha doğrusu yapamadıkları tatil sonucu yolları ayrılır. Zengin bir ailenin kızı olan Ceyda’nın, her şeyi parayla çözmeye çalışan babasıyla, onun ailesiyle, görgüsüz/cahil üvey annesiyle arası iyi değildir. Onların dünyasında da mutsuzdur. Ne yazık ki bir okur olarak Ceyda’nın hikâyesi beni pek çekmedi. Londra, ev arkadaşı, sevgilisi, zengin babası, görgüsüz üvey annesi... Yani yüzeysel ilişkiler yumağı. Okurun karakterlerle kurduğu özdeşim çok önemlidir. Eğer bu özdeşim kurulamıyorsa, o hikâyenin dünyasına girmekte, o yolda ilerlemekte zorlanılır. Ceyda’nın asıl sorunu da aslında annesi Aslıhan’la. Babasından ayrılması, kendisini bırakıp gitmesi, özgürlüğünü tercih etmesi. Ceyda açısından kabul edilmezdir. Ne zamana kadar? Annesini anlayabilecek olgunluğa erişene kadar elbette. Oğlu bir trafik kazasında ölmüş, eşi onu Billur gibi seviyesiz bir kadınla aldatmış bir kadının “seçim” yapması ve her şeyi geride bırakması kaçınılmaz değil de nedir? Annesinin içinde bulunduğu bu çıkmazı anlayabilmesi için Ceyda’nın büyümesi, olgunlaşması gerekir. KEREM Kerem’in hikâyesi bu romanın en sıra dışı, ama bir o kadar da en çarpıcı hikâyelerinden biri gibi görünüyor. Mardin’den İzmir’e göç eden Kerem, yoksulluğun dibe vurduklarındandır. Bir marangozun yanında çalışır. Yol keser, gasp yapar; toplumsal konumuna bakmadan (!) sosyete kızı Esra’ya âşık olur. Yüz bulamayınca gözü döner. Bu takıntısıyla ipin ucunu iyice kaçırır. Belli ki sonu karanlıkların da ötesindedir. Tinerci arkadaşlarından biri tarafından da öldürülür zaten. Aslında buraya kadar ki hikâyede ilgi toplayan Kerem’in Aslıhan ile Ceyda’nın hikâyelerindeki yeridir. Acaba bu kitaba yamanmış bir karakter midir Kerem, yoksa? Mardin’den İzmir’e, yani Aslıhan’ın İstanbul’dan, Ceyda’nın Londra’dan İstanbul’a, oradan İzmir’e kesişen yolları, acaba onları nasıl bir araya getirecektir? Çevremizde o kadar çok Gölge Kadın var ki. Ama onlar ısrarla görmezden gelinir. Görülen yerde de pek umursanmaz. Oysa hepsinin hayatı nice gizemli hikâyelere yataklık eder. Önemli olan bu “gizemli hikâyeler”i gün ışığına çıkarmaktır, Nalân Hanım’ın yaptığı gibi.? Gölge Kadın/ Nalân Tuntaş/ Şenocak Yayınları/ 232 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1011 Çevremizde o kadar çok Gölge Kadın var ki. Ama onlar ısrarla görmezden gelinir. Görülen yerde de pek umursanmaz. Oysa hepsinin hayatı nice gizemli hikâyelere yataklık eder. Önemli olan bu “gizemli hikâyeler”i gün ışığına çıkarmaktır, Nalân Tuntaş’ın yaptığı gibi.