27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ulrich Plenzdorf’tan “Genç W.’nin Yeni Acıları”... Bu kez ‘sinema’dan ‘edebiyat’a Genç W.’nin Yeni Acıları, ilk söylendiğinde akılda uyandırdığı gibi, Goethe’nin ünlü Genç Werther’in Acıları adlı romanının çağdaş bir uyarlaması değil. Plenzdorf, bir gencin trajediyle noktalanan yaşamından yola çıkarak, ’70’ler Doğu Almanya’sının toplumsal yaşamına eleştirel bir bakış sunuyor romanında. Yapıtın başarısı, sosyal sorunları işleyen metinlerin didaktik yanını, naif ve alaycı üslubuyla gölgeleyebilmesinden geliyor. Genç W.’nin Yeni Acıları, ilkin senaryo olarak kaleme alınmış. Daha sonra romana dönüştürülen yapıt, beyazperdeye hiç yansımamış ama bir kez tiyatroda sahnelenmiş. çekici kılan belki de bu. Genç kadın Edgar’dan hoşlansa da seçimini nişanlısı Dieter’den yana yapıyor ve askerden dönünce onunla evleniyor. Ama Edgar’ın Charlie’ye ilgisi devam ediyor. Dieter, karısına karşı soğuk bir tip; karısındansa, işlerine daha çok ilgi göstermeyi yeğliyor. Bu tutum, romanın sonlarına doğru Charlie’yle Edgar’ı çok yakınlaştırıyor. O yakınlaşmada delikanlı, dediğini yapıp şansını deniyor. Gerçi, kapıyı aralayanın Charlie olduğunu atlamamak gerek. Ne var ki fazla ileri gidemiyor: “Bir kitapta, bir zencinin ya da bir Afrikalının Avrupa’ya gelip ilk beyaz kadını nasıl elde ettiğini okumuştum. Tam o sırada kendi ülkesine ait bir şarkıya başlıyordu. Ben hemen işi yarım bırakmıştım. Belki de en büyük kusurum bu, bilmediğim bir şey olursa, devam etmiyorum. Charlie ile birlikteyken gerçekten de şarkı söyleyebilirdim. Bilmem bu duyguyu hanginiz tanıyor, çocuklar. Yardım edilecek gibi değildim.” (s. 89) Plenzdorf’un, Goethe’nin adını pisliğe bulaması, sonraki sayfalar dikkate alınmadan değerlendirildiğinde, ağır ve haksız bir eleştiri sanılabilir. Ne var ki yazar, o sayfadan itibaren, Goethe’nin iki yüz yıl önce sarf ettiği sözlerin, geçerliliğini hâlâ koruduğunu yazacak roman boyunca. Burada pisliğe bulanan, yapıtları yüzyılları aşan Goethe değil; yüzyıllar öncesine saplı kalan tutucu zihniyetler. Yazar, zarf yerine kasetle gönderilen iletilerle zamanla yeryüzünün değişimini gösterirken; iletilerdeki alıntıların, Edgar’ın yirminci yüzyılda yaşadıklarına denk düşmesiyle de Goethe’nin başarısını işaret ediyor. Ë Erdem ÖZTOP n yedi yaşındaki Edgar Wilbeau, annesiyle birlikte Mittenberg’de yaşamaktadır. Meslek okulundaki öğrenimini yarıda bırakan genç, annesini terk edip Berlin’e gider. Berlin’de, tek arkadaşı Willi’yle birlikte, Willi’nin ailesine ait eski kulübede yaşar. Bir süre sonra Willi, Mittenberg’e döner; Edgar’sa Berlin’de kalır. Günlerini resim yapıp müzik dinleyerek geçirir. Bir de tuvalette bulduğu kitabı okuyarak. Edgar, ilk sayfayı tuvalet kâğıdı olarak kullandığından kitabın ve yazarının adını asla bilemez. Başlangıçta anlatımını pek sevmese ve kahramanının tutumunu eleştirse de, sonraları kitaptan çok etkilenir. Ezberlediği bölümleri, kimi zaman bir gizli dil olarak duygularını ifade etmede kimi zaman da bir gizli silah olarak insanları etkilemede kullanır. Kitap, Goethe’nin Genç Werther’in Acıları romanından başkası değildir. Bu sırada Edgar, kulübesinin yakınındaki kreşte çalışan Charlie’yle tanışır ve ona âşık olur. Charlie ise askerden yeni dönen Dieter’le nişanlıdır. Delikanlı, para kazanmak için bir inşaat şirketinde iş bulur. Çok geçmeden iş arkadaşlarıyla tartışır. Tartışmanın konusu, duman çıkartmayan bir boya tabancası yapma düşüncesidir. Edgar, iş arkadaşlarının uzun süredir üzerinde çalıştığı ancak bir türlü ortaya koyamadığı makineyi tek başına yapmak ve böylece kendini kanıtlamak ister. Ne var ki geliştirdiği makinenin ilk denemesinde cereyana kapılarak ölür. Oğlunun ölümünden sonra baba, Mittenberg’de yaşayan karısından başlayarak, Edgar’ı tanıyan herkese onun hakkında sorular sorar. Amacı, beş yaşından beri hiç görmediği oğlunu, ölümünden sonra, tanımaktır. Baba bunun için uğraşırken, Edgar’da sürekli konuşmalara dâhil olup hayatından söz eder. Elbette onu duymazlar ve görmezler. O VAR OLMAK Romanda, Edgar’ın Berlin’e neden gittiği tam olarak belirtilmiyor. Ölümünden sonra gidişinin nedenini sorgulayanlara, “Edgar Wilbeau öğrenimini yarıda bıraktı ve evden kaçtı, çünkü bunu çoktandır düşünüyordu” demekle yetiniyor onları izlediği yerden, öte’den. Edgar’dan önce babası, o beş yaşındayken aynı yolu izlemiş ve karısını terk ederek Berlin’e yerleşmiş. Delikanlı, belki de babasının çizdiği yolu izliyor. On iki yıl boyunca sadece hayallerinde gördüğü babasına ulaşmak istiyor. Derinde böyle bir düşüncesi varsa bile, asıl neden daha su yüzünde: Bir gencin, bir bireyin kendini kanıtlama çabası. Blucin giyip blues müzik dinlemek gibi özentileri, düşünSAYFA 18 celerini aktardığı her cümleyi “çocuklar” diyerek bitirmek gibi beylik sözleri de aynı çabanın ürünü. Edgar, babasını bir kez ziyaret ediyor. Yalnızca bir kez; o kez de oğlu olarak değil, kalorifer tamircisi olarak. “Kendimi hemen tanıtacak kadar aptal olacağıma inanıyor musunuz, bilmiyorum. Merhaba baba, ben Edgar’ım, falan gibi. Hayır. İşçi tulumu giymiştim. Ve kapıyı açtığında yalnızca, ‘Kalorifer tamircisi’ demiştim.” Sonradan iş arkadaşlarından Zaremba’ya, babasının yaşadığı yere hayran kaldığını, resimlerle dolu bir atölyesi olduğunu söylüyor. Gerçekteyse babanın resimle hiçbir ilgisi yok; bir statikçi. Yaşadığı yer de asgari eşyaların olduğu küçük bir daire. Anlaşılan delikanlı, babasından umduğunu bulamıyor ya da daha doğru bir ifadeyle, umduğu babayı bulamıyor. Bu buluş, kendini ortaya çıkaracak yeni bir iş yapmaya yöneltiyor Edgar’ı; kendi boya tabancasını yapmaya… Onu bu fikre sürükleyen de iş arkadaşlarıyla arasını açan tartışma. Edgar’ın iş arkadaşlarından Addi, duman çıkarmayan bir boya tabancası üzerinde çalışmaktadır. Edgar, bu makinenin başarısız olacağına emindir. Haklı da çıkar; ekspertizler denetlemek üzere geldiklerinde, makine düzgün çalışmaz. Edgar bu başarısızlık karşısında ‘Werther silahı’nı çeker: “İnsan cinsinin tek şekli var. Çoğu yaşamak için zamanlarının büyük bir kısmını çalışarak geçiriyor ve boş kalan kısacık zaman da onları öyle korkutuyor ki, ondan kurtulmak için her çareye başvuruyorlar.” (s. 67) Addi’nin yanıtıysa, “Defol!” olur. Edgar, babasını görmeye gittiği gün, gerçeklere dair tek söz söylemeden odasına dönüyor: “…kapı kapandığında, hiçbir şey söylemediğimi fark ettim. Ama yeniden kapıyı çalıp her şeyi anlatmayı da yapamadım. (…) Sonunda her zamanki gibi tekrar odama gelmiştim. Müzik dinlemek istiyordum, bir şeyler dinledim de, ama hiç de eğlenceli gelmedi. Daha o zamanlar, bu olayda bende bir şeylerin eksik olduğunu anlamıştım. Kendimi kısa süre dinledim ve hemen kendi boya tabancamı yapmaya başlamak istediğimi anladım.” (s. 72) Kafasında yanan bu ışık, öldükten sonra farkına vardığı gibi, Edgar için yolun sonunu işaret ediyor. Roman boyunca Plenzdorf, kahramanı Edgar Wilbeau’yu, var olma ve kimlik savaşımı veren bir bireyin temsili olarak arayışlara yöneltiyor. Bu arayışların temelinde, yalnızlık ve dışlanmışlık duyguları yatıyor. Yazarın, kahramanını boş bir arazinin içindeki eski kulübede yaşatması da bunun göstergesi. Kendini ifade etme çabası da temel taşlarından… Cümle sonlarında sık sık geçen “beni anlıyor musunuz” sözü de bu na vurgu yapıyor. Hikâyenin ölümle noktalanması, Plenzdorf’un okuru ‘uyarma’ isteğinden kaynaklanıyor: “Bu oyunda hiç kimse suçlu değil. Biz bu oyunu, kendilerini ilgilendiren herkese bir uyarı olsun diye oynamak istedik, tıpkı Edgar ve onun gibilere.” Bu açıklama, yazarın kitap boyunca sergilediği didaktik tavırla örtüşüyor. Plenzdorf, düşüncelerinin daha iyi anlaşılması ve daha etkili olması için eleştirel metnini ölümle noktalayarak, bir anlamda okurun gözünü korkutuyor. Anlatıcı olarak, öldüğünde bile yaşamayı sürdüren genç kahramanını; üslup olarak da onun alaycı ve hayat dolu dilini seçmesiyse, bu ağır havayı dengeliyor. GOETHE’YLE BULUŞMA Arayışlar içindeki Edgar’ın yolu, elbette aşktan da geçiyor. Delikanlı, tam da Genç Werther’in Acıları’nı tesadüfen bulup okumaya başladığı günlerde, Charlie’yle tanışıyor. Bu tanışmadan sonra Plezdorf’un romanının, Goethe’ninkiyle koşut ilerlediği söylenebilir. Yazar, bu koşutluğu sağlamak için, Edgar’ın yaşamını Werther’inkiyle kesiştiriyor: Delikanlının karşısına evlenmek üzere olan bir kadın çıkarıyor. Bazen, izlediğimiz bir film ya da okuduğumuz bir kitap, sadece beğenimizi kazanmakla kalmayıp yaşamımıza nüfuz eder. Dünyayı, etkilendiğimiz yapıtın algısıyla değerlendirmeye başlarız. Sonra ne gariptir (!) kitaplarla, filmlerle benzeşiverir yaşamlarımız. Edgar, önceleri beğenmediği Werther’i zamanla öyle benimsiyor ki, neredeyse onunla aynı ömrü yaşıyor. Delikanlı, Werther’den ilham alarak kendince bir oyun geliştiriyor: Yaşadığı hemen her olaydan sonra kulübesine döndüğünde, durumuna uygun bir pasaj bulup bir kasete okuyarak arkadaşı Willi’ye gönderiyor. Bu kadar da değil: Zaman zaman da ezberindeki pasajları, karşısındakini vurmak için zevkle kullanıyor. Sonunda iki kahramanın aynı yolu yürümesi kaçınılmaz bir hale dönüşüyor. Yalnız Edgar, seçimlerini Werther’den farklı tutuyor: “…şu Werther, sonunda idam ediyor. Her şeyden vazgeçiyor. Sahip olmak istediği kadını elde edemediği için kafasında bir delik açmış ve çok acı çekmiş. Bu kadar salak olmasaydı, aslında Charlotte’nin de ondan bir şeyler yapmasını beklediğini anlardı. Demek istiyorum ki, bir kadınla odada yalnız olsam ve yarım saat içinde hiç kimsenin odaya gelmeyeceğini bilsem, her şeyi denerim. Belki birkaç tokat yerim ama ne olmuş yani? Kaçırılmış bir fırsattan her zaman daha iyidir.” (s. 23) Charlie, Edgar’dan dört, beş yaş büyük bir kadın. Kadınların serseri erkeklerden hoşlandığı söylenir; Charlie için de Edgar’ı ROMAN TEKNİĞİ Ulrich Plenzdorf’un kitabı, konusu ve kurgusundan önce, tekniğiyle dikkat çekiyor. Yazar bu romanı, ilkin senaryo olarak kaleme almış. 1969’da yazılan senaryo, hiç filme alınmamış; ama görünen o ki, Plenzdorf metni romana dönüştürmeye karar verdiğinde, senaryo çok işine yaramış. Romanı, diyaloglar ve monologlar olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Daha az yer tutan diyaloglar, ölümünden sonra Edgar hakkında bilgi edinmeye çalışan babasının sorularından ve aldığı yanıtlardan oluşuyor. Neredeyse romanın tamamını kaplayan monologlarsa, Edgar’ın ‘öte’den konuşmaları… Romanın, “dedi”, “söyledi”, “belirtti” gibi açıklayıcı fiiller kullanılmaksızın diyaloglar ve monologlarla örülmüş yapısına baktığınız da –önsözü okumamış dahi olsanız ilkin bir senaryo ya da tiyatro oyunu olarak düşünüldüğünü anlıyorsunuz. Bu kullanım, romana akıcılık kazandırmakla kalmamış; sözünü ettiğim sıkıcı ve bugün – özellikle genç öykücüler tarafından hâlâ aşılamayan açıklayıcı fiillerin ortadan kaldırılmasına da yardımcı olmuş. Öte yandan, metnin senaryodan romana dönüştürülmüş olması, bazı eksiklikleri de beraberinde getirmiş. Plenzdorf, metni başlangıçta görsel bir sanat için hazırladığından olsa gerek, mekân tasvirlerine neredeyse hiç yer vermemiş. Dolayısıyla okur, Edgar’ın yaşadığı kulübeyi, Charlie’nin evini ya da romanda adı geçen öbür yerleri zihninde canlandırmak için eksikleri doldurmak zorunda kalıyor. ? Genç W.’nin Yeni Acıları/ Ulrich Plenzdorf/ Çeviren: Nuran Özyer/ Everest Yayınları/ 100 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 956
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle