06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ gerekir. Bu karşıt kutupların oluşturduğu ortamda yazarın yeri iki kutba eşit uzaklıktadır. Faşizmin yeni önerilerle ortaya çıkışı ve diğer Avrupa ülkelerine göre geri kalmış toplumda aşılamak istediği esenlik duygusu, toplumsal eşitlik ve adalete şartlanmış insanlarını umutlandırmış ve peşinden sürüklemiştir. O kadar ki yenilik önerileri “yorgun beyinlere” “ilaç” etkisi yapmış, içinde yaşadığı gerçekten farklı bir gerçeğin, farklı bir yaşam biçimi olabileceğini algılamak fırsatını vermemiştir. Ancak çağdaş özlemlere kavuşmak umudunun doğurduğu coşku kimi beyinlerde yalın gerçeğe varıncaya dek sürerken kimilerinde kısa zamanda yeniden umutsuzluğa dönüşmüştür. Brancati ilk coşkularının ardından olaylar üzerinde düşünme fırsatı bulduğu zaman güncelde var olan gerçekten farklı bir gerçeğin arayışı içine girmiş, toplumun üzerine karabasan gibi inen yalanı, düzenbazlığı kimi zaman sessiz direnişi ile kimi zaman açık seçik bir biçimde uyduranların, yaratanların yüzüne vurmuştur: “Sülükler, eşkıyalar; kartal kokartlı şapkalılardan söz ediyorum, kutsanmamış haydutlar, adaleti ve dini kirli pasaklı askerlerinizle satın aldınız! Çünkü kendinize denk diğer haydutları buldunuz. Eğer Tanrı zamanında düşünüp onları fareler gibi yakmazsa, aç kurtlar gibi bahtsız dünyayı son parçasına kadar kemirecekler! Her zaman hırsızın karısı gülecek değil ya! Elbet özgür günler gelecek, suratınıza tüküreceğiz! Elbet namuslu insanlara da gün doğacak! Şimdilik size şunu söyleyeceğim. Kahrolsun Kral, kahrolsun...” (Güzel Antonio). Çürümüş, yozlaşmış değerlerde kaynak bulan bu dönem, yazara göre, “kaybolmuş yılların” anlamsızlığında yapı kazanır. Ama gene de uzun süre ülkenin yazgısında egemen olur ve giderken de tüm ulusu yoksulluğun, açlığın, yoksunluğun kucağına bırakarak gider. Çünkü İtalya’nın üzerine düşen bombalar yalnız faşizmin üstüne düşmez, aynı zamanda insanların yaşam güvencesi olan tüm nesnelerin, onları yaşama bağlayan tüm varlıkların bir anda yok olup gitmesine neden olur. Tüm bu özdeksel ve tinsel yok oluşa karşın gene de uzakta parlayan demokrasi ışığı yeni bir canlanışın işaretidir. Eleştiriye kapalı bir dönemden sonra demokrasi ile birlikte düşünce özgürlüğünün, devingenliğin geleceğini bekleyen ulus sezgilerinde yanılmaz. Ülke savaş sonrasında beklenmeyen bir canlılık, çağdaşlık anlayışı kazanır. Tüm olumsuzluklar geride bırakılmış, uygarlığın doğrultusunda yeni baştan yaşam güvencesi kazanılmıştır. Ancak bu dönem uzun sürmez. İtalya bir başka “tiran”ın egemenliğine girmeye hazırlanır. Sansür yeniden işlev kazanır. Her şey tiranın değer yargılarına, ahlak anlayışına göre biçimlenir. Ülke bir baskıdan kurtulmuş, diğer bir baskının egemenliğine girmiştir. Tüm ülkeyi egemenliği altına alan bu güç Kilise’nin gücüdür. Brancati, Kilise’ye, özellikle dogmalarına ve yurttaşlarına aşılamak istediği tek yanlı kültür anlayışına karşı çıkar. Üstelik Kurtuluş’tan sonra tüm devlet dairelerinin, okulların “entarili erkeklerle” dolmuş olmasını yerer, ülkenin şimdi de din adamlarının kastı tarafından yönetildiğini savunur: “…Ülke, binlerce yıl önceki bir tribu gibi tamamen rahiplere teslim edilmiş. Bakanlıklar, daireler, okullar kara entarili erkeklerCUMHURİYET KİTAP SAYI 957 le doldu. Oysa tüm dünyada kadınlar pantolon giymek üzereler” (Diario). “Ülkemiz gerçekten talihsiz bir ülke. Önceleri kışlaların trombet sesleri, şimdi de kiliselerin çan sesleri ”(Diario). Yazarın duyarlılıkla üstünde durduğu kişisel özgürlük Kilise’nin yapıcı girişimlerine, kimi zaman insancı düşüncenin yaygınlaşmasına dönük çabasına karşın gene Kilise tarafından baltalanmıştır. Başka deyişle, insanlar arasında kardeşlik ve acıma duygusunu yaymak çabasına karşın kişisel özgürlüğün belirginleşmesini sağlayamamıştır. Yazarın savaşımı derebeyci kastların gelişimine uygun, bir toplumda şiddete başvurmadan düşün özgürlüğünü, düşünceye saygıyı sağlamaya yöneliktir. Ona göre, akıl devingen ve ciddi bir biçimde işlerlik kazandığı sürece “mutluluğun bağlaşık gücüdür”. Kişisel özgürlüğü sağlayacak olan öğe kendinden başka bir yetkenin boyunduruğuna girmek istemeyen ekindir. Ancak ekin, kentsoylunun elindedir. Kişisel özgürlüğü engelleyici etkenler gene bu sınıfın tekelindedir. Ekinin yaygınlaşması, somutlaşması bencilliğine ters düşecek öğeler doğurabilir. Bu nedenle “içgüdüsel olarak” korunur. Brancati’nin eleştirileri salt “sağ”a yönelmez, aynı ölçüde “sol”u da hedef alır. Bir toplum “vergilerle beslenen melankolik bir toplum olsa bile” gene de “sıkıntı, umutsuzluk, yalan ve kürek cezasının” egemen olduğu bir komünist toplumdan üstündür, ona göre. Çağdaşlarının çoğu faşizmin ezici baskısından komünizme sığınıp kurtuluşu orada ararken ve özellikle savaş sonrası büyük adımlarla ilerleyen komünist hareketi desteklerken, o, kendine özgü özgürlükçüdemokratik tutumunu değiştirmemiştir: “Demokrasiler her zaman ölümle burun burunadır. Ama ne denli soyluluk ve ne denli canlılık var bu süre duran tehlikede” (Diario). Gerçekte siyasal tutumunda Croce’nin etkisinin izlerini görmek olanaklıdır. Siyasayı yazından kesinlikle ayırmanın doğruluğuna inanan Brancati bir parti ya da bir siyasal görüşün temsilciliğini yapmaktan kaçınmıştır. Siyasayı bir siyasal partinin içinde bulunarak değerlendirmenin doğru olmayacağını bu nedenle siyasa dışı kurallarla ve daha çok ahlakçı bir gözle yapılacak değerlendirmeyi savunmuştur. SİCİLYA GERÇEĞİ Brancati, Sicilya gerçeğine eğilirken toplumun özsel niteliklerini yakalamaya çalışmıştır. Siyasada olduğu gibi cinsel ilişkide de aşırılığa kaçan toplumun bu yönünü gene ılımlı bir şekilde değerlendirmeye çalışırken güldürü duygusunu araç olarak kullanmıştır. Gerçekte yapıtlarında kullandığı bu iki öğe Sicilya’nın iki değişik yönünü vurguladığı gibi Sicilyalı tipini belirginleştirdiği ölçüde birbirini tamamlayıcı etkenlerdir. Bu nedenle birini diğerinden ayırmak olanaklı değildir. Ancak kimi yapıtlarında erosallık akmanlığını yitirir, basit, kaba, şehvet düşkünlüğüne dönüşür. Gerçekte bu öğeyi basitlikten, kabalıktan kurtaran yazarın bu öğeyle birlikte kullanmak gereksinimi duyduğu güldürü duygusudur. Yazar Brancati’nin yapıtlarında sürekliliğini koruyan temel öğelerden biri kuşkusuz siyasadır. Gerçekte yazarın bu olguya yaklaşımını iki ayrı uçta aramak gerekir. Bu karşıt kutupların oluşturduğu ortamda yazarın yeri iki kutba eşit uzaklıktadır. Faşizmin yeni önerilerle ortaya çıkışı ve diğer Avrupa ülkelerine göre geri kalmış toplumda aşılamak istediği esenlik duygusu, toplumsal eşitlik ve adalete şartlanmış insanlarını umutlandırmış ve peşinden sürüklemiştir. bunun bilincindedir: “...ve akıl, ince bir sanatla, o yıla (1934) değin yaşamımda solda sıfır kalan bir duyguyu, güldürü duygusunu, geliştirdi. Oysa bugün benim için o denli doğal bir olgu ki gençliğimde ve daha önce bu duyguyu tanımamış olmam bana açıklanmaz ve ciddi dalgınlıklardan birine bağlı gibi gözüküyor. Öyle ki otuz yaşına gelip de ‘soprano’ sesinin farkına varmayan bir kadının etkisinde kaldığı dalgınlık gibi bir şey” (Sıcak Paolo). Tüm devingenliğini aşırılıkta arayan bir toplum. Bunun nedenleri vardır, doğal olarak: Bir kere, Sicilyalının kendine güveni yoktur, çevresini kuşkuyla izlemeye alışmıştır. Bu güvensizlik duygusu kimi zaman kendini beğenmişliğe kadar götürür. Bunun yanı sıra Sicilyalı, Akdenizlidir. Sevgisinde, tutkusunda ender rastlanan bir endişe, hırçınlık vardır. Bu huzursuz ruhsal yapı kimi zaman uzun süren uyku saatlerinde, tembellikte, durağanlıkta sığınak bulurken, kimi zaman ölçüsüz dinamik girişimlerde boşalım aracı arar. Bu olguya bağlı olarak Sicilyalının, genelde Güneylinin, zaman zaman ateşli direnişleri ve sonuçsuz kalan girişimlerinin ardından beliren umutsuzluk duygusu. Yazar, karmaşık, hırçın tutkuların egemen olduğu bu ortamda soydaşlarına siyasada şiddete dönük olmayan yöntemler önerirken her şeyi aklın doğrultusunda aramaları gerektiğini vurgular. Cinsel ilişkilerde, oysa, duygunun önderliğinde kadının ruhsal yapısına ilişkin araştırıları salık verir. Brancati, Jovine’nin bilinçli, uyanık ve atılıma hazır köylülerine karşın Sicilya’nın durağan, kaygısız, rahatlıktan hoşlanan daha çok orta tabaka kentsoylusunu konu almıştır romanlarına. Jovine’nin ilerici, güvenceli ve çekişmeye hazır tutumuna karşın “özsel olarak” “idil”e dönük bir tutum takınmış, “kalbinin özel bir yerinde yaşamın neşeli, rahat, çatışmasız geçtiği çocukluk yıllarına olan özlemini saklamıştır”(13). Bunun için değindiği konularında, toplumsal yaraları işleyişinde araç olarak kullandığı alayımsı ve güldürü ör gesinin altında umutsuz, ileriye dönük tasarımlarında güvencesiz ve soydaşının, genel anlamda insanın, toplumdaki işlevine inanmayan bir yazar sezinlemek güç değildir. Bu tutumundan ötürüdür ki toplumda egemen olan bağnaz düşünceye, önyargılara ve siyasal, toplumsal dengesizliğe aklıyla ve bilgi dağarcığıyla karşı koymuşsa da çok zaman yazgıya boyun eğen yurttaşları gibi tarihin getirdiği haksızlıkları göğüslemek gücünü kendinde bulamamış ve umutsuzluklarla dolu dünyası ile baş başa kalmıştır. Bu açıdan bakıldığında yapıtlarındaki güldürü ve parodi unsurlarından hareket edilerek yazar ile Gogol arasında bir bağlantı kurulmak istenirken temkinli olmak gerekir: “Brancati, Gogol değildir, çünkü insanların iç dünyasına sokulmak, toplumsal yaraların derinliğine inmek becerisinden yoksundur, bu nedenle kişilerin sevgi ve nefret duygularını vermekten çok jestlerini, tutumlarını ve mimiklerini vermeyi yeğler. Brancati Gogol değildir. Çünkü yergisi güvensizlik ve kaçış duygularıyla yeterince aşınmıştır. Ve ahlaksal dünyası içinde yaşadığı gerçeğe egemen olmak için yeterince güvenli değildir (14). Bunun yanı sıra toplumsal ve siyasal bildirimlerini katı bir dille sergileyen Alvaro ve Jovine’den farklı olarak Brancati, kullandığı güldürü ve parodi unsurlarıyla bildirimini daha örtülü ve daha ılımlı bir biçimde sergilemiştir. Zaman zaman günün siyasal olsun sanatsal olsun akımlarına katılmakla birlikte tüm gelişmeleri değişik biçimde değerlendirmiştir. Örneğin “içerikçiler” ve “biçimciler” arasındaki tartışmada biçimcileri suçlarken (“diğer kıyıların sanatçıları Güzellik’e duydukları aşırı aşkı yozlaştırmışlardır”) öze önem veren kuramcıları, bu arada Gramsci’yi kesinkes desteklememiştir. Akla tanıdığı üstünlük, geçici iyimserlikten kurtulma çabaları ve özgürlüğe olan tutkusundan ötürü Aydınlanma döneminin çağdaş temsilcilerinden biri olarak değerlendirilebilir. Ne var ki Brancati’nin akla tanıdığı bu üstünlük ne öz sorunlarına ne de toplumsal sorunlara ışık tutacak güçte olmuştur. TUTUCU ORTAM... Yazar, Don Giovanni in Sicilia (Çapkın Sicilya’da) adlı yapıtını 1941’de yayımladı. Romanın konusu Sicilya’nın kapalı, tutucu ortamında geçer. Sicilyalının değişik bir yönünü işlediği için özgün bir yanı vardır. O alışılagelmiş sıkıcı yaşamda çok zaman kaçamak bakışlardan öteye gitmeyen kadınerkek ilişkisi genellikle yepyeni umutlar doğuracak niteliktedir. O kadar ki güncel konuların başında gelir ve o dural, sıkıcı yaşama renk katar, akıcılık kazandırır. Gerçekte somut bir şey yoktur. Ama o gün genç bir kızın ya da evli bir hanımın bir gence göz ucuyla hiçbir art niyet gözetmeksizin bakışı büyük bir olaydır. Tüm günlerini altüst edecek niteliktedir. Giovanni Percolla böyle bir ortamda yetişmiş olmasına karşın sanki yaşamın tek bir sayfasını çevirmiştir. Orada da şunlar yazılıdır: “...her zaman yapılan şeyler, geceleyin gökyüzü, ay, küçük evcil hayvanlar, yabanıllar, ağaçlar, çiçekler ve geleneksel alışkanlıklar, yemek yemek, içmek, uyumak, sıkıntı, korku ve yorgunluk” (Çapkın Sicilya’da). Kadın, Sicilya toplumunda kutsal, kutsal olduğu kadar şeytanımsı niteliği olan bir varlıktır. Percolla olgun yaşına karşın bu çekici, ¥ SAYFA 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle