Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet çok yanlışlıklar yapanlarca yönetildi 1940’lardan beri. Bu eleştiriyi, daha doğrusu yadsınmaz gerçeği önüme koyarak, Cumhuriyet’i yıkmaya çalışanlara karşı çıkıyorum, bu gidişe direniyorum ve direnmeye çağrı çıkardım Ateş ve Kuğu ile olduğu kadar başka yapıtlarımla ve etkinliklerimle de. Bir şeyi yıkabilirsiniz, ama yerine daha iyisini, daha gelişmişini koymak koşuluyla. Cumhuriyet’ten daha iyisini oluşturma yetisini göremiyorum hiç kimsede. Bu Cumhuriyet ki, kötü yöneticilerinin eliyle, hep kötü çocuklarını sevdi, koruyup kolladı, onu daha iyiye, daha güzele yönlendirmeye, çekip götürmeye çalışan evlatlarına eziyet etti, kimi zaman yaktı onları, çoğu zaman süründürdü; ama işte, onsuz olamayacağımızı biliyorum. Bu nasıl çelişkidir ki, bizi yakan bir dizgeyi savunmak zorunda kalıyorum? Yurt sevgisi böyle bir şey işte. Bir annenin, kötü çocuğundan vazgeçememesi gibi bir durum... ¥ ‘YARA DERİN VE AĞIR’ O gün başka neler çürüdü insanlık adına, neler kabuk bağladı kuğu bedeninde? Öyle bir yara ki iyileşmez, iyileşemez. Ne olabilir en çok? “Ülkemizi de gerçek yüzüyle Sıvas’ta tanımış, bir avuç Kızılderili olduğumuzu kavramıştım” cümlesine de yakın plan yaparak, katliamdan sonra neler bir daha asla aynı olmadı/olamayacak? Kendi adıma yanıtlayayım: İyimserliğimi, insana olan sonsuz güvenimi geri gelmemek üzere yitirdim. Burkuldum. Kırgınım. Mutsuzum. Karşılıksız aşk bu. Beni sevmeyen bir ülkeyi, bir toplumu tutkuyla seviyorum. Dolayısıyla, acı çekiyorum. Uyutulduk ama tümden uyumadım. Gerçekten, 1993’ten sonraki birkaç yıldaki gecelerde üçdört saat kadar uyuyabiliyordum. Hâlâ uykularım delik deşiktir. Şimdilerde, edebiyat etkinliği için çağırıldığım her yere giderken “Acaba yakılır mıyız, başımıza kötü şeyler gelebilir mi” sorularıyla gidiyorum. Yara derin ve ağır. Görünmeyen derinliklerde daha neler var kim bilir; romancı ve aydın olarak o görünmeyenleri görmeye, ortaya çıkarmaya çalışıyorum. İnanç sorgulamasına yönelişi vurgulayan satırlar da var ki yaşanan dehşet düşünüldüğünde sorgulanmasa şaşılır! Anlatır mısınız bu inanç krizini? Ve Tanrı’nın tarihten bu yana mazeret olarak kullanıladurmasına tepkiyi? “Her din kendi inançsızlığından doğar zaten ve her tanrı, yalnızlığından. ‘Enel hak!/ Ben Tanrıyım!’ dediği için derisi yüzülen adamı şimdi daha iyi anlıyorum. Biz de aynı nedenle yakıldıktı on yıl kadar önce, boğulduktu bir otelin merdivenlerinde karbonmonoksit gazıyla. Çünkü, her birimiz yaratıcılığın tanrısıydık. Başka bir inanca kapılmamız olanaksızdı; yaratıcılığımıza tutunmuştuk”u da açarak… Din, kötüye kullanılmadığı zaman, özellikle başlangıcına bakarak, toplumu ve insanı iyiye, güzele, doğruya, barışa, sevgiye götürmesi gereken bir dizge olarak düşünülebilir. Gerçi Einstein’ın, bu olguyu “insanlığın küçük bir şakası” olarak değerlendirdiği söylenir, yazılır. “Yaratıcılık” söz konusu olduğunda, öncekilerin kendilerini ve varoluş nedenlerini savunması doğaldır ama dinler de, öncekilerin var olmasına karşın, kendi doğasındaki inançsızlık nedeniyle ortaya çıkmamış mıdır? Yani, öncekine karşı çıkmıyorsa, onu yetersiz bulmuyorsa yeni bir dine ne gerek vardı? Yanı sıra, dünya olaylarını bu göksel ve içsel olguya dayandırmak (inanç) nasıl bir gerçekliktir? “İnanç”ın kötüye kullanılması nasıl bir kaypaklıktır? Bilim ve sanat, bu soruları sorar ve başı derde girer. “Küreselleşme”nin getirdiği temel tartışma ve saldırı alanı da bu olmuştur. Aydınlanma karşıtlığının temelinde bu kavga ve kaypaklık vardır. Elbette ki Ateş ve Kuğu ile yazarı Aydınlanma’dan yanadır. Kendi varoluşumun doğası da bunu gerektirir zaten. Ben sanatsal yaratıcılık alanında at koşturuyorum. Kimseyle, hiçbir varlıkla ya da yoklukla yarış içinde değilim. Ama yine de fincancı katırlarını ürküttüğüm oluyor; benim gibilerin kırılıp dökülmelerinin, yakılmalarının, izlenmelerinin, tehlikeli görülmelerinin, mümkünse yok edilmelerinin altındaki temel neden budur. Görünmeyen gerçekleri (yalanları) onlar oluşturuyorlar, üzerimize gelmelerine dayanak yapıyorlar. Bu yolda en çok kullanılan da “inanç” oluyor. ‘ÖÇ YAZMADIM’ Öce meyletmiyor yapıtın hiçbir satırı, bölümü… Semah dönüyor barışla… Açar mısınız bu duyguyu? Ayrıca yakanla kurulan empati de var Ateş ve Kuğu’da değil mi? Kullanılan zavallıya kızsanız, öç duygunuzu besleseniz ne anlamı, işlevi olur? Hiç. Kendinizi daha da hırpalarsınız. Özenle baktığımızda, kutsal kitaplarda yer yer insanın başka insanları yakması yolunda eğilimler, buyruklar olduğunu görürüz. (Romanı yazmaya girişmeden önce kutsal kitapların üçünü de okudum, kimi insanlardaki başka insanları yakma eğiliminin dinle ilişkisini saptamaya çalıştım.) Ayrıca, asarım, keserim, yakarım biçiminde tehditler bolca bulunmaktadır bu metinlerde. Bunları da biliyorsanız, insanlığını hiçbir zaman kazanamamış, kazandıysa da yitirmiş o sakallı canilere nasıl kızacak, daha da ileri gidip öç alma duygusuyla nasıl diş bileyeceksiniz? Ancak, az önce söylediğim gibi, bazı insanlardaki kör inancı kötüye kullanan kurnazlar, yalancılar, düzenbazlar, işbirlikçiler, onursuzlar, ahlaksızlar, şaklabanlar öfkenizi kamçılayabilir. Öç alma duygusu insanları yakma eğilimine bakarak daha insani görünebilir ama acıyı kavrayıp içselleştirdikçe pişen, yetkinleşen, giderek bilgeleşen gerçek insanın öçle, intikamla ilişkisi olabilir mi? Hele gerçek edebiyatın ve yaratıcı sanatçılığın bunu desteklemeye, körüklemeye hakkı yoktur; ancak olgu ve gerçeklik sergilenebilir. Öyle de olsa, öç duygusunu, öç alma saplantısını, insanın kendi varlığını, değerlerini bu nedenle kemirmesini, konu üzerinde yoğunlaşarak henüz anlatmadım; belki bir gün anlatırım. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Burhan Günel ve Gamze Akdemir... Ateş ve Kuğu/ Burhan Günel/ Cumhuriyet Kitapları/ 375 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1011