27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Vitaliano Brancati Alaysama ustası bir yazar Vitaliano Brancati, Sicilya gerçeğine eğilirken toplumun özsel niteliklerini yakalamaya çalışmıştır. Siyasada olduğu gibi cinsel ilişkide de aşırılığa kaçan toplumun bu yönünü gene ılımlı bir şekilde değerlendirmeye çalışırken güldürü duygusunu araç olarak kullanmıştır. Gerçekte yapıtlarında kullandığı bu iki öğe Sicilya’nın iki değişik yönünü vurguladığı gibi Sicilyalı tipini belirginleştirdiği ölçüde birbirini tamamlayıcı etkenlerdir. Ë Prof. Dr. Necdet ADABAĞ italiano Brancati (19071954) Pachino’da (Sicilya) doğdu. Ailesinin sürekli yer değiştirmesiyle değişik yöreleri tanımak fırsatı buldu. Ancak sık sık değişen çevresi bu duygusal çocuğu yalnızlığa itmiş ve genç yaşta olgunlaştırmıştır. Çocukluk yıllarının biçimlenmesinde dedesinin katkısı büyüktür. Onunla olan yakın arkadaşlığı o yılların en anlamlı ilişkisidir. Dedesinin ölümü ile yaşamında çocukluk yıllarının bittiğini, kendisi için yeni bir dönemin başladığını belirtir: “Çocukluğum bitmişti, çocukluğum ölmüştü; insanın iki dönemi olduğunu biliyordum: Çocukluk ve olgunluk ( ... ) Benim ilk yaş dönemim tükenmişti” (1). Olgunluk dönemini yaşarken sık sık çocukluğuna dönmeyi yeğler. Fakat bu dönüş çocukluk yıllarının anılarına sığınma özleminden çok o dönemin tüm duygularını yeni baştan yaşama arzusundandır. Böyle bir arzunun temelinde çatışmasız, çelişkilerden uzak ve rahat, sakin bir yaşamın özlemi yatmaktadır. Çocukluk yıllarında aynı zamanda kendini bulduğunu savunan yazar şöyle der: “O yaşın parlaklığı beni izliyordu, tıpkı henüz çıktığımız odanın kapısından karanlık koridora vuran ışık gibi. Gerçekçi ve içten olmayı istediğimde daima çocukluğuma dönmek zorunluluğunu duydum” (2). Dedesi ile kurduğu bu sıkı iletişimi annesi ya da babası ile kuramayışının nedenleri vardır. Annesi ile olan ilişkisinin kopukluğu duygusal bir nedene dayalıdır. Güneyli anneler çocuklarını olağanüstü bir ölçüde kıskanırlar. Buna ek olarak annesinin, oğlunun başarısından övünç payı çıkarmaya kalkışması ve giderek salt öz malı olduğunu iddia etmesi Brancati’nin yergisine neden olur. Brancati daha lise çağındayken annesi oğlunun başarısından ötürü övünçle, gururla söz ederken (“Hocaları şaşırmışlardı, hazırladığı ödevler onun yaşındakilerin yapamayacağı şeylerdi”) kendi oğlu olduğunu özellikle belirtmekten büyük bir zevk duymuştur. Roma’da oğlunun sergilenen bir oyununu izledikten sonra daha belirgin bir biçimde bu duygusunu açığa vurur: “Eh! bugüne bugün ben büyük bir yazarın annesiyim”. “Ben büyük bir yazar değilim, anne!”. Yazar bu denli üstüne düşülmesinden yakınırken annelerin çocukları üzerindeki bu ilgiyi katı fakat yerinde bir yorumla eleştirir: “Anneler bizim en acımasız düşmanlarımızdır. Sicilyalı anneler çocuk doğuruyor, sonra da oturup onları bir güzel yiyorlar”(3). Ya da “Annelerimiz gençleşiyor, biz yaşlanıyoruz. Bencil kişiler bunlar, yanımızda olmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Gece eve döndüğümüzü duymak: İşte, yaşamlarının amacı! Ama bizim amacımız ayak seslerimizi annelerimize duyurmak olamaz” (4). V YENİLİK ARAYIŞI Ailesi ile Catania’ya geldiği zaman lise öğrencisidir. Orada lise öğrenimini bitirir ve üniversiteye yazılır. Mezuniyet tezini De Roberto’nun i Vicere adlı yapıtı üzerine hazırlar. Üniversite sıralarında yazmaya başlar. Ve henüz on yedi yaşındayken faşizm yanlısı olur. Stacchini, yazarın “yenilik” özleminden ötürü faşizm yanlısı olduğunu savunur. Ve şöyle der: “Yurttaşların töresine, bilinç dünyasına mutlaka yansıyan durağan bir tarihi olan adanın koşullarına bir tepki idi. Brancati yenilik arayışı içindeydi. Ve bu yeniliği Sicilya’nın tarih ötesinden kalma koşullarının ve soyutlanmış konumundan doğan boşluk duygusunun üstesinden gelmek için istiyordu” (5). Lauretta (6) , on yedi yaşındaki bir gencin toplumsal olguları algılayacak kadar bilinç düzeyine eremeyeceğini savunur ve bu olguyu çoğunlukla yazarın öz tanıklığına dayanarakbüyük bir tutkuyla okuduğu Gentile, Bergson, Pirandello, Ibsen ve özellikle D’Annunzio’nun etkisine bağlayarak Stacchini’nin savının “inandırıcı” olmadığını iddia eder. Toplumsal bilinçten o zamanın koşulları içinde söz etmek ne kadar doğrudur bilinmez ama adanın içinde bulunduğu çıkmazlardan sezgisel de olsa bilgi sahibidir demek yanlış olmasa gerek. Sanıyorum bu aşamada toplumun ruhsal gereksinimi üzerinde durmakta yarar vardır. Sicilya’nın içinde bulunduğu toplumsal durgunluktan, karışıklıktan sıkılan ve duyguakıl dönemecinde bulunan bir gencin devinim, akıcılık ve yenilik araması bize doğal geliyor. Üstelik görkeme ve gösterişe meraklı bir çevrede yetişen bu gencin faşizmin biçimsel görkemine kapılmış olması ve ardından faşizmi yücelten, adı geçen yazarlarla kurmuş olduğu iletişim bu eğilimini pekiştirici niteliktedir. 1924’te yazdığı Fedor adlı yapıtında bu eğilimini gözlem lemek olanaklıdır. Gücün ve görkemin sergisine dönük bir siyasal iktidarın çağın gençlerinde uyandırdığı coşku düşünsel olmaktan çok bedensel işlevin üstünlüğünü göstermeye yöneliktir. Yaklaşık on yıl kadar süren bu faşizm hayranlığı o kadar derin boyutlara ulaşmıştı ki faşizm, ona göre, “bir din ve faşist İtalya’da bir tapınaktı; uykucu birinin zehirli ama hoşa giden rüyalarından onu saçlarından tutarak uyandıran bir kimseye duyduğu hoşnutsuzluk gibi bir duygu besliyordu Croce’ye”(7). Ancak daha Fedor’ da , Borghese’ye yazdığı ithaf yazısında evrensel sevgiden söz etmesi “içinde bulunduğu çelişkinin” bir anlatımıdır. Ardından antifaşizm manifestosu, ülkenin aydınlarının direnişe geçmesi yazarı uyandırmış, olayların gelişim sürecine bilinçli yaklaşımı faşizmden kopmasına neden olmuştur. Zaten “onun faşizminde bir yanlış anlama vardı. O, safça, faşist olmanın, o zamanlar söylenildiği gibi, yenilik yanlısı, başkaldıran, yürekli insan olmak anlamına geldiğini sanıyordu. Fakat o sözde değişikliğin baskıya dayalı, tutucu içeriğini bulgulamakta gecikmedi” (8). Ne ilginçtir ki Croce’nin etkisiyle daha çok faşizmden ve onun ortaya attığı biçimsel sanat anlayışından kopmaya çalışır ve bunu başarır da. Ve gene Croce’nin etkisiyledir ki “faşizme direnişi Brancati, olgunluk dönemini yaşarken sık sık çocukluğuna dönmeyi yeğler. Fakat bu dönüş çocukluk yıllarının anılarına sığınma özleminden çok o dönemin tüm duygularını yeni baştan yaşama arzusundandır. ilk zamanlar ruhsal ve ekinsel bağımsızlık açısından olmuştur.Yalnız ikincil düzeyde, çok daha az etkin biçimde, ahlaksal ve siyasal bir direniştir” (9) . Kendince tutarlı düşünsel, ahlaksal ve ekinsel bir çizgi arayışı ile geçirdiği bu kısa yaş süresi içinde dönüm noktası niteliğindeki yıl, 1933 yılıdır. O yılların ürünü Singolare avventura di un viaggio (Bir Yolculuğun Özel Macerası) adlı yapıtın yayımı başlıbaşına bir olaydır. Çünkü “önceki yapıtlarında savunma gereği başvurduğu kinayeye bu yapıtında yönelmez. Bu, iç huzursuzluğunun ve kimi gerçek değerlerle ilişki kurmak gereksiniminin işaretidir” (10). Bunun ötesinde bu yapıt daha köklü bir biçimde belirginleşen kuramsal bir değişimin simgesidir. Yazar kahramanı aracılığıyla “faşist gizemciliği tam anlamıyla destekleyerek içgüdünün akla üstünlüğünü göstermeye niyetlenir. Ne ki, sonunda içgüdünün onunla birlikte kösnülüğün ilk zamanlar sahip olduğu güveni yeniden elde etmeye yardımcı olmadığının ve geride, bilincin derinliklerinde karışık olduğu kadar zayıf bir dinginlik arzusunun kaldığının ayrımına varır. Böylece önceki ideolojinin yer yer çatlamasına işaret olan içgüdünün maruz kaldığı bunalım Brancati’nin artık kolaylıkla coşmaya yanaşmadığı, tersine eleştirmen gözü ile topluma baktığı izlenimi verir” (11). Gerçekte Brancati karanlıktan ışığa çıkar gibidir. Soyut değerlerle sağlanan yüzeysel mutluluğun ötesinde görkeme ve abartıya kapalı,akılla duygunun kaynaşmasından doğacak bir mutluluğun peşine düşer. Ancak daha bu yapıtlarında sonradan gelecek yapıtlarında belirginleşen karamsarlık duygusu kendini ortaya koyar. Bu tarihten sonra verdiği yapıtlarında artık kesenkes tutmak zorunluluğunu duyduğu yolunu saptamış ve hızla gelişen toplumsal olaylar karşısında nesnelliğini, çok şeylerde aşırılıktan hoşlanan bir toplumda ılımlılığını korumuştur. Bu düzeyde verdiği yapıtları çoklarının, bu arada babasının eleştirilerine hedef olmuştur. Annesi ile aralarındaki duygusal bir düzeyde seyreden ilişkisi babası ile olan ilişkisinde daha değişik bir içerik kazanmıştır. Babasına yazdığı mektup bu çatışmanın belirgin bir örneğidir: “Ama sen babalığına gösterilen sevecenlikle yetinmiyorsun, yazdığım şeylerin değeri üzerine bana ders vermeye kalkışıyor ve onları ‘hoppa –karikatürler’ olarak değerlendiriyorsun. Her ne ise, senin hoppa diye tanımladığın şeyler benim bir parçam değil, tüm varlığımdır. O kadar ki sonunda bana ilerici bir bilinç, yaşamın gereken olgunluğunu sağladılar. Ve basit başarılardan kaçınma olanağı tanıdılar. Senin ciddi diye tanımladığın şeyler bana oysa, hoppa şeyler olarak gözüküyor (...) Kimi kralların saraylarında anlamlı şeyleri söyleyen sadece hokkabazlardı. Ben bir hokkabaz değilim, ama gene de (...) Benim en ciddi ve en derin duygularımın yapıtı olan şeyleri kapris olarak değerlendirmekle beni küçültmekten vazgeç. Sahip olduğum en kutsal şeyle beni gücendiriyorsun. Ama ben umutsuz değilim çünkü vicdanım rahat”(12). Brancati’nin yapıtlarında sürekliliğini koruyan temel öğelerden biri kuşkusuz siyasadır. Gerçekte yazarın bu olguya yaklaşımını iki ayrı uçta aramak CUMHURİYET KİTAP SAYI 957 ¥ SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle