Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“İlk Yıllarım”, Fidel Castro... Benim Gözümle Fidel Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro, “İlk Yıllarım”da, Katolik ağırlıklı ilk eğitimi sırasında Hıristiyanlık ile kurduğu hem romantik hem eleştirel ilişkiyi, ütopyacı bir sosyalistten devrimci bir eylemciye dönüştüğü üniversite yıllarını anlatıyor. Castro’yu yakından tanıyan Latin Amerikalı yazar Marquez’in, “İlk Yıllarım” için kaleme aldığı sunuş yazısını aktarıyoruz... Ë Gabriel Garcia MARQUEZ* idel Castro bir hafta boyunca Küba’da gezdirdiği yabancı bir ziyaretçiden söz ederken, “Adam nasıl da konuşuyor – hatta benden bile çok konuşuyor!” demişti. Bunun bir abartma, hem de büyük bir abartma olduğunu anlamak için Fidel Castro’yu pek az tanımak yeterlidir; çünkü konuşma alışkanlığına onun kadar düşkün bir başkasını bulmak imkânsızdır. Kelimeye olan bağlılığı adeta büyülüdür. Devrimin başında, Havana’ya zaferle girişinin üzerinden daha bir hafta geçmeden televizyonda hiç durmadan yedi saat konuşmuştu. Bu bir dünya rekoru olmalı. O sesin hipnotik gücünü henüz bilmeyen Havanalılar ilk birkaç saat alışık oldukları biçimde oturup onu dinlemeye başlamışlardı. Ama saatler geçince kulaklarından birini onun konuşmasına tahsis edip günlük işlerine dönmüşlerdi. Ben bir gün önce bir grup gazeteciyle Caracas’tan gelmiştim ve konuşmayı otel odalarımızda dinlemeye başlamıştık. Hiçbir kesinti olmadan asansörde, bindiğimiz takside, çiçeklerle donatılmış kafe teraslarında, buz gibi klimalı barlarda ve hatta sokaklarda yürürken, sonuna dek açılmış sesleri açık pencerelerden yayılan radyolardan dinledik. Akşam olduğunda günlük programımızı tamamlamış ve konuşmanın tek bir kelimesini bile kaçırmamıştık. Fidel Castro’yu ilk kez dinleyenlerimizin dikkatini iki şey çekmişti. Biri dinleyicilerini inandırmaktaki müthiş gücü; diğeri sesinin hassaslığı. Kimi zaman bir fısıltıya dönüşen kısık bir sesi vardı. O kısıklığı işiten bir doktor, Amazon Nehri kadar uzun maraton konuşmaları yapmasa bile Fidel Castro’nun beş yıl içinde sesini kaybedeceği tanısını koydu. Kısa bir süre sonra, 1962 Ağustos’unda, Castro ABD şirketlerinin millileştirildiğini açıklayan konuşmasını yaptıktan sonra sesi kesilince bu ürkütücü tanı doğrulanmış oldu. Ancak bu tekrar etmeyecek olan geçici bir durumdu. Aradan yirmi altı yıl geçti. Fidel Castro altmış bir yaşına girdi ve sesi, her zamanki kadar kısıksa da kelimeleri bir araya getirmekteki ustalığı, en yararlı ve karşı konulmaz silahı olmaya hâlâ devam ediyor. Onun için üç saat, sıradan bir konuşma için makul bir ortalamadır. Ve her seferinde üçer saatle günleri çok hızlı akıp geçer. Bürosuna kapanmış akademik bir lider olmadığı ve sorunları oldukları yerde aramayı tercih ettiği için, günün her saatinde, hatta daha şafak sökmeden, motosikletli korumaların homurtusunun eşlik etmediği sıradan bir arabayla Havana’nın boş sokaklarında ya da ıssız bir yolda ilerlerken görülebilir. Bütün bunlar onun avare avare gezen bir yalnız ve uykusuzluk hastalığı çeken dağınık ve teklifsiz bir derbeder olduğu, herhangi bir saatte çat kapı birini ziyaret edip ev sahibini de sabahlara kadar uyutmadığı söylentilerine yol açmıştır. DEMİR BİR DİSİPLİN Devrimin ilk yıllarında, Sierra Maestra’da edindiği alışkanlıklardan çoğunu hâlâ sürdürdüğü zamanlarda, bu imajın ardında bir gerçek payı da vardı. 15 yıldan uzun süre gerçek bir evi, bürosu ya da sabit bir günlük rutini olmamıştı. Devletin merkezi, Castro o sırada neredeyse orasıydı ve iktidara bizzat o nerede dolaşıyorsa orada tesadüf edilirdi. Şimdi artık çok farklı. Karakteristik tezcanlılığından hiçbir şey eksiltmeden, nihayet yaşamına belirli bir düzen vermiş durumda. Eskiden, günler geceler boyu yorgunluktan tükendiği zamanlarda, nerede olursa birkaç dakika şekerleme yapardı. Şimdi altı saat kesintisiz uyumaya çalışıyor, ama bunu ne zaman başaracağını kendisi de bilmiyor. Gidişata göre bu gece onda da olabilir, ertesi sabah yedide de. Castro’nun rutin işler için saatlerini ayırdığı Devlet Konseyi başkanlık bürosunda düzenli bir çalışma masası, rahat deri koltukları ve hidroponik(1) tezlerinden aşk romanlarına kadar okuma zevkini yansıtan çeşitli kitapların bulunduğu bir kitaplığı var. Günde yarım kutu puro içmeyi, tütün (Kristof Kolomb tütünü Küba’da keşfetmişti ve bu bitki hâlâ ülkenin başlıca gelir kaynağı) alışkanlığı ile mücadelede örnek olmak için tümüyle bıraktı. Kolaylıkla kilo alması nedeniyle sürekli diyet yapmak zorunda kalıyor. Çok iştahlı olması ve bilimsel bir heyecanla hazırlamaktan zevk aldığı yemek tariflerinin peşinden koştuğu düşünülürse, bu büyük bir özveri. Bir pazar günü kendini kaptırıp esaslı bir öğle yemeğinin üzerine 18 top dondurma yemiş. Ancak genellikle belirli saatlerde değil de acıkınca haşlama sebze eşliğinde balık filetosu yiyor. Her gün birkaç saat spor yaparak ve sık sık yüzerek mükemmel fiziki durumunu koruyor. İçki içmeyi ağır ağır yudumladığı bir kadeh sek viskiyle sınırlıyor ve tarifini devrimin ilk papalık elçisi Monsenyör Cesare Sacchi’den öğrendiği spagettiye olan zaafını kontrol altına almayı başardı. O büyük ama kısa süren öfkeleri artık geride kaldı ve sıkıntılı anların kasvetini tükenmez bir sabırla hafifletmeyi öğrendi. Özetle: Demir bir disiplin. Ancak zamanın kaçınılmaz kısalığı onu düzensiz bir programa mecbur bıraktığından ve hayal gücünün enginliği onu her an alıp götürebileceğinden bu da asla yeterli değil. Onunla nereden başladığınızı bilirsiniz, ama nerede duracağınızı bilemezsiniz. Herhangi bir gece kendinizi onunla gizli bir yere uçarken, bir düğünde sağdıç olmaya giderken, açık denizde ıstakoz avlarken veya Camagüey’de üretilen ilk Fransız peynirlerini tadarken bulabilirsiniz. DİNLENMEYİ ÖĞRENMEK Uzun bir süre önce şöyle demişti: “Dinlenmeyi öğrenmek çalışmayı öğrenmek kadar önemli.” Ancak dinlenme yöntemleri çok özgündür ve göründüğü kadarıyla onun için konuşmak da bir çeşit dinlenmedir. Bir keresinde yoğun bir çalışmayı geceyarısında bıraktığında gerçekten tükenmiş görünmesine rağmen iki saat yüzdükten sonra tümüyle kendine gelmiş, şafak sökmeden yine işinin başına dönmüştü. Özel partilerden hoşlanmaz, ne şarkı söyler ne de dans eder, ki bu açıdan nadir bir Kübalıdır ve katıldığı birkaç partinin havası da o ayak bastığı anda birden değişir. Belki de bunun farkında değildir. İlk bakışta görüldüğü kadar uzun boylu ve iri yapılı olmamasına rağmen belki de tüm mekânı dolduran varlığının gücünü bilmemektedir. Kendinden fazla emin insanların, onun yanında duruşlarından eser kalmadığını, sakin ya da aşırı güvenli bir havaya girmeye çalıştıklarını çok görmüşümdür. Halbuki Castro’nun da en az onlar kadar ürkek olduğu ve bunu çaktırmamak için ilk adımı attığı hiçbirinin aklına gelmez. Kendi yaptıklarından söz ederken çoğul eki kullanmasının aslında büyüklük taslamaktan ziyade, utangaçlığını saklamasının bir yolu olduğuna inanmışımdır. Kaçınılmaz olarak dans durur, müzik kesilir, yemek ertelenir ve insanlar onun oracıkta başlattığı konuşmaya katılmak için çevresini sararlar. Ayakta, hiçbir şey yemeden ve içmeden uzun saatler öyle kalabilir. Kimi zaman yatmadan önce haber vermeden bir arkadaşının kapısını gayet geç bir saatte çalar ve sadece beş dakika kalacağını söyler. Bunu öyle içtenlikle söyler ki, geçip bir koltuğa oturmaz bile. Ama yeni bir konuşmanın başlamasıyla yavaş yavaş canlanır ve bir süre sonra bir koltuğa oturup ayaklarını uzatarak “Yenilenmiş gibi hissediyorum kendimi” der. Konuşmaktan yorulduğunda konuşarak dinlenen bir insandır o. Bir keresinde, “Dünyaya bir daha geldiğimde yazar olmak isterim” demişti. Aslında iyi yazar ve bundan zevk alır, hatta arabasında giderken aklına gelenleri yazmak için elinin altında hep not defterleri bulundurur. Bunlar mavi plastik kaplı, adi kâğıtlı defterlerdir ve yıllar boyunca özel dosyalarında birikmiştir. El yazısı zarif ve küçük harflidir, ilk bakışta bir öğrencininki kadar basit görünür. Yazıya bir profesyonel gibi yaklaşır. Bir cümleyi birkaç kere düzeltir, üstünü çi ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 957 F SAYFA 14