27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2008 Orange Ödülü sahibi Rose Tremain... ‘Modern roman, yavan bir aktarım’ Günümüz İngiliz edebiyatı yazarlarından Rose Tremain, İngiltere’nin saygın roman ödülü Orange’ın bu yılki sahibi oldu. Türkiye’deki okurların Can Yayınları’nca yayımlanan “Valentina’yı Sevmek”, “Renk” ve “Müzik ve Sessizlik” yapıtlarından tanıdığı Tremain’le yapılmış bir söyleşiyi sunuyoruz... Ë Elena DEDUKHINA* ast Anglia Üniversitesi’nde yıllarca yaratıcı yazarlık dersi verdiniz. Öğrencileriniz arasında Andrew Miller, Tracy Chevalier, Mick Jackson, Erica Wagner de vardı ki bunlar artık kitapları (Rusça da dahil) birçok yabancı dile çevrilmiş ve herkesçe bilinen isimlere dönüşmüş yazarlar. Yani eski öğrencilerinizin sizden nasıl faydalandıkları açık. Peki onların ünlü öğretmenleri ne kazanmıştır –bu iş (öğretmenlik) size bir insan olarak ve en önemlisi de o zamanlar zaten tanınmış bir yazar olarak ne kazandırdı? Bahsettiğiniz kişilerin başarısından kesinlikle gurur duyuyorum. Bu özel insanların tartışma gruplarındaki ahenk ve canlılığı ilgi çekiciydi zaten: Bu onları daha ilk başta iyi kurgunun ne demek olduğunu anlayan insanlar olarak öne çıkarmıştı. Bu dersi yedi yıl boyunca verdim. İlk dört beş yılda öğrenciler ve benim aramdaki karşılıklı alışveriş eserlerimi güçlü bir şekilde besledi ve sanırım ben de bu dönemde onlar kadar çok şey öğrendim. Daha sonraki iki üç yılda öğrencilerin beklentileri elbette değişti; bunu çabuk şöhretin pasaportu olarak görmeye başladılar –ve benim bunu vermem zordu. Bana göre, yazmak, özellikle de roman yazmak uzun bir çıraklık dönemini gerektiriyor. Diğer öğrenciler arasında gerçekten iyi yazar olmak için umut vaat eden ama nihayetinde umutlarınızı boşa çıkaranlar var mıydı? Onlar hakkında ne hissediyorsunuz? Bazılarının kendilerini göstermeleri daha uzun sürdü. Bunlardan biri de Jane Haris diye bir yazardı ki Haris, 1996 yılından beri iki ya da üç roman üzerinde çalıştı ve şimdi –nihayetinde romanlarından biriyle iyi bir çıkış yakaladı: bu bahar İngiltere’de iyi eleştiriler alan The Observations adlı tarihsel bir roman. Suzanne Cleminshaw (The Big Ideas, 2001, Whitbread ilk roman ödülüne aday gösterildi) gibi diğer bazı yazarlar bir kitap yazdılar ve görünen o ki sonra tıkandılar. Umarım kendisi kısa sürede yeni bir kitapla geri döner. Ders vermeyi neden bıraktınız? Beş yıldan sonra bırakmak istedim (bakınız yukarıda söylediklerim…) ama maddi nedenlerle iki yıl daha devam ettim (o zamanlar yalnız bir anneydim, kızımın okul masraflarını karşılıyordum). SAYFA 4 E Ama ders vermek çok zaman alıyordu ve ben zamanımı kendi yazılarımla harcamak istiyordum. Booker ödülü için iki kez jürilik yaptınız, biri 1988’de diğeri 2000’de ve 1990’da da aday gösterildiniz. Birine ödül verip, o ödülü kendiniz alamamanız size neler hissettirdi peki? Booker ödülü bir “tümsek” gibi, yolda duran, görmezden gelemeyeceğiniz bir şey gibi. Jüri olmak zorlu ama ilginç bir şey: İnsana o yıl AngloSakson roman dünyasında neler olup bittiğine dair panaromik bir bakış açısı sunuyor. Yapmak zorunda kaldığım seçimden memnundum: Peter Carey ve Margaret Atwood. İkisi de ödülü hak etmişti. Ben hak ediyor muyum bilmiyorum. Zaman gösterecek… KOLAY EDEBİYAT Farklı ödüllere aday gösterilmek sizin için ne anlam ifade ediyor? Yazma isteğinizi bir şekilde kamçılıyorlar mı? (Böyle bir şey yapmaları mümkün mü?) Ödüller insanı teyit eden şeyler. Kendine inanmak yazarlığın önemli bir önkoşulu ve insanın kendisinin yarattığı bütün olgular gibi bu da zaman zaman yalpalayabiliyor. Bir ödül kazanmak insanın kendine inanma yoluna tekrar girmesine yardımcı oluyor. Eserlerinizde insan hayatının bazı karanlık yönlerine dokunuyorsunuz: Ensest, cinsiyet değişimi, yanlış uygulanmış kürtaj, tecavüz… Ama romanlarınızı “gizem” (mystery) “korku,” ya da “gerilim” olarak tanımlamak pek mümkün değil… Biz (Ruslar) sizi, yine ana karakterlerin karanlık yanlarıyla dolu olan iki tarihsel dram romanı sayesinde, tarihsel bir romancı olarak tanıyoruz: “Restoration” ve “Silence and Music” ( ki bunlar şimdiye kadar Rusçaya çevrilmiş olan yegâne kitaplarınız). Eserlerinizde bu konuları irdelemeniz sonuçta sizin için neden bu kadar önemli? Şey, bu büyük bir soru! Bildiğiniz gibi “kolay” edebiyatla dolup taşan bir dünyada yaşıyoruz ama ben her zaman okumak isteyeceğim türde kitaplar yazmakla ilgilendim: İnsanlığın büyük (ve zamanötesi) ikilemlerini irdeleyen hikâyeler. Ve bunlar da ister istemez doğamızın karanlık yönlerini içeriyor. Tarihi bizim çağımızı yansıtan bir “ayna” olarak kullanmak bana çağdaş hikâyeler yazarken sahip olmadığım ölçüde bir özgürlük verdi: İcat etme özgürlüğü. Çoğu şe yin sadece tasvir edilmeyi değil, icat edilmeyi beklediği durumlarda mutluluğun doruğuna çıktığımı biliyorum. Eserlerinizde meseleleri uç noktaya taşıma eğiliminizden bahsederken, “… sınırları zorlayan yazarlar, eğer İngilizlerse genellikle İngiliz romanına hâkim olan toplumsal gerçekçiliğe tepki gösteriyorlar” demişti Ian McEwan. Bu konuda ne düşünüyorsunuz –doğru mu bu? İngiliz romanına hâkim olan toplumsal gerçekçilik sizin bakış açınıza göre ne anlama geliyor? Roman iki temel haz sunar –aşinalığın (recognition) verdiği haz (okurun şeylerin şu anki durumuna dair algılayışını teyit eden, aşina bir gerçekçilik) ve sürprizin verdiği haz (yani okurun bir şeyi tamamen yeni bir perspektiften görmesini sağlamak). İkisi de önemli ama ben ikincisini yapmaya çalışmaktan yanayım. Ancak İngiltere’deki birçok yazar bunu romanın bir amacı olarak görmüyor gibiler. Modern roman şöyle ya da böyle yavan bir aktarımdan ibarettir. Fakat, “tarihsel bir romancı” olarak tanımlanma fikrinden pek hoşlanmıyorsunuz. Ama bir siyasi partiye ya da kuruma, iş ya da dahil olduğumuz türe bağ lanmamızın beklendiği bir dünyada yaşıyoruz… Bu açıdan yazdığınız tür bakımından bir yazar olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Böyle bir tanımlama mümkün mü? Akıllıca mı? Neden? “Tarihsel romancı” terimine karşı çıktım çünkü bu, okurun modern dünya üzerine düşünme yükümlülüğünden tamamen muaf olabileceği sığ bir roman türünü ima ediyor. Romanlarımdan bazıları okuru başka bir zamana ışınlamasına karşın, günümüzde karşılaştığımız ikilemlerin hikâyelerde mevcut olduğuna inanıyor ya da böyle olmasını ümit ediyorum. Bunun bir örneği olarak Kral Christian’ın başarısız bir evlilik ve azalan bir banka hesabı gibi gayet çağdaş sıkıntılardan mustarip olduğu Music & Silence’ı sunuyorum. “Restoration”da kahramanımız para, ilerleme ve ünü takıntı haline getiriyor, tıpkı İngiliz toplumunun günümüzde olduğu gibi. Bu nedenle okur bu meseleleri irdelemek zorunda kalıyor. Bu “insanı dünyadan koparmayan” (nonescapist) tarihsel yazın türünü tanımlamak için yeni bir terim bulmak için çok uğraştım, ama buna tam uyan bir şey hâlâ bulamadım. Rose Tremain SON YİRMİ BEŞ YIL Bazı ünlü yazarlar ilhamlarını filmlerden, haberlerden (manşetler), dedikodulardan vs. aldıklarını söylüyorlar. Size bir kitabı yazmak için ilham veren şey nedir peki? İlham birçok şekilde geliyor: Bazen yolda gördüğüm tek bir görüntü; bazen gazetedeki bir haber; bazen de bir karaktere dair güçlü bir fikir. “Music & Silence” bir Kopenhag yolculuğu esnasında bahsini duyduğum Danimarka Kralı V. Christian ve şarap mahzenindeki orkestrası efsanesinden ilham aldı. “Restoration” ise Thatchervari materyalizm ve bunun beraberinde getirdiklerinden duyduğum rahatsızlıktan ortaya çıktı. II. Charles’ın dönemi bazı açılardan Thatcherizm’in bire bir kopyası. Bir makalede sizin için “Modern edebiyata dair ihtişamlı bir şekilde zorlayıcı ve bazen de tartışmalara yol açan görüşleri var,” denmişti. Genel olarak modern edebiyata ve bilhassa da İngiliz edebiyatına dair görüşünüz nedir? Son yirmi beş yılın Anglosakson dünyasındaki edebiyatın bir nevi “altın çağı” olarak görülebileceğini düşünüyorum. Bu süreçte roman Philip Roth, Tom Wolfe ve Jonathan Franzen gibi yazarların siyasi açıdan bilinçli hipergerçekçiliğinden, Salman Rushdie’nün Borges, Garcia Marquez ve diğer Güney Amerikalı yazarlardan ilham alan büyülü gerçekçiliğine kadar birçok farklı yön izledi. Louis de Berniers ve Andrew Miller da Güney Amerikalı yazarlardan bir şeyler aldılar ve bunları mükemmel bir etki yaratacak şekilde kullandılar. Bazı kadın yazarların afallatıcı hayal gücü ve empatisi de bizi yalnız bırakmadı. Özellikle de Nadine Gordimer, Doris Lessing, Penelope Fitzgerald, merhum Angela Carter, Annie Proulx ve Joyce Carol Oates’i kastediyorum. İngiltere sahnesinde eski İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerinden Zadie Smith, Monica Ali ve Andrea Levy ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 957
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle