Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K “Prof. Dr. Türkân Saylan’ın anısı ve hizmet bayrağını teslim ettiği ekibi için” itap İçin... SELÇUK ALTUN LXXVII “İncirinde rüzgâr saklı” Bunları Kimse Yazamadı’ 1901dan – Oray Eğin “Türkiye’nin Armağan Çağlayan’ın köşe yazarlığı deneyiminden daha kötüsünü görmesi gerekiyormuş demek ki… Tuna Kiremitçi bir süredir Vatan’da köşe yazarlığını deniyor ve “Hayır hiçbir şey daha feci olamaz” derken her geçen gün biraz daha şaşırtıyor.” “Mehmet Y. Yılmaz’ın internette çekip gitme üzerine yazdığı binlerce makale dururken o bir kez daha bu işi bırakamadı. Daha geçen hafta işte… Hatırlayalım: Doğan Grubu’nda merkez valiliğine atanmış, beğenmediği bir görevle dergilerin başına getirilmişti, bir türlü mesaiye başlamamak, Milliyet’teki odasını boşaltmamak için direndi, sonunda Sabah’a geçti ve aynı görevi verdiler! Geçti ama kimse ona beklediği hoş geldini de göstermedi işte. 11. sayfada ola ola küçücük bir ekonomi haberi oldu medya mogulu Yılmaz. Sonra aynen çark, yine Merkez Valiliği’ne, eski patronun yanıbaşına… …Mehmet Y. Yılmaz’ın basın macerasında Ufuk Güldemir’i örnek almasında büyük fayda var. Güldemir, zamanında Cem Uzan’a karşı kapıyı vurup çıkmıştı. Star’da her işin başındayken, gazeteyi çıkartma aşamasında kendisinden habersiz Cafer Yarkent transferi yapıldığı için kapıyı vurup çıkmıştır. Milliyet’te de Ahmet Altan “Atakürt” yazısından dolayı talimatla atıldığında da kapıyı vurup çıkmıştır. Çünkü iyi yönetici, iyi Genel Yayın Yönetmeni kapıyı vurup çıkar. Mehmet Y. Yılmaz ise kapıyı vurup çıkamadığı için, egosunu tatmin etmek için ancak muhabirleri işten atar.” 1902 Milliyet genel yayın yönetmenliğinden Hürriyet’in orta sayfalarında bir köşeye indirilmeyi sindirmiş M.Y.Y. ile ilgili Oray Eğin yazısını okurken aklıma geldi: Bankacılık dönemimin ardından, kısa süre aynı bankada görev yapan ve bana husumeti olan bir kişinin kamu ilgililerini yanlış yönlendirmesiyle hakkımda bir dava açıldı. 10.05.2006 tarihli Hürriyet’in, 23. sayfasındaki M.Y.Y. yazısının başlığı “Allah’ın Parmağı Yok ki!” idi. Yazıda özetle “…Davaya konu işlemlerin yapıldığı dönemde Altun, bankacılığın yanı sıra yazdığı romanlarla da gündeme gelmişti. Bu romanlardan biri Ku(r)şun Lezzeti adını taşıyordu. Altun bu romanında “iblis” olarak isimlendirdiği bir medya grubunun, Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki bir barı tehditle ele geçirmeye çalışması gibi “akla ziyan” bir öykü anlatıyordu… “Patronunun verdiği sipariş üzerine yazıldığını” düşündüğüm bu romanın yazarı, şimdi patronunun emrettiği işleri yaptığı için…yargılanacak. “Allah’ın parmağı yok ki gözünü çıkarsın” deyişini işte bu yüzden çok seviyorum.” denmişti. Bu âlemde hangi medya gruplarında siparişle yazı yazdırıldığı bir sır değildir. Ama ben ne sipariş üzerine roman yazdım ne de patron emriyle yasadışı işlem yaptım. Davadan çoktan beraat ettim; beraat kararında anılan işlemden bankaSAYFA 10 nın kâr ettiği de vurgulandı. O gelişmenin hemen ardından; “Allah’ın parmağı yok ama benim yirmi parmağım var, ben şimdi o parmaklardan bazılarıyla” diye başlayan bir orgazm yazısı döşenmedim. (Romanım, ülkemi satırarası tehditlerle (s)oymaya çalışan tüm gazete patronlarına bir manifestoydu.) Yine o romanda, bir medya holdingi yurtdışındaki iştirakleri üstünden yapılan işlemlerle küçük yatırımcıyı zarara uğratırken vergi kaçakçılığı da yapıyordu. Kitabın yayımlanmasından beş yıl sonra, M.Y.Y.’nin çalıştığı gruptan bazı yetkililerin aynı nedenlerle yargılandığını gazete ve internet sitelerinden öğrendik. Bu paralellik yüzünden kendimi yazıyla alkışlasam veya “Oh Olsun!” desem M.Y.Y.’nin düzeyine inerdim. M.Y.Y. yazısında romanımı iki cümleyle özetlemeye çalışırken becerememiş. Bu bağlamda onu akla ziyan bir öykü diye geçiştirmesi inandırıcı değildir. Romanı gerçekten okumuşsa, o kinayeyi atlaması birikim sorunu olabilir. 1903 16.08.07 tarihli ve “Çölaşan’la Veda Yemeği” başlıklı yazısında Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, “Hürriyet bundan 5 yıl önce yeni yayın ilkelerini belirledi. Bu ilkeler yeni ve çağdaş bir yayıncılık anlayışının temel taşlarıydı. Kişi hakları, hakaret, takıntı gibi konularda daha titiz bir yayıncılık sürdüreceğiz” demişti. Aklıma, bu yazıdan 14 ay önce aynı gazetede yayımlanan ve beraat ettiğim dava daha başlamadan beni peşinen suçlu belleyip, “oh olsun” diyen M.Y.Y. yazısı geldi, güldüm… Prensipleri, etik değerleri işine geldiğinde sahiplenmek E.Ö.’nün bir özelliği midir? E.Ö. yazısında, “Hürriyet’e gelince, işin rengi değişiyor. Bir muhabirin işine son verilmesi bile olay oluyor. “Büyük gazete” olmanın bedeli var” demeyi de ihmal etmemiş. Bu kez aklıma, kitapları çok sattığı için kendilerini “büyük/usta” sanan sığ/vasat yazarlar geliveriyor… 1904 01.04.09! Sahafbaşı Nedret’in daveti üzerine Turkuaz’a gittim. Şeyh Şamil’in torununun kitaplığından çıkma ilginç kitaplar var demişti. Kitabat içinde Kafkasya kahramanı Şeyh Şamil’in torununun oğlu Osman Erkan’ın İngilizce kitapları da vardı, onlardan etkilendim. Nedret ortaokulda, Kafkas dansları yapan bir ekipte folklorcuymuş. Ben ganimetle çıkarken, Kafkas dansı figürleri arasına “Nasıl ge.çirdim” bağlamında ince jestler sokuşturarak beni uğurlamıştı. Okumayazma evime gidince onu telefonla aradım, “Nedret” dedim, “Paul Hogarth’ın çizimlerini yaptığı, Brendan Behan’s New York adlı kitabın değeri, tüm kitaplar için ödediğim paranın en az üç katıdır.” Telefonun öbür ucundan “ciyaaak!” seslerinin yükseleceğini biliyordum. 1905 Brendan Behan (19231964): İrlandalı ya zar, anarşist ve nüktedan. Tiyatro oyunlarıyla tanınmıştı. Erje Ayden’in dostuydu. KİTAP İÇİN’de ondan alıntılar yapmış, aforizmalarından örnekler vermiştim. İki adedini yinelemeliyim: “Eleştirmenler hadımbaşılara benzerler; nasıl yapıldığını bilir, yapılmasını her gün izler ama kendileri bir türlü yapamazlar.” Rehine adlı oyunun ne mesaj iletmek istediğini soranlara, “Ne mesajı iletecek mişim?” der Behan. “Siz beni bir postacı mı sanıyorsunuz?” 1906 Bir küresel araştırma şirketine göre “yaşam kalitesi” açısından dünyanın ilk on kenti: 1.Viyana / 2.Zürih / 2.Cenevre / 4.Vancouver / 5.Auckland / 6.Düsseldorf / 7.Münih / 8.Frankfurt / 9.Bern / 10.Sydney. *** Listede İstanbul ilk elliye giremezken Amsterdam 13., San Francisco 30., Paris 33., Londra 38. ve New York 49’uncu. Kriterler malum; kent güvenliği, temizliği, eğitim ve iş olanakları, suçluluk oranı, çevresel düzenlemeler, alt yapı yatırımları v.s. Bir kentin tarihi zenginliği, doğal gizemi, sanatsal olanaklarının özel ağırlığı yok. O kriterler daha çok robotsal düzene göre seçilmiş. Bu tip düşünce ve düzenleme ürünü bazı kişiler yüzünden, son finansal kriz bu denli vurucuydu. *** Benim ilk 10 kentim: 1.Venedik / 2.İstanbul /3.New York / 4.Londra / 5.San Francisco / 6.Amsterdam / 7.Paris / 8. Lüzern / 9. Buenos Aires / 10.Düsseldorf. (Şu kentleri merak ediyorum: Stockholm, Vancouver ve Sydney.) 1907 Şişhane’den inip Unkapanı Köprüsü’ne ilk adımımla mehteran eşliğinde zaman tüneline girerim. Köprünün sol ucunda Evliya Çelebi tesbih çekerken Pantokrator Kilisesi’ni süzüyordur. Karşımdaki onaltı yüzyıllık Valens Kemerinden geçen yorgun suyun lıkırtısını duyunca, yavaşça gözlerimi kaparım. İstanbul’um başlamıştır. 1908 Efendim İstanbul, İstanbul de ğilken Venedik onun metresiydi. Konstantinopol dokuz yüzyıl boyu yeryüzünün başkentiydi. Cilveli Venedik’i yeryüzünün tanrıçakenti yaparken kendisi kum saati gibi eridi. 1909 Bir yazısından anımsadığıma göre Doğan Hızlan (doğ.1937) Venedik’i, geçen yıl bir davete icabet ettiğinde ilk kez görmüş. Şaşırdım! Güven Turan (doğ.1943) ise daha görecek! İkisinin de estet’lik notlarından bir ölçü kırdım Efendim. 1910 18 yaşında eline aldığı kalemi 64 yıl bırakmadı. Bayan Corin Telado bu yıl 82 yaşında öldüğünde, 26’sı erotik 4000 roman yazmıştı. Fotoroman furyasında İspanyol yazarın dergileri haftada ortalama 750 bin satardı. Toplam kitap satışıysa 400 milyonu aşmıştı. (Bizim satış şampiyonumuz bayan yazar henüz 2.6 milyonda. Sığlık oranlarını karşılaştırmak isterdim.) 1911 Butik yayınevi SEL’in sahipleri, bibliyofil İrfan ve Selma Sancı nitelikli kitap yayımlamaya özen gösterirler. Edebiyata, sanata ve genel kültüre katkı adına mali riskler alırlar. Bir SEL yazarı olmaktan memnunum ve kendimi o ailenin bireyi olarak görürüm. SEL Yayıncılık kültüre katkılarından dolayı ödüllendirileceğine ahlak dışı kitaplar yayımladığı iddiasıyla yargılanıyor. Bu yapıtlar küresel yazarlardan çeviri ve bu yüzden batı medyası, “Türkler ne kadar erotizm kaldırabilir?” diye başlıklar atmakta. Oscar Wilde’ın 150 yıl önce buyurduğu gibi, “Ahlaklı ve ahlaksız kitap yoktur; değerli veya değersiz kitap olabilir.” Bu arada düşündürücü bir olgu da benzer konularda başvurulan “bilirkişiler.” Çeken bilir, bu bağlamda nitelik ve nicelik darboğazları olduğu görüşündeyim. 1912 Bir parçası olmaya çalıştığımız AB’de kitap, moralite açısından yargılanmıyor. Ülkemizde bu sürece geçilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bir girişimi var mı? Bilmiyorum. Ama bildiğim, son günlerde Sayın Bakan’ın iki kültürazzisel konuyla gazetelere haber kaynağı olduğudur; Fazıl Say’a kapalı, Bülent Ersoy’a açıkça yaptığı “yakışıksız” göndermeler… 1913 Çatıdaki kuşların cıvıltısı, yoksa komşu bebeğin kikirdemesi, yoksa radyodaki bir nostaljik melodi, yoksa okuduğum şiirdeki bir dize, yoksa diş fırçamın turkuaz sapı veya yüzümü okşayan Denizli havlusu o sabah yaşama sevincimi ateşleyebilir. Bir de şirin site komşum Kerim Alp Tiner (doğ.1996) var. O bahçede koşarken, muziplik yaparken veya onunla selamlaşırken gözlerinin sürekli güldüğünü görürüm. İçim ısınır; espri yapasım, ıslık çalasım gelir… 1914 Tuğrul Tanyol’dan – Rüzgâr Evimin ardında rüzgâr Ben bakmayınca ses veriyor Ben bakınca her yer sessiz Komşum Kerim Alp Tiner (doğ.1996) on yaşındayken yaptığı bir karikatür; (Gaz maskesiyle yüzmek zorunda kalan balıklar...) ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1011