06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ aynı zamanda kutsal varlıkla kaçamak bakışlarla bile ilişki kurmak olanağı bulamamıştı sanki: “Açık söyleyelim mi? Giovanni Percolla otuz altı yaşına kadar bir kızı doğru dürüst öpmemişti. Ne de geceleyin, babasının ışığını söndürdükten sonra bahçenin ağaçları arasında geceliğine ayakları dolaşarak yaklaşan genç bir kızı bahçe kapısının ardında beklemişti. Aşk mektubu yazmamıştı ve kimseden de almamıştı. Telefonun ahizesi kulağını ‘sevgilim’ sözcüğü ile okşamamıştı hiç” (Çapkın Sicilya’da). Ama tüm Sicilyalılar gibi onun da bir tek saplantısı vardı: Kadın. Ne var ki bu saplantının neden olduğu yalnızlık duygusu çoğu zaman Giovanni’yi coşkusuyla baş başa bırakır. Ve onu dış dünyadan soyutlar, gerçek dışına sürükler: “Giovanni için artık hiçbir şey kalmadı, dünya tarihi bir yalandır, onu unuttu bile, kalabalık halk kitlelerinin, iyiliğin ve kötülüğün devindiği geniş tiyatro salonlarının yerini daha büyük şeyler aldı” (Çapkın Sicilya’da) . OLGUNLAŞAN TUTARLILIK Giovanni’nin tarih karşısında takındığı bu tavır toplumdan yüzeysel bir kaçışın anlatımıdır. Yok oluşuna uzanan yollarda egemen olan ölüm korkusu ve varoluş sorununa karşı koymak için ancak, sözlerde devingenlik kazanan erosal tutkuyu araç olarak kullanır. Bu satırlarda ayrıca, deyim yerindeyse, birinci Brancati’nin izlerini gözlemlemek olanaklıdır. Oysa başka satırlarda bu duygunun, bu boş tutkunun başka şeylere yerini bıraktığı ve giderek olgunlaşan tutarlığında yepyeni bir dünya görüşünün ortaya çıktığı kesindir: “Evrensel duygunun etkisindeydi; geçmişte ancak bir kişinin yerini doldururken şimdi bütün insanların yerini işgal ediyordu” (Çapkın…) Giovanni üç kız kardeşi ile birlikte yaşamaktadır. Kızlar aralarında bütünleşirken, o yalnızdır. Ama kızların da kendi açılarından saplantıları vardır. Örneğin, evlenememiş olmaları. Yitirilen olasılıkları sürekli düşünen kızlar için geçmişin ölü imgeleri avutucu öğeler sağlar: “Giovanni Percolla kırk yaşındaydı, on yıldan bu yana üç kız kardeşi ile birlikte oturuyordu, en büyük kız kardeşi savaş dulu olduğunu söylüyordu. Bunu söylerken, kim bilir neden, eline kağıt, kalem alıyor ve birtakım sözcükler, rakamlar yazıyordu: Evlilik çağıma geldiğimde savaş patladı. Altı yüz bin ölü ve üç yüz bin sakat bıraktı arkasında. O dönemin kızları milyonda bir evlenme olasılığını yitirdi. Bir milyon bir milyondur! O ölülerden birinin kocam olabileceğini düşündüğümde hiç de saçma sapan gelmiyor bana hesabım. Doğru, dedi diğeri, çok doğru, o sıralarda çok da güzeldin. Adları Rosa, Barbara ve Lucia idi. Birbirlerine o denli sevecen davranıyorlardı ki biri kendisi için tek bir yalan uydurmayı aklından geçirmezken, bir diğerinin gönlünü almak için içtenlikle yalan söyleyebiliyordu. Rosa, şimdi bir albayın karısı olacaktın! Yineliyordu Barbara. Bütün bu varsayımlar neden kaynaklanıyordu, biliyor musunuz? 1915’lerde bir akşam, karanlık bir sokaktan eve dönerlerken mahmuz ve kılıç sesleri çıkaran uzun boylu bir gölgenin kendilerini izlediği sanısına kapılmışlardı. Ne ilgisi vardı bizimle, canım, kendi yolunda gidiyordu yüzbaşı dedi Rosa. Hadi canım, sen de, kendi yolunda giden adam, hiç ‘Hanımefendi yarın gidiyorum, size bir SAYFA 24 mektup yollayabilir miyim!’ der mi?” (Çapkın ...) Ama bütün bu söyleşiler gizli tutuluyordu Giovanni’den. Giovanni de kardeşlerine açılamıyordu doğal olarak. Aralarındaki bu cılız ilişki karşılıklı saygıyı pekiştiriyordu giderek. Dahası, ilişkilerindeki bu ölçülü tutum kardeşlerinin gözünde onu çağdaşlarından farklı olarak ciddiyet, onur ve düzenin simgesi durumuna sokuyordu. O ilişkide beliren ağırbaşlı, oturaklı ve sakin tutumu kadın imgesiyle hırçınlaşıyor, ölçüsüz boyutlara ulaşıyordu: “Giovanni’nin kız kardeşleri üç arkadaşın işten söz ettiklerini sanıyordu. Oysa üç arkadaş odaya kapanmış, kadının tattırdığı zevkten söz ediyor, kendilerinden geçiyorlardı” (Çapkın…) Gerçek dram Giovanni’nin saplantısı öğrenildiği zaman ortaya çıkar. Kardeşlerin durağanlığında büyük bir yankı uyandırır: “Oysa bu adamın yaşamı baştan başa kadınla doluydu. Bu üç kardeş Josafat vadisinde, uzun öğle saatlerinde Giovanni’nin ne düşündüğü ve arkadaşlarıyla nelerden söz ettiğini ve onun dükkânda amcasına ve kuzenlerine sadece bakışlarıyla yardım etmekle kaldığını öğrenince, lütfedip de kendileriyle şakalaşan hocalarına bakışlarını çeviren üç kız öğrenci gibi, bu zavallı kadınlar Tanrı’ya yönelirler: Ama nasıl olur? Giovanni mi? Ciddi, uslu, saygın Giovanni” (Çapkın ... ). Daha değişik erosal deneyimlere açılmak için üç arkadaşPercolla, Muscara, Scannapiccoİtalya’nın değişik yörelerine doğru yolculuğa çıkarlar. Bu güneyli gençler büyük kentlerde beklemedikleri kadar özgür aşk maceraları yaşamak olanağını bulurlar. Ancak o dural ortamın tutuculuğunda kadına ilişkin imgelerin doğurduğu coşku yoktur artık. Somut deneyimlerin hazırladığı yüzeysel ve hızlı ilişkiler giderek artan zevksizlik yaratır. Sevgi bu gençler için artık günah duygusundan koparılmaz bir kavramdır; sevmek bir yasayı çiğnemek, bir ahlak anlayışına karşı koymak anlamına gelir. Bu nedenle bir çıkar karşılığında sağlanan aşk deneyimleri daha da doyurucudur onlar için. Ne var ki hiçbir ilişki, düşleriyle dile getirdikleri aşk imgesinin yarattığı zevk kadar doyurucu olmaz. Ve ilk kez bir başka deneyimle karşı karşıya kalırlar: Her şeyin Sicilya’ya göre çok değişik olduğunu algılar ve İtalyanlarla iletişim kurmanın olanaksızlığına inanırlar. Zihniyet farkından doğan bu kopukluğun giderilmesinin, üstesinden gelinemeyecek etkenlere bağlı olduğunu kavrarlar. Bu aşamada kuzey ile güney arasındaki çelişki belirginleşir. Bu çelişki iki yöre arasındaki toplumsal yaşam farkından doğan çelişkidir. Ama dönüşlerinde gene de bir çeşit özlemle o yerleri anımsar ve yeniden oralara dönmek isterler. Brancati dışsal dürtüler aracılığıyla kullandığı malzemeyi roman ölçütlerine aktarmayı başardığı ölçüde güncenin dar sınırlarını zorlar ve yalnız başına anlatıma devingenlik getiremeyeceğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Bu değişken yapının uygulanışındaki amaç gözükebileni yalın değişkenliğinde ve karmaşasında yakalamayı önleyecek birden fazla kalınlıkta oluşan bir yapıyı ortadan kaldırmaktır. il Bell’Antonio (Güzel Antonio) ruhsal irdelemelerle toplumsal görüş açılarının iç içe yoğrulduğu bir bütündür. Romanın başlıca iki izleğinden biri, erosallık, diğeri de siyasadır. Bu iki ana izlekte kişilerin bireysel dünyasında, toplumsal yaşamda yarattığı sonuçları nesnel bir yargıyla gözlemleyen yazarın ahlakçı anlayışı vardır. Bölgesel yaşamın kişilerde yarattığı hırs duygusu, düş kırıklığı ve tüm bu devingenliğe ya da durağanlığa zemin hazırlayan Sicilya gerçeği ve alaysama, yergi ustalarına olan çağrışımlar romanın özünü oluşturmaktadır. Garip ve bir ölçüde hoşa gidici olaylardan kaynaklanan anıları farklı bir gerçek üzerinde filizlenirken, yalanlarla donatılmaktadır. Ne var ki çoğu zaman anlaşamayan bu üç arkadaş yaşadıkları sözde maceraların en ufak ayrıntısını anımsamaktan ortak bir zevk duyarlar. Ama birdenbire Giovanni için her şey değişir. Ninetta ile karşılaşır ve yaşamı apayrı bir anlam kazanır. Giovanni âşık olmuştur. O günden sonra arkadaşları ile olan ilişkisini koparır; kardeşlerini terk eder. Olağanüstü bir değişme ile Giovanni aşkı kaba çizgileriyle düşünmekten vazgeçer. Ninetta aracılığıyla yarattığı düş dünyasının sürekliliğinde en akman duyguların sığınağını yaratır. Düşüncesinden bile irkildiği evliliği Ninetta ile gerçekleştirir. Ve Milano’ya yerleşir. Anlatım, beklenmedik bir etkileşimle ortam ve kahramanın bütünleşmesinden doğan canlı bir ritim içinde devinen tipler aracılığıyla gelişir. Evli çiftin Milano’ya yerleşmesiyle bu etkileşim kaybolur. Ancak Sicilya’nın Giovanni’nin özlem dünyasında sık sık belirmesiyle daha yoğun bir biçimde yeniden beliren bu etkileşim sayesinde roman örgüsünde elle tutulur bir bütünsellik göze çarpar. Baş döndürücü etkinlik Percolla’yı sarsar. Ancak bu devingenliğe ayak uydurmak zorunluluğu vardır: Giovanni bu deneyiminden sonra yeniden eski yuvasına, eski alışkanlıklarına ve geride bıraktığı çekimser, yalnız yaşamına döner. KÜÇÜK ÇIKARLAR PEŞİNDE.. Percolla’yı Sicilya’ya dönmeye iten nedenlerin başında, daha önce sözünü ettiğimiz çelişkiler yanında, Sicilya’nın küçük kentsoylu sınıfının kendine özgü yaşam felsefesi gelir. Toplumsal ülkülerden soyutlanmış dural, çatışmasız bir yaşam özlemi. Siyasal devingenlikte salt kendi küçük çıkarlarının peşinde olan bu sınıfın yaşam çizgisinde erosallık, durağanlık ve şehvet arzusundan doğan zevk üzerine kurulu özel yaşamın umulan en yüce ülküsüdür. Etkin bir yaşamda aradığı huzuru bulamayan güneyli gençlerin “idil”e dönmesi zorunludur. Bu nedenle bu dönüş, kimilerinin savunduğu gibi, köklü toplumsal dengesizliğin yarattığı bunalımlardan ötürü olmamıştır. Biz ne Percolla’da ne de Antonio’da (Güzel Antonio) toplumsal gerilime karşı herhangi bir duyarlılık gözleyebildik. Aksine ikisi de çiğnenen insan haklarına karşı tamamen kayıtsız ve duyarsızdır. “Çapkınlık” tutkusu bu tiplerin tüm gücünü özümlemiş, geri kalmış bir toplumda yararlı olabilecek tüm etkinliklerini sınırlamıştır. Yazarın yaratmak istediği bu tipler Sicilya gençliğinin somut örnekleridir. Bu konumuna bakıldığında romanda bölgesel bir nitelik sezinlemek güç değil. Sürekli Sicilyalı bir tipin etrafında dönen olaylar zincirinin varlığı, yörenin geleneksel töre ve uygulamalarını açığa çıkarma kaygısı ve gene yazarın soydaşlarına dönük yergi ve alaysama unsurlarının bolluğu okurun bu izlenimi edinmesini kolaylaştırır. Ancak kimi eleştirmenlerin de (15) belirttiği gibi bu roman ekonomik, toplumsal, ahlaksal bir bunalımın sonuçlarını en sarsıntılı bölgelerde yakalamaya çalışan bir roman türüdür. Yazarın Sicilya’nın toplumsal yapısını anlatımdaki ustalığı ve yörenin geleneksel alışkanlıklarını sergileyişinde gösterdiği beceri yadsınamaz. Örneğin, “çapkınlık” öğesini işleyişindeki beceri. Güldürü ile birlikte sunulan bu öğe Güneyliye özgü en canlı ve en belirgin örneğini tüm öykü boyunca sergilerken, giderek artan bir gerilim ile okuru sarsar, bu kez Güneylinin sefaletini vurgulamaya dönük dramatik öğe gölgeışık oyunuyla belirginleşir. Ve yazarın soydaşlarına duyduğu acıma duygusunu ortaya koyar. Böylesine ustaca işlenmiş bir tezgâhta yazarın ahlak anlayışı ve tiplerinin konumundan kaynaklanan mizah duygusu birbirine egemen olmadan fırsat eşitliğinden yararlanarak sahnelenmek olanağını bulur. Ancak bu yapıt çağdaş yazındaki yerini yazarın bu eğlendirici, düşündürücü öğeden hareket ederek, özellikle ekin adına, o günkü siyasal sisteme karşı takındığı başkaldıran tavrına borçludur. Bireylerde, daha geniş anlamda, toplumda yaratmış olduğu bu bunalımdan, bu dengesizlikten ötürü Brancati yapıtını siyasal sisteme bir protesto, bir direniş ve başkaldırı örneği olsun diye yazmıştır, kanımızca. Gerçekte yazar bu yapıtıyla gençlik yıllarının bunalımından tümden sıyrıldığını ve akılcı, nesnel ölçüler içinde toplumu gözlemlemeye koyulduğunu göstermiştir. Brancati bu yapıtıyla özellikle “siyasal sistemin D’Annunzio’ya özgü diline, faşizmin alkış tutulan gizemciliğine, erosal ahlak anlayışının ikiyüzlülüğüne, diktatörlüğe hayır diyordu” (16). Kimileri (17), Brancati’nin, bu yapıtıyla bölgesinin tarihini vermeye kalkışmadığını ve vermediğini, ancak yalnızca o bölgeyi masallaştırdığını ve Sicilyalının zaman ve tarih ötesinde kalan mitolojisini verdiğini savunarak, sunulan Sicilya’nın güldürü özlem çizgisinde kalan gerçekdışı, salt varsayıma dayalı bir Sicilya olduğunu iddia eder. Bu savla gerçek Brancati yadsınmaktadır: Yazar olarak, insan olarak geçirdiği evrimi tanımamak, ayrıca içinde kıvrandığı bunalımı tek boyutlu olarak değerlendirmek demektir. Brancati küçük bir yazardır. Ama kendine göre özellikleri ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 957
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle