20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN “Yaralı Zaman” Y azı ödevi veren öğretmen; nasıl bir başlangıçla yazıya girişileceğini, nasıl geliştirilip sonuçlandırılacağını anlatarak, kolay uygulanmasını düşündüğü, basmakalıp bir örnek de gösterir. Öğrenci, çocukluğundan bir anıyı mı, dinlencede geçen yaz günlerini mi anlatacak, özgür bir anlatım olanağı bulamaz. Bir örnek yazılarda biçem özelliği de oluşmaz. Dar konulara koşullanmış bir öğrenciden soyut bir kavramı yorumlamasını bekleyemezsiniz. Sınırlı bir konuya değişik açılardan bakmak da kolay değildir. lidir? Biz o insanı tanıyor muyuz? Hele içine kapanmış Doğu insanını tanımak kolay olacak mı? Oradaki acımasız doğa yurt edindiğimiz yerin sınırlarını belirsizleştiriyor. Yol bitmek bilmiyor. Bakışlarımızı yoran bir dağ dikiliyor önümüze. Daha da önemlisi, günü belli bir zamana sığdırmak olanağı yok. Zaman içinde zaman var. Hele “Yaralı Zaman” sınırsız bir zaman içine gömülmüştür. FOTOĞRAFLA YAZININ ÖRTÜŞMESİ “Kimse” ile “O”nun yazıldığı yıllardan bir on yıl daha gerilere gidilirse, “Şemdinli 1965 Fotografları”nda, Muzaffer İlhan Erdost‘un saptadığı o yalnızlığın, Ferit Edgü’nün “Yaralı Zaman”ıyla örtüştüğünü görmek, kar karanlığındaki gizemi anlamayı kolaylaştırıyor. Kar karanlığı yolları kapatmıştır. Ferit Edgü Manyetolu telefonla konuşmak koyaşamayı sevmez.” lay değildir. Arkadaşlar birbirdine tel çeDağdan taştan kopmuş gibi, bir insan ker. seli halinde gelen sığınmacılar ölülerini Yedek Subay Muzaffer İlhan Erdost yolda gömüyor. kendini yeme içmeye vererek yalnızlığını “İki elini yana açıyor yanımdaki yüzbayeneceğini ummaktadır. Ama asıl şişşı. Buraları bu kadar insanı barındıramaz manlığını yenmek için “zayıflama rejimi” ki, diyor. Sınırı aç, dediler açtık. Açmauygulaması gerekecektir. Arkadaşının tel saydık ne olacaktı ki? Gene geleceklerdi. yazısı gecikmez: “Rejimde başarılar!” Başka nereye gidebilirler ki?” Tam da o sıralar Erdost’un Ankara’ya Bombalar altında, ölümün kol gezdiği ataması çıkar. Ama güvenlik güçlerinin yerlerden göçen bir sığınmacı Vahap’tan eline geçen “Rejimde başarılar” tel yazısı bir sigara alır. Vahap bu adamı tanır mı? kuşku uyandırdığı için, onu Aydın‘a gön“Amcam olur, diyor Vahap. Bin amderirler. camdan biri.” Gülünesi durumlar acınası durumlara Kuzey Irak’ta “Mam Celal” derlermiş dönüşebilirdi. Günümüze doğru bu acı Talabani‘ye. Bu insanların bu kadar çok gülüşler çoğalıyor. O yaralı yurtta zaman amcası var da, neden bir arada yaşamayı belirsizleşiyor. sevmezler? Muzaffer İlhan Erdost “Şemdinli RöDağın bu yanına kaçanlar hayvanlarını portajı”nda (Sol Yayınları 1987) ağasında getiriyorlar. Çoğu, yollarda telef oluyor dan kuluna, o yaralı yurdun insan coğrafhayvanların. Yaralı hayvanları kesip pişiriyasını anlatır. yorlar. “Şemdinli 1965 Fotoğrafları”, o sürme Yolda doğuranlar oluyor. “Kısmet dagöz insanların yalnızlığını “Yaralı Zağın bu yakasında doğurmakmış.” Çocuman”a taşır. Fotoğraflardaki kız çocuğuğun adını Ferman koyuyorlar. nun üzgünlüğünde, dağlardan ağasının Dağları aşanlar nereye yerleşeceklerigeleceğini uman Maral‘ın beklentisi de nin şaşkınlığı içindedir. Geride sevdikleri var. vardır. Onlar bu göçü göze alamamışlarSIĞINMACILAR dır. “Yaralı Zaman”, dağın öte yüzünden Bir köylü, yazara yaklaşıyor: bu yana göçen insanların yazgısını anlatı“Bir mektup da benim için yazar mısın yor. bey, diyor. İnsanlar bir sınır çiziyor ama, bakışları Yazarım, diyorum. De bakalım. yoran dağ o sınırı bozuyor. Av avlamak Yaz öyleyse, diyor. Onu hiç unutmadıolanaksızdır o dağda. Av hayvanları orğımı yaz. Düşlerimden çıkmadığını yaz. manda olur. Taşlar, kayalar dağ ormanı Yazdın mı?” sayılabilir mi? Sığınmacıların dağlardan geçmesi koDURAN ZAMAN lay değil. Yarı yolda ölenler oluyor. NereZaman görecedir. ye yerleşecekleri bilinmiyor. Hele “Yaralı Zaman”ı ölçmenin olanağı Yazar, kılavuzu Vahap’la dolaşıyor orayoktur. ları: Karmaşık olayların akışında duran za“Darmadağınık yerleşim bölgelerinden manı anlatıyor Ferit Edgü: geçiyoruz. “Öyle günler vardır ki, hiç bitmez, deUzakta, kayaların arasında yitmiş köymişti Vahap.” ler, mezralar, kömler. İnsan hızla geçen günlerin ayrımına vaBirbirleriyle hiç ilişkileri yok gibi.” ramıyor da, daha çok, geçmeyen zamanı Bu dağınıklık neden? yaşıyor. “Buranın insanı, diyor Vahap, bir arada “Daha çok bitmek bilmeyen günleri, geceleri yaşadım. Gerçeğin kendi olan sanrılar, karabasanlarla dolu geceleri.” Gecelerin süresi yoktur. “Zamanı kimse kimseye anlatamaz.” Gecenin içinde bir kadın sesi. Yeni yakılmış bir ağıt. “Türküden çok bir inilti, bir yakınma.” Karanlığı katılaştıran, geceyi çoğaltan bir ağıt. Gece. Onlar baba ocağına mı döndüler? Bu yaralı yurda sığınmak mı onların yazgısı? “Sonra, yaşlı bir kadın sesi, yaşıyoruz ya, diyor, sen ona şükret.” (Erdost‘un fotoğraflarında da o yaşlı kadın var). Yaşamaya katlanmakla yetinen insanın, eline tüfek geçince, cehenneme girmiş gibi, çevresini kana bulamasındaki çelişkiyi anlamak olanağı yok: “Yalnız öldürüyorlardı. Kimi öldürdüklerini bilmeden. Yalnızca öldürmek için. Dağlardaki kar kana dönüştü. Zap kıpkızıl akmaya başladı. Görenlerin gözü kör oldu. Duyanların kulağı sağır oldu. Anlatanların dili tutuldu.” ANLATININ ŞİİRSEL GÜCÜ O dağlar, o acımasız doğa insanı değiştirir. Dağların görkemi insandaki av tutkusunu depreştirir. Belki de kurt sürüsünden kurtulmayı, bir duman gibi uçuruma ağmakta bulan geyiğin, göğe açılan gözleri depreştirmiştir o av tutkusunu. Eline tüfek alan insanın kişiliği yozlaşıyor mu? Zap’tan ağ dolusu insan ölüsü çeken balıkçı düşlerimizi mi ele geçirmişti, bu bir sanrı mıydı? Şeyh Efendi‘nin düş yorumu Nâzım Hikmet‘in şiirini anımsatıyor: “Son yanmazsan/ben yanmazsam nasıl çıkar/karanlıklar/aydınlığa?” Muzaffer İlhan Erdost’un “Şemdinli Fotoğrafları” bir sesin görüntüsünü gösteremez. Kendine yatak arayan suyun sesini de duyuramaz. Ölen insanların ruhunu, yitik bir zamanın anısını da fotoğrafa çekemeyiz. Ferit Edgü bu olmazları anlatıyor. O dağınık insanlar, yatağını arayan su gibi yaşamaya tutunmaya çalışıyorlar. Ferit Edgü’nün eksiltilmiş anlatısı, düşlem gücümüzde, bir karabasan gibi, zamansızlığa doğru çoğalıyor. O zamansızlıkta yağmur mevsimi yoktur. Ölüm, öldürüm, korku, yangın, göç mevsimleri vardır. Kesin gerçek ölümdür ama onun da zamanı yoktur. Sözü yerinde kesmesini bilmeyen yazar için Ferit Edgü’nün “Doğu Üçlemesi”nden nice ırmak romanlar çıkar. Ama o, “Yaralı Zaman”da, gerçek anlatının şiir inceliği taşıdığını da göstermiştir. Bir kez okumakla “Yaralı Zaman”ın gizlerine varamayız. Yeniden, bir kez daha okumak, her okuyuşta yeni bir derinliğe ulaşmak gerekecektir. İyisi mi, sona doğru, o insanları şiirli bir incelikle anlatan “özet”le sözü Ferit Edgü’ye bırakalım: “Türkü söylemeyi seviyorlar. Silah kullanmayı. Bol yağlı pirinç pilavını. Kilim dokumayı. Çocuk doğurmayı. Otlu peyniri. Bahar güneşini. Yıldızlara bakmayı. Ata binmeyi. Erkek kadın kış günleri sürme çekmeyi. Ağaçlardan, kavağı. Hayvanlardan, tavşanı. Köpeklerle birlikte yaşıyorlar, köpekleri sevmiyorlar. Dağda ateş yakmayı seviyorlar. Özellikle geceleriSusmayı seviyorlar, sessizliği. Yağan karın sesini ve rengini seyrediyorlar.” ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Oysa Ferit Edgü, Raymond Queneau‘nun “Üslüp Alıştırmaları” kitabından yola çıkarak, “İstanbul’da kepenk kapatma” gibi somut bir eylemin 101 çeşitlemesi olabileceğini göstermiştir (Yazmak Eylemi. Bir Toplumsal/Sosyal Olay Üzerine 101 Çeşitleme, Ada Yayınları, 1980). Güncel bir olayı düşünürsek, “Gözaltına Alınanlar” diye bir yazı denemesine girişilse, kim bilir kaç türlü çeşitlemeyle gerçeğin dışına düşeceğiz! Önünde sonunda her yazı bir anlatıdır. Zorlamalı bir düzence yazıyı dağıtabilir. Dağınık bir yazı, denemenin hoşgörüsüyle, kendine çekidüzen verebilir. Yeter ki yazarın kendine özgü bir biçemi olsun. Eskilerin dediği gibi; “Kalem erbabı”, “kuvvei kalemiye sahibi” gibi biçem ustası olmak, yılların birikimiyle kazanılacak bir hünerdir. “Kalem erbabı” yazıya hangi yoldan gireceğini bilir. Hele Ferit Edgü‘de görüldüğü gibi, gerçekle düşün iç içe yaşadığı bir anlatıyı yazmak ustalık ister. OTUZ YIL SONRA DOĞU “Yaralı Zaman”, Ferit Edgü’nün “Doğu Üçlemesi” diye yorumlayabileceğimiz uzun anlatısının son kitabı. “Bir Doğu Yolculuğundan Notlar” diye nitelediği bu anlatı, eksiltilmiş bir dille, o eski yalnızlık kumaşını dokuyor (Yaralı Zaman, Bir Doğu Yolculuğundan Notlar, Anlatı, Can Yayınları, 2007). O eski yalnızlık; “Kimse”de, Pirkanis adlı on üç hanelik bir dağ köyündeki öğretmenin yazgısından, gene aynı köyde “O”nun, yaşamanın anlamsızlığıyla giriştiği savaşımdır. Acımasız doğayı, insanların birbirinden kopukluğunu, iletişim kuramayışını, o uzak coğrafyada unutuluşunu yazgı olarak kabullenmek yanlışına mı düşeceğiz? Otuz yıl önceki gerçekler değişmedi mi? Yeni gerçeklerle mi yüzyüzeyiz? Yaşanan ortamın boyutlarını biliyor muyuz? Zamanın gizlerini çözebildik mi? Şu bilinmeyen insanı nasıl tanıyacağız? Ferit Edgü anlatıya Seferis‘in dizeleriyle başlamış: “Yaralı gövde, yaralı yurt Yarılı zaman” Acı, insana bilgece bir kişilik kazandırabilir. Kendinde çoğalan insan sınırsız bir güç oluşturabilir. Yunus Emre‘nin dizesini anımsayalım: “Bir ben vardır bende bende içeri.” İnsanı gerçek kişiliğine kavuşturan kaç türlü “ben” var? İnsan hangi “ben”de gizSAYFA 30 MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 947
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle