19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D lâattin Karaca’nın kitabından yola çıkarak “Necip Fazıl Olayı” üzerinde durduğum yazımda, özellikle Demokrat Parti yönetiminde, hapiste geçen yıllarını anlatmış, bu iyi ozanın içine düştüğü çelişkileri göstermeye çalışmıştım. Şiire dize yoğunluğu kazandırması, manzume dönemindeki hece şiirinin kişilik göstermesi diye yorumlanabilir. Mümtaz Soysal’ın sözünü yinelersek: “Bir dili kuyumcu gibi işleyip dudaklarda ölümsüzce gezdirmek kolay iş değildir” (Cumhuriyet Kitap, 9 Temmuz 2009). eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Necip Fazıl Şiirinin Gücü ta yorumcusu, gizli ozan Ferit Kam’a göre: “Bir çürük diş gibidir tende bu can Çıkmadan sahibine rahat yok.” Can, çürük bir diş haline gelince, akılla gövde arasında çelişki giderek büyüyor, gövdemiz yavaşça bizi bırakıyor. Bütün zorluk gövdenin yaşamakta direniyor olmasında. Ama akıl çürümeye başlamışsa ölmemek nasıl bir yarar sağlayacak? Necip Fazıl da Ferit Kam gibi “çürük diş” imgesinden yola çıkarak, akılda başlayan sancının çekilmez bir yük olduğuna inanıyor: “Çekilmez akılda bu kadar sancı Akıl bir çürük diş, at, kurtulursun! Ölmemenin olsa gerek ilacı; Eski rafta ara, belki bulursun.” “Eski Raf”taki o ilaç, “ölmezden önce ölmek”, kendinden kurtularak içindeki asıl “ben”i bulmaktır. Yunus Emre boşuna söylememiş; “Bir ben vardır bende benden içeri” diye. İçimizdeki “gerçek ben”, daha iyi bir dünyayı yarınlara kazandırmak isteyen “ben”dir. O “ben”e “ölmezden önce ölerek” varılır. Demek ki “yaşama” dediğimiz “Büyülü Serüven” insanın kendini iyileştirme sürecidir. Necip Fazıl, “gizemli bir yol”a baş koyarak bunun bilincine varmak istedi. Kendinden kurtulamamanın sancıları içinde yaşadı: “Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden, Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden! Göz kapaklarımda gün, kapkara bir kızıllık, Kulağımda tarihin çıkrık sesi, bin yıllık, Bir yurt ki bu, diriler ölü, ölüler diri, Raflarda toza batmış, peygamberden bildiri.” ZAMAN Necip Fazıl kendinden kurtulamasa bile, “Kaldırımlar”dan gelip gönül evine girmesini bilen, yaşamanın her rengine dalıp çıkarak o “Sonsuz Güç”ün gizemine varan bir ozan oldu. Yaşamaya yenildiği, gerçeği yadsıdığı bir bataktan insanın kendini kurtarıp Hakk’a yönelmesi önemli bir aşamadır. Necip Fazıl Kısakürek böyle bir aşamaya varabildi mi? Kendinden kurtulabildi mi? Ama şiirindeki o ateşle yürüdü ölüme. Zamansızlığa karıştı orada. Necip Fazıl şiirinin özelliklerinden biri de zamanın gizlerini aramaktı. Ne yazık ki zamanın gizlerine varabilmiş değildir. İnişliyokuşlu bir suyun akışı mı? Arkası belirsiz, önü ölüme açık bir ses mi? Gölgesini sezdiğimiz bir hırsız mı? Bizi deliliğe sürükleyen bir acı mı? İnsanı yürütüyor mu, öğütüyor mu? Necip Fazıl Kısakürek için ölüme sığınmak, zamandan kurtulmak anlamına geliyor: “Kime kaçsam ondan, Hem yakın, hem ırak? Kime kaçsam ondan; Ya sema, ya toprak?” Ölüme sığınmak; zamansızlık içinde değişmek, olduğu gibi kalmaktır: “Bir yer var ki, orada sayı üstü endaze; Ne solmak, ne yıpranmak, her şey ebedi taze...” Ölmek, bir başka yaşama serüveninde zamansızlığa mı göçmektir? “Zevk almadık misaferetinden bu âlemin Cananla meyle son günü ey mevt sendeyiz.” diyen Yahya Kemal Beyatlı, ölüme böyle gidilmeyeceğini bilir de, kendini avutmaya çalışır. Ama Necip Fazıl da yaşamanın bir yanılsama olduğunu anlamıştır. “Yaşayadursun insan, hayat denilen zanla.” Bilinmezden geldik bilinmeze gidiyoruz. Ne kadar ömür biçildiyse, yaşamanın anlamını bilmediğimiz “uzun ince bir bir yol”dayız. Ne ölümün gizlerini çözebilmişiz, ne uzamın, ne de zamanın. SÖMÜRÜ DÜZENİ YAZGI DEĞİLDİR Şu, anlamını bilmediğimiz yaşama serüveni bir uzun uykudur da, ölünce mi uyanacağız? Nice bilinmezleri anlamada bilim yetersiz kalmış, felsefe daha da karıştırmış, din, aklı geri çekip kabullenmeyi yeğlemiş. Necip Fazıl bize hiç olmazsa şunu göstermeye çalıştı: İnsan gönül gözüyle görmeyi biliyorsa, önce kendini tanımaya çalışır. Yaşamanın gizlerine varmak, kendini bilmekten geçer. Ancak kendini bilen insan gönül kazanmanın anlamına varır. Necip Fazıl, gönül kazanmanın gizlerini öğrenmek için Yunus Emre’nin izini sürmek istiyor: “Rüzgâra bir koku ver ki hırkandan, Geleyim, izine doğru arkandan, Bırakmam, tutmuşum artık yakandan, Medet ey dervişim, Yunus’um medeti!..” Yaşamayı Yunusça yorumlamak, onu, kendi yaşamasının anlamı haline getirmek demek midir? XIII. yüzyılda yaşayan bir ozanla XX. yüzyılda yaşayan bir ozanın içinde bulunduğu koşullar aynı değildir. Asıl sorun Yunus’un hırkasındaki kokuyu güncel koşullar içinde tanımlamaktır. İnsan, “Beyza Hanım”a sığınarak içindeki “gerçek ben”i yaşatamaz. Necip Fazıl, “Beyza Hanım” dediği, “kokain”e alışmış arkadaşlarına bakıp; “Kimyevi saadetlerden anlayamam. Bu türlüsüne uzak benim yaradılışım” demek gereğini duymuştur. O, gerçek mutluluğa “Çile” çekerek ulaşacağına inanıyordu. Kendinde değişebilmek için Yunus Emre’den el almak mı gerekecekti? “Beni de piştiğin eza kabında O kadar kaynat ki, buhara benzet!” Gerçek benliğimizi bulmak, kendimizle barışık olmak, insanlığın kurtuluşu için savaşım vermek, Necip Fazıl’dan el almakla olacak iş mi? Ama kendimizle başbaşa kaldığımız zaman içimizde nelerin çürüdüğünü anlamaya çalışmalıyız. İnsanın kendinden kurtulması kolay olmuyor. Gene de şiirin gücünden yola çıkarsak, gönül gözüyle, sözcüklerin gücüyle kesin gerçeğe varabiliriz. Ölüm kurtuluş olsa bile, günümüz insanı gerçek mutluluğu ölümde mi aramalı? Şu yeryüzünde geçirdiğimiz yaşama serüveni yanılsama sayılsa da, kendimizi ölüme bırakırsak o yanılsamadan kurtulur muyuz? Dünya bir kan gölüne dönmüşse, inanmış insanlar, sömürü düzenindeki kan gölünde boğuluyorsa, bu yazgıyı değiştirmek olanağı bulunamayacak mı? Necip Fazıl diyor ki: “Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı; Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı!” Bu beyite bakılırsa, insan, yazgısına boyun eğmek zorunda mıdır? Necip Fazıl’ın kendinden kurtulamaması yazgısı değildi. Yeter ki Yunus’un hırkasındaki koku, onun şiirine sinerken, insanlığın kurtuluşuna yol açan barış simgesi olsun. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: A Necip Fazıl Kısakürek, inancın gücüyle yaşamanın anlamına vardığı zaman, cinselliğe yenildiği eski şiirlerini atmak, onlarla bağını koparmak için demişti ki: “Mal sahibi bensem, bunları istemediğim, tanımadığım ve çöplüğe attığım bilinsin.” Yaşaması boyunca, insan, kendinden kurtulmanın savaşımı içindedir. Cahit Külebi’nin “Ben kurtarılmamış bir insanım” demesini şimdi daha iyi anlıyorum. Necip Fazıl Kısakürek gibi bir ozanın, kişiliğini geliştirirken nice yenilgilerden geçmiş olması anlamlıdır. Tanrı’nın evrene “Efendi” olarak Peygamberi seçmiş olmasına inanmak, şiirinin varmak istediği “Kesin Gerçek”i onun ışığında aramak, kendini yanılgılardan çekerek iç arınmasına varmak, şiir anlayışının da temelini oluşturur. KENDİNDEN KURTULMAK Ama, kendinden kurtulamadığı için, bu şiir anlayışıyla kişiliği, örtüşen bir bütünlük gösteremedi. Kendinden kurtulmak, belki de Tanrı’ya sığınmayı kolaylaştıracaktı. Yeter ki şiirin elinden tutarak “Hakk”a yürüyelim. O zaman “Kesin Gerçek” dediğimiz Tanrı’ya yaklaşabilirdik. O zaman, gizemli bir yola baş koymanın “kendinde arınmak” anlamına geldiğini de öğrenecektik. Bu, “kendinde arınmak” anlayışına tasavvufta “ölmezden önce ölmek” diyoruz. Ama kolay mıdır insanın kendinde arınması? Dante “İlahi Komedi”sinde diyor ki: “Defiando mi Dios de mi” (Tanrım, beni kendimden koru.” Anadolu insanı gönül eridir. Dante’yi bilmez ama, mezar taşına; “Bana benden gelen cümle yamandır Beni benden halas eyle İlahi!” diye yazdırmasını bilir. Necip Fazıl’ın “Çile”si, yalnızca yaşarken kendini arındırma süreci değil, “Kesin Gerçek”i şiirinin gizlerinde arama aşamasıdır. “Karanlığı yuğursam nura döndüresiye” diyen Necip Fazıl, “Kesin Gerçek”e ulaşmak için nasıl bir arınmadan geçmesi gerektiğini, akıl terazisiyle onu tartmanın olanaksız olduğunu anlatıyor. Değil mi ki evren içinde evren, zaman içinde zaman vardır, nesnelerin ruhunu görmeden gerçeğe varamayacağız demektir. Demek ki gerçeği yadsıyanlar, nesnelerin içyüzünü göremeyen Tanrıtanımazlardır. Oysa ölüm dediğimiz o ülkede, o zamansızlıkta, o sonrasızlıkta, Tanrı’yla birlikte olacağız. Ölümün çekici olmasında, büyük özlemin giderildiği bir umut vardır: “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber... Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” Bizi ölüme çeken “Sonsuz Güç”ün gizlerini ararken, yaşamanın yanılsama olduğunun ayrımına varmak, kendimizi yazgımıza bırakmak anlamına gelmemeli. ÇÜRÜK DİŞ Kendimizden kurtulmanın yolu ölüme sığınmak mıdır? Ama insanın kendinden kurtulması kolay değildir. Divan şiirinin us Necip Fazıl bize hiç olmazsa şunu göstermeye çalıştı: İnsan gönül gözüyle görmeyi biliyorsa, önce kendini tanımaya çalışır. Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1013 SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle