22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ş 8871912 yılları arasında yaşamış dışavurumcu bir Alman şairi. Yirmi sekiz yıllık kısa ömründe Alman şiirine önemli katkılarda bulunmuş, önde gelen eleştirmenlerin dikkatini çekmiştir. Şiirlerinde metaforlardan yararlanan Heym büyük kentlerin kötülüklerini korkusuzca dile getirmiş, ayrıca mitolojik kahramanlara da sık sık yer vermiştir... iir Atlası CEVAT ÇAPAN Georg Heym/ Şiirler/ Çeviren: Danyal Nacarlı ‘Ve erguvani bir yelken yüzer uzakta’ Gümüşten bir avizedir ölüm çığlığına, Yanar uzak dağda meşeler kızıl kızıl. Uçsuz koy solgunlaşır çok aşağısında, Geçer üstünde bulutlar yüceden, Ve erguvani bir yelken yüzer uzakta. Kısa süren akşam Kısa süren akşam. Rüzgarla dolu bu an, Ve öyle derin ve ‘kışsı küçük bu kızıllık. Ellerimizi, birbirini çekine çekine bulan, Onları saracak yakında üşüme ve yalnızlık. Georg Heym 1 Öfkeyle bakıyor uzağın ıssızlığında En uçtaki evlerin kaybolduğu yerlere. Akşam ışığıyla parlıyor Baal’ın al karnı, Diz çökmüş büyük kentler O’nun etrafına. Varır korkunç sayıda kilise çanı Kara kuleleler denizinden yanına. Koribantlar oyunu gibi gürültülü Çınlıyor sokak sokak milyonların müziği. Baca dumanları, fabrikanın bulutu Çıkıyor O’na, buh’run mavi ıtrı gibi. İçin için yanıyor kaşlarında hava. Geceyle uyuşturulur karanlık akşam. Titrer fırtınalar, bakar sanki akbaba İçinden saçlarının, öfkesinden dik duran. Uzatıyor karanlığa kasapçı yumruğunu Sallıyor onu. Ateşten deniz seli geçiyor Bir sokaktan. Ve çağlıyor korun dumanı Ve yutuyor onu, çok geç ağarırken sabah. Robespierre Söylenip duruyor. Dik dik bakıyor gözleri Kağnı samanına. Çiğniyor beyaz tükürük. Yanaklarından çekiyor onu yutkunurak. Çıplak ayağı çıkmış aralardan dışarı. Öne atıyor onu her sarsıldığında kağnı Zil gibi takırdıyor zinciri kollarının. Geliyor çığlığı neşeli gülen çocukların, Analarının meydandan yukarı kaldırdığı. Gıdıklıyorlar bacağından, duymuyor onları Birden duruyor kağnı. Başını kaldırıyor. Duruyor yolun sonunda kara, idam yeri Bozarmış alnını çiy gibi terler kaplıyor. Korkunçça büzülüyor yüzünde dudakları. Bekliyorlar bir çığlık. Duyulmuyor bir çıt bile. Son Nöbet Ne kadar karanlık şakakların. Ve ellerin ağır bu denli. Buradan çok mu uzaklaştın Da duymazsın artık beni. Titreyen ışığın altında Öyle üzgünsün, öyle yaşlı, Ve dudakların zalimce Yapışmış ebedi hareketsizliğe. Yarın çökmüştür bile buraya suskunluk Ve belki havada uçar Halen hışırdaması çelenklerin Ve çürüyen hoş kokular. Artık olacaktır geceler ama Gittikçe yalnız, geçtikçe seneler. Başının durduğu ve daima Sessizce soluğunun olduğu bu yer. Uçuk Mavi Hülyalar Bütün manzaralar Dolmuş maviyle. Bütün çalılar ve ağaçlar Uzakça Kuzey’e taşan ırmağın Mavi ülkeleri bulutların, Sımsıkı, yan yana yelkenler, Uzakta kıyılarını gökyüzünün Eritir ışık ve rüzgâr. İnerse akşamlar Ve dalarsak uykuya, Yürürler düşler, o güzeller, Hafif adımlarla odaya. Işıklı büyük ziller Çınlatırlar ellerinde. Fısıldar bazıları, ve kandiller Tutarlar yüzlerinin önüne. ? SAYFA 23 Savaş Kalktı O, uzun zamandır uyuyan, Kalktı derin mahzenlerden aşağıdan. Yüksek ve tanınmadan durur alacakaranlıkta Ve ezer ayı kapkara elinin içinde. Uzağa varır akşam sesiyle şehrin, Donu ve gölgesi meçhul bir karanlığın, Ve buz tutar çarşıların dönmesi. Sessizlik. Bakınırlar. Ve bilmez hiçbirisi. Tutar sokakta yavaşça bir omuz. Bir soru. Yok yanıt. Sararır bir yüz. Ince ince inler uzakta sesi bir çanın Ve titrer sakalları sivri çenelerin. Dağlarda dansına başlamış artık Ve bağırır: Askerlerim, yat, kalk! Ve çınlar, sallarsa kara başını, Boynunda asılı binlerce kafatası. Bir kale gibi çiğner söndürür en son koru, Nerden kaçmışsa gün, ırmaklar kan dolu. Bile serili sayısız ceset kamışlıkta Ölümün güçlü kuşlaryla bürünmüş beyaza. Durur mavi alevi üstünde yuvarlak surun, Silah seslerinin üstünde kara sokakların, Cesetle ağırlaşmış köprünün üstünde, Uzunlamasına yatan bekçili kapılar önünde. Tarlalar arasından kovalar geceye ateşi Vahşi ağızlarıyla kükreyen bir al köpeği. Çıkıverir siyah dünyası geceninkaranlıktan, Korkunçtur kenarı, ışıklı volkanlardan. Ve binlerce kızıl külah ta uzaklara kadar Saçılmış karanlık düzlüklere titrek ateşler Ve aşağıda, sokakta ne dolaşırsa, ordan buraya, Süpürür onları ateşli kümelere, alev büyüsün diye. Ve yakarak yer orman orman yalazlar, Çentikli yapışmış yapraklara sarı yarasalar. Vurur sırığını bir kömürcü uşağı gibi Ağaçlara, ateş daha çok köpürsün diye Büyük bir şehir battı sarı dumana, Attı kendini sessizce uçuruma. Ama O, durur korlu enkazların üstünde devasa, Kızgın göklere sallar meşalesini üç defa. Paramparça bulutların yansıması üstüne, Ölü karanlığın soğuk tenhalarına , Yangınla engin engin kuruturak geceyi, Zift ve ateş döker aşağıdaki Gomore’ye. Ilkbahar Can verir orman kenarında. Kısık sesle İnler Hades Kapısı’nda gölgesi çoktan. Marulla örülmüş çelenk uçtu başından, Düştü ağı otu ve devedikenine. Akıtır kanını, boynunda saplıyken ok, Ağzından o siyah Faunus kanını yere Akşamsı tepenin yeşil zemini üstüne Ölüm durur bile üstünde, bir kara kelebek. Trakya’nın gökyüzü akşamüstü parlar yeşil, CUMHURİYET KİTAP SAYI 1011 Yükseklerde, solan uzaklıklardadır yıldızlar Birkaçı ayrılmış henüz birbirinden. Karanlıktır toprak yollarımız ve söğütler açar Gölgelerini üzerlerine, bükülmüşken hüzünden. Hışırdatır içimizi kamış. Parlar aldatan ışıkları bataklığın, Muğlak yazgılar diye kendimize kurayla çektiğimiz. Iyi sakla kalbini, o halde ağlanacaktır o kesin. Alçala alçala inen senenin altında tesellisiz. Ne incitirse seni, söylerim onu kötülükle. Ve bize acı çektirir yabancı bir söz. Ellerimiz çözülüp ayrılacak karanlıkla, Ve yüreğim olacak bir yer, ağaçsız,yapraksız. Kata Kızıl gök gürültüsü. Ve Güneş, coşan, Erguvani bir ejderha. Uçlu kuyruğu Vurur yukarlara engin göğün nurunu, Ufkunu meşelerin, için için yanan. Beyaz mermerden suru koca Babil’in, Ve korkunç pagodların altın taşının Devasa ışığı paramparça az kalsın, Gür sesli baltasıyla bir ateş elin. Çalgı, çalgı. Bir kilise ilahisi. Güneşin açık ağzı tutturur onu, Çınlar uzak göğün sofasından yankısı. Ve çağırır kara gecenin despotunu: Ayı, kralı; çoktan bulutlu vadide Tuhaf süren solgun koşum atlarını. Kör Koyarlar onu bir çitin yanına. Keyfleri kaçırmaz orda sızlanarak. “Seyret gökyüzünü!” Kendisi ancak. Ve başlar onun gözleri bakmaya. Ölü gözler. “Ah, nerde, nasıl Ya gökyüzü? Ve nerde mavisi? Neysin sen, ey mavi? Hep hoş ve serti Duyar elim, ama bir rengi asla. Yoktur denizlerin alı, tarlada Asla öğlenlerin altını, alevin ışığı, parıltısı cevherin. Yoktur uzun saç, gürleyen, tarağa. Yoktur yıldızlar. Yok orman, bahar Ve gülleri. Mezarsı geceden Itilirim ve hep al karanlıktan Korkunç beklemeler ve oruçlar.” Zambak sapı gibi ince boyundan Çıkar soluk başı. Bir top gibi Cılız gırtlakta dönen elması. Fışkırır gözler dar mahpusluktan, Bir çift ak düğme. Çünkü ışını Ak öğlenin korkutmaz ölüyü Sönük ışığa batar gökyüzü. Ve yansır o kurşuni opalda Kentin Tanrısı Bağdaş kurmuş bir ev adasının damında Rüzgârlar yerleşmiş alnına kara kara.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle