Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Roman Zamanı: Kaan Arslanoğlu’nun son dönem romanları aan Arslanoğlu’nun romanları üzerine iki yazı kaleme almış, ama son dönem romanları ile genel bir değerlendirmeyi “birkaç hafta öteleyerek” yayımlayacağımı yazmıştım, “tefrika havası” doğmasın diye… Siz şu işe bakın; Arslanoğlu’nun kendisi “tefrika roman”mış gibi bir yenisini daha yayımlamasın mı: Karşıdevrimciler (İthaki, 2008). Devrimciler’den yirmi yıl sonra Arslanoğlu, onuncu romanını “Devrimciler 2” alt başlığıyla sunuyor bize… K İthaki tarafından yayımlanan tüm romanlarının üç ayrı evreye yerleştirilerek ele alınabileceğini düşünmüştüm yazarın. Romanların yayımlanış tarihlerini dikkate aldığımızda “evre” ayrımını yapabilmek olanaklı görünmüştü bana. Bu çerçevede yazarın Devrimciler’le Kimlik’ini 1980 evresi; Çağrısız Hayalim, Kişilikler, Öteki Kayıp, İntihar/ Zamanımızın Bir Kahramanı adlı yapıtlarını 1990 evresi romanları olarak işlemiştim yazılarımda. Kuş Bakışı, Yoldaki İşaretler, Sessizlik Kuleleri2084 sonraki yazıya kalmıştı. 1980’in “ilk evre”, 1990’ın “geçiş evresi”, 2000 romanlarının “olgunluk evresi” yapıtları olduğunu öne sürmek, görece bir yaklaşım elbette. Ancak konu üzerinde çalışırken, düşünce üretirken, dizgeleştirmede bunun yöntem olarak katkı sağlayabileceği görmezden gelinmemeli yine de… Yazılar yayımlandığında Kaan Arslanoğlu aradı, saptamalarımın tümüne katıldığını söyledi telefonda. Şaşırmadım desem yalan olur. Bizde yazar kısmı burnundan kıl aldırmaz tutumuyla iğreti komiklik yansıtır çünkü genelde. Sanki karşısındaki, hiç mi hiç yazından anlamıyormuş gibi… Bir yanlışımı da düzeltti bu arada Kaan. İlk yazımda “stajyer hekim” demişim Kimlik’teki kimi kahramanlar için. Meğer “zorunlu hizmet” demem gerekiyormuş bunun yerine. Ne diyorlar böyle durumlarda; “düzeltir, özür dilerim.” DEVRİMCİLER’DEN KARŞIDEVRİMCİLER’E... Evet, sırada 2000 evresi romanları var Arslanoğlu’nun: Kuş Bakışı (2001), Yoldaki İşaretler (2004), Sessizlik Kuleleri2084 (2007). Karşıdevrimciler, zamandizinsel bağlamda bu dönemde yayımlanmış olmakla birlikte bu evrenin romanı sayılabilir mi? İlkin şunu söyleyeyim; “Devrimciler 2” alt başlığını benimseyemedim bir türlü. Çünkü Devrimciler, adı üzerinde devrimcileri anlatıyordu, Karşıdevrimciler de yine adı üzerinde karşıdevrimcileri anlatıyor. Karşılıklı bakışım getiren kavram çifti bu ikisi. Devrimcilerle karşıdevrimcileri, aradan geçen otuz yıl sonra karşılaştırma olanağı veriyor roman bize, o kadar. Elbette genel kümleştirme bağlamında aynı kahramanlar, otuz yıl arayla kişilikleri karşılaştırılan bu insanlar. SAYFA 26 Şimdi gelin yapıttaki katmanlara sızmaya çabalayalım. Metin, 12 Eylül’ün hemen ardından çeşitli uğraklarla İngiltere’ye girip yerleşerek öğrenim yapmış, sosyoloji doktorluğu almış, bu arada Irwin Atkins adıyla İngiltere yurttaşlığına geçerek evlenip aile kurmuştur. Freedom Vakfı’nın temsilciliğini de yapmaktadır bu arada Atkins… Onu tam da bu aşamada tanırız. Türkiye’de gerçekleştirilecek bir projede, işbirliği yapılacak sivil toplum kuruluşları ile sorumluluk verilecek kişileri saptama göreviyle, otuz yıl sonra Türkiye’ye gelir. Ne ki Atkins’in “gönüllü” ajan olduğunu öğreniriz ilerleyen sayfalarda. (171 vd.) Projede görev almak üzere Atkins’i kuşatan eski devrimcilerin sergilediği “gönüllülük”te gözlendiğince… Düşünce akışı kısa tümcelerle yansıtılan özöyküsel anlatımıyla Atkins, karakter bağlamında iyi yapılandırılmış yanıyla git gide belirginleşen kahramanı oluyor romanın. Bu haliyle, İngiltere’de geçen Öteki Kayıp’ın üzerine, bunun birikimine yaslanan, bu doğrultuda yapılandırılan bir roman Karşıdevrimciler. Nitekim Öteki Kayıp’taki anlatıcı Musa ile Karşıdevrimciler’deki anlatıcı AtkinsMetin arasında gerek özyaşamsal gerekse dünya görüşü bağlamında kurulabilecek koşutluk bu yaklaşımı pekiştiriyor denebilir. Ne var ki Öteki Kayıp’ta roman evrenine yayılan olay örgüsü, yazarın dilsel tutumu, bunların kol kola olduğu dolantılar; Musa’nın Eyşan’la, Leyla’yla ilişkisi, belleğini yitirmiş Gülsüm’ün romana kazandırdığı polisiye kurgu romanı uçuran veriler olarak çıkmıştı karşımıza. Oysa AtkinsMetin’in Meral’e duyduğu ilgi, işkencede öldürülen nişanlısına karşı arada uç veren suçlulukla karışık silinmiş ezikliği, öldürülme tehdidi bu ölçüde kalkındıramıyor yapıtı. Her iki roman da özöyküsel anlatıma dayanıyor. Üstelik Karşıdevrimciler’deki kahramanlar AtkinsMetin’in bakışı kadar özöyküsel aktarımla da getiriliyor okur önüne, biraz çizgiselleşmiş bir izlenim bıraksa da bu. Ama Öteki Kayıp roman olarak uçabilirken Karşıdevrimciler yazarın söylemek istedikleriyle sınırlı kalmayı yeğleyen bir zayıflık gösteriyor ne yazık ki. Çünkü yalnızca AtkinsMetin’in ayrıntılı karakterleştirildiği bir roman bu. Ötekilerse yazarın düşüncelerini aktarma görevi üstlenen, bu doğrultuda rollerini oynayıp kukla konumu sergileyen figüran yalnızca. Bu nedenle de gerçektenlik duygusu yaymak anlamında olukça zayıf yapıt. AtkinsMetin’in karşı devrimci sürece geçişinde Musa’nın söylediklerine kulak verilebilir: “İnsan denen varlık önce karnının iyi doymasına ve ondan sonra da daha çok birbirini becermeye her şeyin üstünde bir anlam yüklüyorsa, bu bizim sosyalizm düşümüz falan hikâye…” (Öteki Kayıp, 116) 2000 evresinde gösterdiğim öteki romanları Kuş Bakışı, Yoldaki İşaretler, Sessizlik Kuleleri2084 için neler söylenebilir peki? ROMAN YAZA YAZA SALTIK ROMANA VARMAK... Kuş Bakışı’nda psikiyatrist Nihat, “Tamamlanmışlık. İşte, her şeyi bitiren” (30) diyor. Böylelikle yazar, romanı asıl bütünleyenin “bitmemişlik” olduğunu sezdiriyor sanki biraz da. Kaldı ki yayımladığı on roman da gözden geçirildiğinde, bunların birbiri içinden geçerken, her adımda birbirini biraz daha bütünleyen dizi oluşturduğu görülmüyor değil. Ancak yine de son evre yapıtlarında yazar, fantastik öğelerin kışkırtıcı desteğini arkasına alıp öyle sürdürüyor romancılığını. Sözgelimi, Kuş Bakışı’ndaki “kuş bakışı” eğretilemesi, Yoldaki İşaretler’de sıklıkla önümüzü kesen odak kaydırma, bununla içlidışlı kılınmış zaman sıçramaları, Sessizlik Kuleleri2084’te, George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ünden sonra bunu bozup dağıtıp sonra yeniden yaparak kendince yerli yerine oturtma girişimi Arslanoğlu’nun bu yöndeki serüvenini gözler önüne seriyor. Kuş Bakışı’ndaki “kuş”, yukarıdan gözleyen, denetleyen, yöneten, hükmeden olarak bu evre romanları üzerinde ciddi paya sahip. Arslanoğlu, Fethi Naci’ye sunduğu Yoldaki İşaretler’e müthiş bir bölümle giriyor. Şaşırtıcı eğretilemelerin, aykırı gerçekçilikle, fantezilerin eşliğinde ilerleyen romanda insanı kuşatan büyüleyici güzellikte geçişler var. Sinematografik yapısı üzerinde de durulabilir yapıtın. Gerçekten Kaan Arslanoğlu romanlarının büyüyle karılan güzelliği, görsel planlarla bezeli yapısı, anlatımı, bunların sinema diliyle de örtüştüğünü imliyor. Farklı düzlemlerin sürekli birbirini kestiği, birbirine karıldığı, birbiri içine girip çıktığı bir roman evreni; bu yönde renklendirilmiş anlatım… Gerek Yoldaki İşaretler’de, gerekse Sessizlik Kuleleri2084’te anlatıcılar, Kafka’nın Şato’sundaki K.’yi anımsatır bir çalım. Üstelik Arslanoğlu, bunu örtmek şöyle dursun, kışkırtır bu yönde okuru. Sessizlik Kuleleri2084, kutsal metinlerle içlidışlı yapılandırılışıyla, yüzyıl sonrasına getirilen irkiltici bakışıyla da dikkati çekiyor. Romanın bilimkurgu evreninde, kuşatıcıların mekanikleşen dokusu, yapay dil, roman evrenindeki gereçnesne ile oluntu arasındaki gerekirci yaklaşım romanı çarpıcı kılan yanlar. Tufan yanılsaması, kurtuluş aktarımı, “karakter farklılıklarının yok edilmeye çalışıldığı”, “insanlığın insan olmaktan çıkıp robotlaştı(rıldı)ğı” (35,36) evren tasarımıyla yazar, yapıtına hem akışkanlık, hem de katman çoğulluğu kazandırıyor görebildiğimce. Başlangıç verimlerine göre kendini olağanüstü geliştirdiği ortada yazarın. Üstelik bu olgunlaşmanın yatay olduğu denli dikey bir gelişme sergilediği de öne sürülebilir pekâlâ. Bunca yıl içinde büyük emek, büyük gelişme… Demek Kaan Arslanoğlu’nun yirmi yıllık roman yazarlığı serüveni, roman yazarak olgunlaşmasının da göstergesi bir bakıma. Bu yalnız dilde değil, anlatımda, biçemde, kurguda, hatta roman evrenlerinin yaratılışıyla kahramanların yapılandırılışında açıkça görülebiliyor. Bunca gelişmiş romancılığın ardından Karşıdevrimciler’in çıkagelişini olağan karşılayamayışımın nedeni burada aranmalı. Böyle bir sorunu ele alışı elbette çok güzel yazarın, ancak andığım üç romandan sonra, kendi payıma bunun yine de farklı işlendiği yapıt beklerdim yazardan. Hele bizi bu gelişme evrelerine iyiden iyiye alıştırdıktan, ulaştığı bu düzeyden, son evre romanlarında sergilediği ustalıktan sonra. SİYASAL ROMANIMIZDA ZORUNLU BİR UĞRAK... Kaan Arslanoğlu’nun insan üzerine, insanın tutumu, davranışı, eylemi, kılgısı üzerine çokça düşündüğü, hemen her satırında bundan izler yansıttığı söylenebilir. Bu çerçevede romanlarına sindirdiği eleştirileriyle siyasal romanımızın olmazsa olmaz yazarlarından biri o. Düşünüleri, değerlendirileri, eleştirileri kadar toplumsal karmaşayla ilintilendirerek, bunları roman sanatının sınırları dışına çıkmadan somutlayabilmesi çok daha güzel. Gerçekten de o, yirmi yıldan bu yana sürekli, dizgeli biçimde siyasal roman verimliyor, dile kolay. Kaan Arslanoğlu, kendi kuşağının bireylerini, genel anlamda devrimcileri, solcu öğrencileri toplumsal davranışlarıyla kategorize ederek çeşitli profillere göre değerlendirmek yerine psikolojik varlıklar olarak alıp iyi bir yaklaşım sergiliyor. Biz romanlarını okurken yazarın, 1980’leri izleyen yılları toplumbilimsel yanıyla yapılandırıp yeniden kurabilme şansı yakalıyoruz. Siyasal romanlar olduğu kadar bunları “tezli roman” kılan bir tutumun da inatçı ardılı Arslanoğlu. Bunu yaparken, bakıyorsunuz, yazın ortamları aracılığıyla roman sanatının kendisini de, tartışmanın içine çekivermiş. Arslanoğlu da, pek çok yazarda rastlandığı üzere, romanı için yazın ortamlarını dayanak yapıyor kendine. Bu açıdan Yoldaki İşaretler, ilginç bir roman. Yazarların, özellikle baskı dönemlerinde bu tutumu eğretileme olarak kullanması dikkat çekici geliyor bana. Yoldaki İşaretler’in yazar kahramanı, “iyi eserin neden iyi olduğunu anlamayanlara anlatma(nın) olanaksız” (28) olduğunu düşünür. Bu yaklaşımda bile, Arslanoğlu’nun, konuyu sorunsal boyutunda nerelere götürebileceği seziliyor. Nitekim bir açıdan değişimin toplumbilimsel yanını, özünü, niteliğini yazıyor Kaan Arslanoğlu. Değeri gereğince kavranamamış bir romancı diyebilirim onun için. Oysa o, Fethi Naci’nin de, zamanında “işaret ettiği” gibi üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir yazar. Kaan Arslanoğlu’nun tüm romanları üzerine genel değerlendirmenin sırası geldi galiba. Eh, bunu da haftaya bırakalım. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 957