Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D lümden öteye yol var mı? O yıl nereye çıkar? O yol, insanlığın kurtuluşuna çıkan bir yolsa, ölüm yenilgi değildir. O zaman ölüm yeni bir başlangıçtır. “Her ölüm erken ölümdür” diyordu Cemal Süreya. Bu dize kendimizi ölüme bırakmanın ne denli zor olduğunu düşündürüyor. Ama, “Madımak Yangını”ndaki gibi öldürülmek, siyasetçilerin akıl almaz bir çılgınlığa duyarsız kaldığı bir yanlış ölümdür. Bugün 2 Temmuz 2009. Demek 2 Temmuz 1993 “Madımak Yangını” üzerinden 16 yıl geçmiş. Ne ki, o yangının külleri daha soğumadı. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN “Her ölüm erken ölümdür” uzanan tarihi boyunca taşıyacak. Öldürülen o güzel insanların yakın çevrelerini, gündelik yaşamları içinde, evlerinde tanıdık. Geleneklerine, göreneklerine bağlı, eli açık, yüreği aydınlık, çalışkan insanlardı. Sürüp giden duruşmalarda gördük onları. Dövünen, yüreği yanık analar vardı. Kederlerini içine gömmüş, içlerinde kara yeşil ağı gibi bir acı akan, suskun insanlar vardı. Duruşmalarda sanıkları da gördük. Oturuşlarında, bakışlarında yabanıl, saldırgan bir anlam, bulundukları ortamlardan uzaklarda, bir başka dünyada yaşıyor gibiydiler. Kalabalık duruşma salonundaki gergin ortamı yatıştırmak kolay değildi” (“Sıvas Kitabı” İçin). “Dinci bağnazlığın insanları acımasız bir kıyıcılığa sürüklediğini” de anlattığım yazımda bu konuya değinmekle yetindim. Kitapta, bağnazlığın hasta ruh dokusunu ünlü akıl hastalıkları hekimi Orhan Öztürk anlatıyordu: “Bağnaz kişi, kendi düşünce ve inanışının dışında kalan düşünce ve inanışlara karşıdır ve onları kendisine düşman bilir, yok etme gereksinimini de duyar. Örneğin, bir kişi Tanrı’ya inanıyor ve inancına uygun bir biçimde ibadetini yerine getirip, tüm yaşamını bu inancın kurallarına göre ayarlıyorsa ve başka türlü inananlara düşman kesilmiyorsa, buna “bağnazlık” diyebilir miyiz? Bağnaz kişi, kendi ideolojisi içinde rahat değildir, başkaları ile sürekli savaşım içindedir. Kendi inanışı tek doğrudur ve başka türlü inanışlara yer yoktur. Bağnaz düşünce ve inanışın bir başka özelliği, hoşgörüsüzlük ve tartışmaya açık olmamaktır. Bağnazlıkta başka türlü düşüncelerin yok edilmesi gerekir” (Bağnazlığın Bilinçdışı Kökeni). TANIKLAR “Sıvas Kitabı” Madımak yangınını yaşayanların tanıklığını da anlatıyor: Hidayet Karakuş, duygusal olmamaya özen göstererek, Sıvas olaylarının geniş bir çerçevesini çizmiş. Arka pencereden nasıl kurtuldukları üzerinde durmak istiyormuş: “İlk çıkan arkadaşımızı, karşı binanın arka penceresinde iki “Büyük Birlik Partisi” militanı karşıladı. Arkadaşlarımıza, ellerinde sopalarla hazır bekleyerek: Orospular, geldiğiniz yere dönüp yanın, geberin türünden sözlerle karşı durdular, içeri almak istemediler.” Sonra babacan bir polisin yardımıyla militan partililer uzaklaştırılır. Hidayet Karakuş sözünü şöyle sürdürür: “Elimiz yüzümüz is içindeydi. Büyük Birlik Partisi’ndekiler bizi kurtarırken, kendileri de korkuyorlardı. Çünkü orası saldırganlarca bilinirse kötü olurdu. Dışarı çıkınca yangından kurtulduğumuz anlaşılmasın diye elimizi yüzümüzü yıkamamızı istediler” (Cehennemde 7 Saat). Eli sopalı o iki adamı Ali Yüce de anımsıyor: “ ‘Gidin, geldiğiniz yere gidin. Orada geberin! Siz burayı ne sanıyorsunuz?’ Tam bu anda, ‘bataklıkta bir gül’ örneği, elinde telsiziyle genç bir komiser beliriveriyor yanımızda. O gençleri uzaklaştırıyor. Onlardan daha yaşlı biriyle komiser, bizi karşıya geçiriyorlar. İçeri girince, buranın, ‘Büyük Birlik Partisi” olduğunu anlıyoruz. ‘Oturun, ayakta durmayın” diyor komiser” (Sıvas Toplu Öldürümü). Şükrü Günbulut’un dolaylı tanıklığı: “Balkonlar ‘Büyük Birlik Partisi’ninmiş. Yakım sırasında arkadaşlarımız, arka pencerelerden bu boşluğa atlayıp kurtulmaya çalıştıklarında, BBP’liler, ‘Geberin orospular’ diyerek, onları sopayla odaya kovalamışlar. Arkadaşlar, ‘Eğer kovalanmasaydık, hepimiz kurtulurduk’ diyorlar” (Madımak Yakımında Vurgulamak İstediklerim). Battal Pehlivan’ın tanıklığı: “Tabii bu arada ‘kahraman’ diye niteleyeceğim bir polis memurunun çabalarını ve sonra da Büyük Birlik Partisi Sıvas İl Başkanı Ahmet Yıldız’ın yardımlarını belirtmem gerekiyor”. “Ama başka BBP’li taraftarlar da aynı titizliği gösterseydi de diğer arkadaşlarımız da kurtulsaydı” (Kurtulduğuma Sevinemedim). O arka pencereden Büyük Birlik Partisi’ne geçmeyi kurtuluş yolu olarak gören başka tanıklıklar da var. NASIL BİR İNANÇ? Sıvas Yangını’yla ilgili nice önemli olayların yanında böyle bir ayrıntı üzerinde neden bu kadar durdum? Aradan 16 yıl geçtikten sonra, bir helikopter kazasında Büyük Birlik Partisi Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu öldü. Bunun bir öldürülme olayı olduğunu öne sürenler de var. Yazıcıoğlu Bakanlar Kurulu kararıyla Taceddin Dergâhı’na gömüldü. Taceddin Dergâhı, Kurtuluş Savaşı’nda Mehmet Âkif’in İstiklal Marşı’nı yazdığı, kutsanmış bir yer olarak bilinir. Yürekli bir güvenlik görevlisi duruma el koymasaydı, Büyük Birlik Partisi, yangından kurtulmaya çalışanların geçiş yolu olacak mıydı? Muhsin Yazıcıoğlu, Ahmet Kayhan Efendi’ye gelenler arasındaydı. Ahmet Kayhan gönül insanı, bir bilge kişiydi. Ben onun hekimiydim. Yazıcıoğlu’nun geçmişindeki karanlık daha aydınlatılamadı. Hangi özelliğiyle Taceddin Dergâhı’na gömüldüğü de merak konusudur. Lütfiye Aydın’ın tanıklığı bizi kendimizle hesaplaşmaya çağırıyor: “İnsana saygıyı dilinden düşürmeyenler... Kimin inancı ne kadardır! Bunun yanıtını çoğu kez insanın kendisi bile bilemez. Ayrıca nedir inanç! Sınırları nerede başlar, nerede biter? Dahası, kim kimi ne adına öldürür? Bu hakkı kendisinde nasıl bulur?” (Bir Kara Dizinin Önsözü). Siyasetçilerin “benim halkımla askerimi karşı karşıya getirmeyin”, “çok şükür halka bir şey olmadı” duyarsızlıkları nice insanın ölümüne yol açtı. “Önyazı”daki, Lütfiye Aydın’ın sözleriyle örtüşen görüşlerimi de anımsatmakta yarar var: “Yaşama biçimi olarak seçtiğimiz İslamiyetin dar kalıbından çıkamıyorsak, bu kalıbın dışında kalanları kendimize düşman sayacak kadar saplantılara düşüyorsak, düşünce dizgemizde bir yanlışlık var demektir. İnançlarımızı çıkarlarımız için kullanıyorsak, İslamiyet değerlerine bağlı olduğumuz yalanıyla boşuna kandırmayalım kendimizi” (“Sıvas Kitabı” İçin). Ö O yangında 37 kişi can verdi. Bunların ikisi otel görevlisi, ikisi otel önündeki göstericilerden olduğu için gerçek can sayılmayacak mı? Onlar da içerdeki insanımızla bütünleşmek isteyen canlarımızdı. Otelin önündeki bilinçsiz kalabalık korku eşiğini aşınca, kendinden kurtulmanın çılgınlığı içindeydi. Siyasetçileri kör eden bir duman, sağır eden bir uğultu vardı. “SIVAS KİTABI” “Edebiyatçılar Derneği”, sorumluluğunun bilinci içinde, cumhuriyet tarihimizdeki giderek büyüyen bu lekeyi, belgeleriyle birlikte bir kitapta topladı (SIVAS KİTABI, Bir Topluöldürümün Öyküsü, Edebiyatçılar Derneği Yayınları, 3 Eylül 1994). Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri için Sıvas’a çağrılı olanlar Kültür Bakanlığı’nın konuklarıydı. Dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar “Sıvas Kitabı”na yazdığı yazıda şu düşüncenin altını çiziyor: “Orada, kendi karanlık düşüncelerini egemen kılmak için, çaresizliklerini bile bile, bize yalnızca bir tek şeyi öğretebilmişlerdir: Düşünce özgürlüğüne yönelik duygularımızı canlı tutmayı” (Sıvas Unutulmasın). O dönemde “Edebiyatçılar Derneği”nin sorumlusuydum. “Bir Topluöldürümün Öyküsü”nü yazabilmek için; anılar, belgeler, incelemeler ışığında 5 arkadaşımız görevlendirilmişti: Özcan Karabulut, Attila Aşut, Hidayet Karakuş, Öner Yağcı, Gökhan Cengizhan. Kitabı her zamanki titizliğiyle Attila Aşut yayına hazırlamış, Hüseyin Atabaş her türlü eşgüdümde yardımcı olmuştu. “Edebiyatçılar Derneği”nin sorumlusu olarak kitaba yazdığım “önyazı”da bu olayın bir utanç belgesi olarak anımsanmasını istedim: “Öldürülenlerden başka, olayların içinde yaşayan kimi üyelerimiz, bu insanlık suçunun etkilerini, gerek gövdelerinde, gerek gönüllerinde yaşamları süresince duyumsayacaklar. Ama ülkemiz bu lekeyi, silinmeyen bir utanç belgesi olarak, yarınlara SAYFA 22 ORADA KİMSE VAR MI? Aradan 16 yıl geçince, daha dingin bir yürekle, Madımak Yangını’na bakan Kemal Özer, sesini Metin Altıok’un sesine katarak o üzgünlüğü yaşıyor (TEMMUZ İÇİN YARALI SEMAH, Yangın Şiirleri, Yordam Kitap, 2008): “Hadi gel birlikte yazalım bu şiiri adım ‘metin’ olsun bu kez benim de hadi benim sesimle ama senin hüznünden hadi benim acımdan ama senin sesinle birlikte söz edilsin bu şiirde.” Demek ki ölüm her şeyi alıp götürmüyor. Ölü ozanların diri ozanlara el vermesiyle daha güçlü bir yürek oluşuyor. İnsanlığın kurtuluşuna doğru bir yol uzuyor. Şiirin tanıklığı kalıcıdır. Zamanlar ölenlerin adıyla anılacak. Suskunluğun yankısı insanın içine sığmaz olacak. Zamanların barışçı yeli acıları yatıştıracak. Acıların derin olduğu o günlerde “Edebiyatçılar Derneği”, “Hiçbir Şey Birdenbire Olmadı” diye bir bildiri yayımladı. Aradan 16 yıl geçti ama, o bildiriyi bir kez daha anımsamak gerekecek: Önce ezanı Arapçaya çevirdiler. Dinlediniz. Sonra ‘siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz’ dendi. Demokrasi sandınız. Sonra bir çığ gibi Kuran kursları, imam hatip okulları açıldı. Din dersleri anayasal zorunluluk oldu. Kabullendiniz. Tesettür arttı, cami sayısı okulları geçti, inanç özgürlüğü saydınız. Giyim kuşama müdahale ettiler, oruç tutmayanı öldürdüler. Şaşırdınız. Daha sonra bilim adamı ve yazarları vurdular. Milletvekili ve gazetecileri parçaladılar. Şairleri ve dansçıları yaktılar. Kimin yaptığını düşünüp durdunuz. En sonunda kapınızı ÇALACAKLAR, size kendinizden başka yardım edecek kimse KALMAYACAK! ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1011