27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ zip, sayfa kenarında tekrar kurmayı dener, doğru sözcüğü bulmak için günlerce arandığı, sözlüklere baktığı, çevresindekilere sorduğu çok görülmüştür. EN KUSURSUZ ORTAM 1970’lerden bu yana konuşmalarını bizzat yazmak gibi bir alışkanlık geliştirdi. Bunu öyle yavaş, öyle titizlikle yapar ki, süreç adeta mekanik bir şekilde işler. Ancak tam da bu alışkanlığı yüzünden bozduğu konuşmaları da olmuştur. Yazdıklarını okurken kişiliği adeta değişir: Ses tonu, stili, hatta sesinin kalitesi bile farklılaşır. Büyük Devrim Meydanı’nda yarım milyon insanın önünde kendisini yazılı cümlelerin dar kalıpları içinde boğuluyormuş gibi hissettiği ve her fırsatta elindeki metinden ayrıldığı çok olmuştur. Yine konuşma yaparken konuşmasını daktiloya geçirenlerin bir hata yaptığını görünce konuşmayı keser, tükenmez kalemiyle yanlışı düzeltir, acele de etmez. Asla tatmin olmaz. Yazılı metni canlandırmaya çalışmasına ve çoğu zaman bunu başarmış olmasına rağmen o sınırları belli konuşmalardan hep rahatsızlık duyar. O cümleler söylemek istediği her şeyi karşılıyordur ve belki çok da iyi karşılıyordur, fakat onu yaşamaya teşvik eden en önemli uyarıcıyı, riske girmenin heyecanını taşımıyordur. Yani doğaçlama yapılan bir kürsü onun için en kusursuz ortamdır, yine de konuşmaya başlamadan önce çekingenliğini yenmesi gerekir; pek az insan bilir bunu ve zaten o da bunu inkâr etmez. Birkaç yıl önce bana bir törene katılmam için gönderdiği notta, “Benim sık sık yapmak zorunda kaldığım gibi, sen de bir kere olsun sahne korkunu yen artık” diye yazmıştı. Castro ancak çok özel durumlarda üzerinde notlar olan bir kâğıda bakar ve konuşmaya devam etmeden önce o kâğıdı da cebinden çıkartıp herkesin görmesini sağlayacak şekilde tutar. Konuşmalarına daima neredeyse duyulmayacak kadar hafif bir sesle, biraz kararsız başlar, sisler arasında belirsiz bir yöne ilerliyordur adeta, fakat etkisini adım adım arttırmak için çakan her ışığı fırsat bilir, ta ki kocaman bir pençe misali atılıp dinleyicileri avcunun içine alıncaya dek. Onunla dinleyiciler arasında her iki tarafa da heyecan veren ve aralarında diyalektik suç ortaklığı yaratan bir alışveriş oluşur. Bu dayanılmaz gerilimin temelinde Castro’nun coşkusunun özü yatar. Bu ilhamdır: karşı konulamaz ve büyüleyici bir hal, sadece bunu tecrübe etmenin hazzını tatmamış olanların inkâr edebileceği bir vecd hali. Devrimin ilk dönemlerinde kitlesel toplantılar onun gelmesiyle başlardı, ki ne zaman geleceği de yağmur misali hiç belli olmazdı. Aradan yıllar geçti ve artık tam zamanında geliyor, konuşmasının ne kadar süreceğini de dinleyicilerin ruh hali belirliyor. İlk yılların bitmek bilmez söylevleri artık efsaneyle karışık bir geçmişe ait, çünkü o dönemde açıklanması gereken pek çok şey şimdi anlaşılıyor ve Fidel Castro’nun tarzı kendi içinde o kadar çok belagatli pedagoji seanslarının ardından daha da yerli yerine oturmuş durumda. Komünist skolastiğin basmakalıp sloganlarını tekrarladığı veya sistemin törensel ağzını; gerçeklikle bağını çoktan yitirmiş olan, dalkavukça bir gazetecilikle el ele giden ve açıklamak yerine üstünü örtmeyi amaçlayan o fosil dili bir kez olsun kullandığı duyulmamıştır. Kusursuz bir dogma karşıtıdır, yaratıcı hayal gücü aykırı düşüncelerin derinliklerinde süzülerek yaşar. Günlük konuşmalarında veya kitle karşısındaki söylevlerinde başkalarının sözlerinden nadiren CUMHURİYET KİTAP SAYI 957 alıntı yapar, gözde yazarı Jose Marti’nin sözleri hariç. Marti’nin 28 ciltlik külliyatını yalayıp yutmuştur ve fikirlerini Marksist bir devrimin damarlarına zerk etme yeteneğine sahiptir. Fakat kendi felsefesinin özü belki de halk için çalışmanın, her şeyin ötesinde, her bir bireyle ilgilenme meselesi olduğuna duyduğu inançtır. Doğrudan temasa mutlak güveninin açıklaması bu olabilir. En zor söylevleri bile öylesine konuşmalar gibi görünür, devrimin başlangıcında üniversite bahçelerinde öğrencilerle yaptığı konuşmaları hatırlatır. Aslında, özellikle Havana dışında, halka açık bir toplantıda kalabalık arasından birinin ona seslenmesi ve bağıra çağıra bir konuşma başlaması hiç de alışılmadık bir manzara değildir. Her durum için söyleyecek bir şeyleri ve ister işçi, ister çiftçi, öğrenci, biliminsanı, siyasetçi, yazar veya yabancı bir ziyaretçi olsun, muhatabının kim olduğuna göre bir ikna tarzı vardır. Ona her ortamda ko düğü, ruh halinin en iyi olduğu ve coşkusunun doruğa çıktığı anlardır bunlar. Onu tanıdığına inanan biri vaktiyle şöyle demişti: “Pırıl pırıl parlıyor gibisin, işler çok kötü gidiyor olmalı.” Bununla birlikte onunla ilk defa karşılaşan yabancı bir ziyaretçi de birkaç yıl önce bana şunları söylemişti: “Fidel yaşlanıyor; geçen akşam aynı konuyu yedi kez tekrarladı.” Ona, bu neredeyse manik tekrarların, Castro’nun çalışma tarzının bir parçası olduğunu anlattım. Sözgelimi Latin Amerika’nın dış borcu meselesi yaklaşık iki yıl önce konuşmalarında ilk kez ortaya çıkmıştı ve adeta sürekli tekrarlanan bir kâbusa dönüşene kadar meseleyi geliştirmekten, dallanıp budaklandırmaktan, derinleştirmekten geri durmadı. Söylediği ilk şey, basit bir aritmetik sonuç misali, borcun ödenemez olduğuydu. O yıl Havana’ya yaptığım üç ziyaret sırasında, konu üzerindeki en son varyasyonlarını bir yapbozun parçaları gibi bir araya getirdim: Borcun kıta ülke duyar; o bilgiler iyice çiğnenmeli ve hazmedilmelidir. En büyük yardımcısı ise belleğidir ve söylevleriyle kişisel sohbetlerini desteklemek için belleğini taciz noktasına varana dek kullanır; bu tacize aşırı güçlü bir akıl yürütme ve inanılmaz hızda aritmetik işlemler eşlik eder. Bu bilgi toplama görevi uyandığında başlar. Kahvaltısını yaparken dünyanın dört bir köşesinden gelmiş en az 200 sayfalık haberleri okur. Gün içinde, biteviye hareketliliğine karşın, acil bir bilgi nerede olursa olsun ona ulaştırılır. Kendi hesabına göre, her gün ortalama 50 sayfa belge okumak zorundadır. Buna devlet dairelerinin ve ziyaretçilerinin raporlarını ve onun sonsuz merakını cezp edebilecek her şeyi eklemek lazım. Bu anlatılanlarda abartı payı varsa bile pek azdır, aşağıdaki uçak yolculuğu hikâyesi bu yüzden hiç de uç bir örnek sayılmamalıdır. BİR KİTAP KURDU Castro uçmamayı tercih eder ve ancak başka bir seçenek yoksa uçağa biner. Uçtuğunda ise kötü bir yolcudur, zira her şeyi bilmek gibi bir takıntısı vardır: Ne uyur ne de okur, pek az yer, ne zaman biraz kuşkulansa mürettebata uçuş haritaları hakkında sorular sorar, niye başka rotanın değil de bu rotanın seçildiğini izah ettirir, motorların gürültüsü neden değişmektedir, hava açık olmasına rağmen uçak niye sarsılmaktadır... Elbette verilen cevaplar doğru olmalıdır, zira üstünkörü bir cevaptaki en küçük tutarsızlığı yakalayabilir. Bir diğer hayati bilgi kaynağı da elbette kitaplardır. Fidel Castro’nun kişiliğinin, hasımları tarafından yaratılan imajla belki de en az uyumlu olan veçhesi, tam bir kitap kurdu olmasıdır. Okumak için nasıl vakit bulduğunu veya bu kadar çok ve hızlı okumak için hangi yöntemleri kullandığını kimse izah edemez, fakat Castro bu konuda özel bir şey yapmadığında ısrar eder. Tarihöncesi Oldsmobile’inden, birbiri ardına gelen Sovyet Zil’lerine, oradan şu an kullandığı Mercedes’e kadar bütün arabalarında gece vakti okumasını sağlayacak bir lamba bulunur daima. Kaç defa şafak sökerken eline aldığı bir kitapla ilgili ertesi sabah yorumlar yaptığını işitmiştir çevresindekiler. İngilizce okur, fakat konuşmaz. Her durumda İspanyolca okumayı tercih eder ve üzerinde harfler olan bir kâğıt parçasını eline alıp okumaya her daim hazırdır. Çok yeni çıkmış ve henüz çevrilmemiş bir kitaba ihtiyaç duyduğunda derhal çevirtir. Doktor bir arkadaşı, bir nezaket gösterisi mahiyetinde, ortopedi hakkında daha yeni kitap halinde basılmış incelemesini, elbette ki çoktan okuduğunu bilmeden Fidel’e göndermiş, bir hafta sonraysa, kitaba dair uzun gözlem listesini içeren bir mektup almıştı. Fidel için ekonomik ve tarihsel konularda okumak bir alışkanlıktır. Lee Iacocca’nın hatıralarını okurken o kadar çok inanılmaz hata tespit etmişti ki, İngilizce biçimini İspanyolcasıyla karşılaştırılması isteğiyle New York’a yollamaktan geri durmamıştı. Gerçekten de çevirmen milyar kelimesinin iki dildeki anlamını birbirine karıştırmıştı. Fidel ayrıca iyi bir edebiyat okurudur ve edebiyatı yakından izler. Fidel’i çabuk tüketilen çok satar kitaplara ben alıştırdım ve hiç vicdan azabı duymuyorum; o kitaplar resmi belgelerin bir nevi panzehiri olarak Fidel’in güncelle bağını koparmamasını sağladı. Yine de Fidel’in yakın ve en verimli bilgi kaynağı sohbetler olmaya devam etmektedir. Hızla sorguya çekme alışkanlığı vardır. Art arda sorduğu sorular Rusların matruşka bebeklerini andırır. Ani ¥ SAYFA 15 Marquez, Castro’nun çocukluğunu geçirdiği kırların pastoral tan vakitlerini, kendisini terk eden gençlik aşkını, geriye dönse farklı yapabileceği şeyleri anlattığı nadir nostalji anlarına da tanıklık etmiş. layca hareket etme imkânı veren geniş ve çeşitli bilgisiyle herkese kendi düzeyinde ulaşabilir. Fakat kişiliği öylesine karmaşık ve kestirilemezdir ki, aynı karşılaşmada ona dair farklı izlenimler edinebilmek mümkündür. Tek bir şey muhakkak: Nerede, nasıl ve kiminle olursa olsun, Fidel Castro kazanmak için oradadır. Dünyada ondan daha kötü bir kaybeden tahayyül edemiyorum. Yenilgi karşısındaki yaklaşımı, günlük hayatın en küçük olaylarında bile, özel bir mantığa riayet eder gibidir: Yenilgiyi kabul etmez bile ve koşulları tersine çevirip durumu zafere dönüştürmeyi başarana dek bir an olsun huzur bulmaz. Fakat ne olursa olsun ve nerede olursa olsun, her şey yorulmak bilmez bir karşılıklı konuşma çerçevesinde olup biter. Konu, dinleyicilerin ilgilerine göre her şey olabilir, fakat genellikle tam tersi yaşanır, o an tek bir konuyu alıp kendisini dinleyenlerin tümüne taşıyan Castro’nun kendisidir. Bu durum, Castro’nun zihnini meşgul eden bir fikri didiklediği zaman aralıklarında yaşanır çoğunlukla ve bir şeyin esasına inmeye hazırlanırken kimse ondan daha saplantılı olamaz. Ateşli bir arzuyla ele almadığı tek bir proje yoktur, projenin küçük veya büyük olması fark etmez, hele zorlukla karşılaşmışsa kimse onu tutamaz. En iyi görün lerinin ekonomileri üzerindeki yansımaları, siyasi ve sosyal tesirleri, uluslararası ilişkiler üzerindeki belirleyici etkisi, birleşik bir Latin Amerika politikası açısından taşıdığı büyük önem. En nihayetinde Havana’da büyük bir uzmanlar kongresi topladı ve daha önceki sohbetlerinden çıkan çarpıcı soruların tekini bile cevapsız bırakmadığı bir konuşma yaptı. O noktada artık, zaman içinde doğrulanacak olan kapsamlı bir vizyona sahipti. AKIL YÜRÜTMENİN SONUCU... Bana öyle geliyor ki, Castro’nun bir siyasetçi olarak en müstesna erdemi, belli bir sorunu kavramak, onu her yönüyle ele alıp en uzak sonuçlara varmak konusundaki bu istidadıdır; sanki bir buzdağının sadece görünen ucunu değil, suyun yedi kat altını da görebiliyordur. Fakat bu istidat önseziyle değil, gayretkeş ve inatçı bir akıl yürütmenin sonucunda işler. Onun dikkatli ve yılmaz bir dinleyicisi, bir fikrin ilk embriyosunu fark edip aylar süren daimi sohbetler yoluyla gelişimini takip edebilir; ta ki sonunda, tıpkı dış borç meselesinde olduğu gibi, tamamlanmış haliyle açığa vurulana dek. Konu bir kez tüketildiğinde, sanki bir yaşam çemberi de kapanmıştır ve Castro konuyu dosyalayıp ilelebet rafa kaldırır. Elbette böyle bir laf değirmeni, kesintisiz bir bilgi akışının yardımına ihtiyaç
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle