22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir hâkimin kaleminden Kadına yönelik şiddete karşı hukuk kalkanı Hâkim Eray Karınca, kapsamlı bir çalışmayla kadının maruz kaldığı şiddeti konu alıyor Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete İlişkin Hukuksal Durum Ve Uygulama Örnekleri‘nde. Karınca’nın Ailenin Korunmasına Dair Kanun’a yönelik yorum önerisi, hukuk çevrelerinde ve genel olarak toplum nezdinde tartışılmaya değer. Ë Murat ERTEN nemli pek çok problemin yaşandığı ülkemizin, bazen fazlasıyla dikkat çeken fakat çoğunlukla görmezden gelinen bir problemi olarak; kadının, aile içinde şiddete maruz bırakılması meselesinin, bazı hassas bireyler tarafından ele alındığını özellikle son yıllarda sıkça görmeye başladık. Bu konudaki çalışmaların, gerek devlet kurumlarında sorumlu mevkilerde bulunanlar tarafından gerekse de Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlarca desteklenmesi sonucunda ortaya, elle tutulur ve farklılık yaratır sonuçlar çıkmaya başlamıştır. Kadınların ailede veya toplumda şiddet görmesi, dövülmesi veya darp edilmesi, taciz ve tecavüze maruz bırakılması ve hatta öldürülmesi olarak kendini göstermektedir. Bazı yasaların, töresel ve örfi kanunların doğurduğu sonuçları dikkate alması ve ceza indirimi sağlaması, geçmişte, oldukça yaralayıcı ve toplum vicdanında rahatsızlık uyandıran kararların çıkmasına sebebiyet vermiştir. Toplumumuzu uzun süre meşgul eden töre cinayetleri ve kadının, kendisine tecavüz eden kimse ile evlendirilmesi bu konunun ilk akla gelen örnekleridir. Ancak fiziksel şiddet kadar ağırlıklı ve onun kadar yaralayıcı bir tür olarak manevi şiddetin de adı anılmalı bu konuda. Kadınların, aynı evde yaşadığı tüm diğer bireylerle aynı hak ve özgürlüklere sahip olduğu düşüncesinin, en başta kabul edilmesi gerekirken; tersine, kadını hiçe sayma, konuşurken dinlememe veya sözünü kesip konuşmasına izin vermeme, yaptığı veya söylediği hiçbir şeyin bir kıymetinin olmadığını hissettirme ve hatta dile getirme… Evdeki erkeklerin yaş, konum ve yetenekleri ne olursa olsun her zaman ve her yerde kadından önce geldiklerini dayatma, yaptığı her iş öncesinde babadan, ağabeyden vs. izin alma zorunluluğu getirme, bu bağlamda kişisel hiçbir hakkını bireysel özgürlüğü dolayımında kullanmasına izin vermeme… Ne giyeceğine, nasıl giyineceğine karışma veya başka deyişle istediği gibi giyinmesine imkân tanımama… partnerini ve hatta uzun süredir birlikte olduğu yakın yaşam arkadaşını, sözle veya fiille taciz/rahatsız eden, döven, öldüren kimselerin haberlerine rastlamadığımız gün yok gibidir. Bu durumda şiddete maruz kalan kadının sığınacağı koruyucu/kuşatıcı bir kanun olarak 4320 fazlasıyla iş görebilir. Şiddeti uygulayanın uzaklaştırılması, silahı varsa el konulması ve verdiği zararı ödetmeye dönük cezalandırılması, yalnızca adalete değil hakkaniyet ölçüsüne de uygun görünmektedir işaret edilmeli ki adalet çoğu zaman hakkaniyet ölçüsünün miyarı olmaktan uzaktır bunun birinci sebebi kanun metninin yetersizliği iken diğeri hüküm makamının yorum farklılığıdır. Ancak elbette ki meselenin tartışma zemini ne bu değerlendirme yazısıdır ne de değerlendirmemizin konusu olan kitap çalışmasıdır. Ancak 4320 sayılı kanunun sözü edilen biçimde kapsamlı yorumu yapılmadığı hallerde, sorunun çözümü için farklı kanun metinleri devreye girmek zorunda kalacak ve tek bir örnek olarak müessir fiil yorumuyla ceza yasası marifetiyle mağduriyet giderilmek istenecektir ki kitapta, bu konuya ilişkin çok çarpıcı bir örnek de yer almaktadır. Anayasanın ve Medeni Kanunun bu konuda ne dediği ve ne tür bir kapsam öngördüğü incelenirken, kitapta farklı bölümler halinde ceza yasası da bu konudaki kapsamı ve değerlendirmesi bakımından ele alınmaktadır. Aile mahkemelerinin kuruluşu, amacı ve bu mahkemelerin kuruluşunu öngören kanunun incelendiği bölüm, bir bakıma 4320 sayılı kanunun neden zaruri ve önemli olduğunu da temellendirir niteliktedir. Boşanmışlık hali, nişanlılık/sözlülük ve hatta yakın yaşam arkadaşlığı durumlarında kanunun nasıl işletileceği ve ne kadar işe yarar olduğu konusu, bağımsız bir başlık altında incelenmektedir ve bir bakıma meselenin en önemli yönünü teşkil etmektedir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve farklı uluslararası belgelerin niteliği ve iç hukuka etkisinin irdelendiği bölümlerin ardından kitabın sonuna eklenen mahkeme kararları ve örnek olay çalışması bölümü, ilginç uygulama örneklerini sıralamaktadır ve farklı mahkemelerce benzer olaylar için bağlanan birbirinden uzak hüküm örneklerinin değerlendirilmesine imkân tanımaktadır. Bu anlamda son olarak söylenebilir ki, hâkim Eray Karınca’nın bu nitelikli çalışması yakından incelenmeye değer bir çalışmadır ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’a yönelik yorum önerisi hukuk çevrelerinde ve genel olarak toplum nezdinde tartışılmaya değerdir. ? Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete İlişkin Hukuksal Durum Ve Uygulama Örnekleri/ Eray Karınca/ T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara/ 180 s. SAYFA 15 Ö Eray Karınca GELENEKLERİN ETKİSİ Buna benzer baskı nitelikli akla ilk gelen eylemleri ise yalnızca ailenin babası değil büyük/küçük erkek kardeş, dede, amca/dayı veya bunların oğulları gibi yakın akrabalar da gerçekleştirebilmektedir. Kadının üzerindeki bu ailevi baskı, sıklıkla toplumsal motifler olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Nispeten küçük boyutlu ve sakinlerinin nispeten muhafazakâr bir profil arz ettiği mahallelerde, eskiden kalma bir kavramı hatırlarız: mahallemizin namusu! Kabul gördüğü toplumda, kavrayıcı/kuşatıcı bir niteliğe sahip olan bu kavram, kadının; komşuları tarafından da baskı/kontrol altında tutulmasına imkân tanımaktadır. Temel olarak bu baskılar, kadının kendisini gerçekleştirmesine engel teşkil etmekte, yetenek ve kabiliyetlerini tam olarak ortaya çıkarmasına imkân tanımamaktadır. Fakat –daha önemli olarak meselenin arka planında, kadına yönelik ailevi/toplumsal baskının nesilden nesile aktarımı ve toplumsal bellekte muhafaza edilmesinde yine başka bir kadının, çoğu zaman da o ailenin annesini/anneannesini görmekteyiz. Bu nokta da üzerinde dikkatle durmamız gereken bir nokta olarak öne çıkmaktadır. Yukarıdakilere ek olarak, sokakta yaşanan herhangi bir ağız kavgasında, erkeklerin hiç tanımadıkları kadınlara karşı bile fazlasıyla kaba olmaları da düşünülürse, toplumumuzda –ve aslında erkekler nezdinde kadının sahip olduğu yerin, muadillerine göre oldukça yetersiz olduğu teslim edilmelidir. Bu yönüyle sosyal ve bana kalırsa ahlaki bir eleştiriye tabi tutulması gereken bu konunun, hukuki yönü, hiç de azımsanmayacak bir öneme sahiptir ve bu konuda gerçekleştirilen etkinlikler, girişimler ve kaleme alınan makale ve kitaplar son dönemde dikkat çekici bir seviyeye ulaşmış görünmektedir. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü girişimi olarak, 20062008 yılları arasında toplumsal cinsiyet eşitli ğinin sağlanması konusunda bir proje yürütülmüş, bu konunun önemli bileşenlerinden kadına karşı aile içi şiddetin önlenmesi ile ilgili çalışmalar gerçekleştirilmiş ve konunun farklı açılardan ele alındığı workshoplara farklı meslek gruplarından çalışanlar katılmıştı. Kadının aile içinde şiddet görmesine yönelik hukuki sürecin her yönüyle dikkatle incelendiği, ilgililerin bilgilendirildiği ve sürece etkin biçimde katılımlarının sağlandığı bu çalışmaların, yazılı bir kaynağa dönüştüğü Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete İlişkin Hukuksal Durum ve Uygulama Örnekleri kitabı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından yayımlandı. Hemen belirtelim ki, kitaba bu adresten ücretsiz ulaşmak mümkündür. SOSYAL ÇALIŞMALAR Kitabın yazarı hâkim Eray Karınca, aynı zamanda yukarıda sözü edilen workshopların katılımcısı olarak, konuyla yakından ilgili farklı meslek gruplarına meselenin hukuki açılımı hakkında detaylı bilgi vermiştir. Kaleme aldığı bu çalışma ile de kadına karşı şiddetin hukuk boyutunu enine boyuna incelemekte ve farklı açılardan ele aldığı konuyu, kanunların; kadının mağduriyetini gidermeye yönelik biçimde yorumlanması üzerinde temellendirmektedir. Zira bu konuda, mağdurun tek dayanağı olan Ailenin Korunmasına Dair 4320 Sayılı Yasa’nın, farklı ellerde farklı sonuçlar doğurması mümkündür. Tek bir örnek olarak yasa, evli çiftler arasında yaşanabilecek olası nizalara yönelik işletilebilir durumda iken ve bu noktayı vurgulayan aile hâkimleri varken, yazar; boşanmış veya evlilik bağı olmaksızın birlikte olan yazar bunu yakın yaşam arkadaşlığı olarak nitelemektedir çiftlerin de bu kapsamda ele alınabileceğini savunmaktadır. Kanun metninin bu yönde yorumu elbette mümkün görünmektedir ancak daha önemlisi bu tür bir yorumun, toplumsal dinamikler göz önüne alındığında zaruri olduğu anlaşılmaktadır. Zira boşandığı eşini, aralarında sözlülük veya nişanlılık bağı bulunan CUMHURİYET KİTAP SAYI 1011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle