Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Rudolf Arnheim’den ‘Görsel Düşünme’... Bir görsel düşünme alanı olarak sanatı, görselliğin bütün olası bağıntıları içinde ele almak, onun yapısı ve doğası gereğidir. Sanatsal kavramları kullanarak yoruma gitmeye öncelik tanıyan bu yöntemden çok, günümüzde sözel kavramlar temelinde zihinsel düşünme ön plandadır. Görülebilen resim, sözel ifadeden daha fazla betim (tasvir) öğesi içerdiğinden, sanat üzerine bu tür düşünme yaygındır. Özellikle sanat eğitiminde zihinsel düşünme yöntemiyle yapıt analizlerine girişmek, bunun karşıtı olarak algılanan görsel düşünmenin ihmal edilmesine yol açmış, buradan da birtakım tipolojik ve kırılmaz kurallar ortaya çıkmıştır. Algı psikolojisi üzerindeki çalışmalarıyla tanınan sanat ve film kuramcısı Alman asıllı Rudolf Arnheim (19042007) özgün adı “Visual Thinking” olan ve ilk basımı 1997’de yapılan “Görsel Düşünme”(*) adlı kitabının önsözünde, bu kitabın sanat üzerine daha önce yapılmış çalışmalardan uzak olduğuna değiniyor, görsel algıyı bilişsel bir faaliyet olarak ele almaktan kaynaklanan söz konusu farklılığın, 18. yy felsefesini “aisthesis”ten estetiğe taşıyan tarihsel gelişmeleri tersine çevirmek iddiası içerdiğini belirtiyor. düşünmenin, dolayısıyla da bilişselliğin (“cognitive”) ortak süreçleri içerdiği yolundaki iddia, ister istemez görsel algıda “zekâ”nın işlevine kuşku düşürmektedir. Burada etkin algı ile edilgin algı ayrımına değiniliyor. Düşünme, işlenmemiş ham algı verilerini kavramlara dönüştürdüğü andan itibaren bilişsel malzeme de algısal olmaktan çıkmaktadır. Düşünceler, gördüklerimizi etkiler çünkü. Görme ve işitme, zekâyı kullanmakta en mükemmel ortamlardır yazara göre. Koku ve tatlarla düşünmek ise pek mümkün değildir. Zihnin düşünebilmesi için görsel algı zorunludur. Duyular, bütün olarak salt bilme yetisi araçları değildir; algı, amaçlı ve seçicidir çünkü. Bu noktada yazar, bütün ölümlülerde ortak olan görmenin gözlere yansıyan imgelerden mi, yoksa görüş nesnesine gönderilen ışıklardan mı kaynaklandığı sorusunun yanıtsız olduğunu vurgular. Etkin seçicilik, gözün temel bir işlevi olduğuna göre seçim de çevredeki değişmelere yönelik olacaktır. ÖRNEKLEMELER Algı ve bilişsellik konusunda hedefe sabitlenme, derinliği ayrımsama, şekil örüntülerini fark etme, algı süreci gibi ikincil sorunlar üzerine yorumlardan örneklemelere geçiyor yazar burada. Örneğin kısmen gizlenmiş şekillerin kavranması ve algının tamamlanması üzerinde duruyor. Sanat yapıtlarında görme duyusunu örgütleme gücünün nasıl üst düzeyde tutulacağına ilişkin yorumlarında, sanat yapıtının ilk bakışta algılanamayacağı gerçeğine değiniyor. Varılan sonuç açıktır: Görsel algı, uyarıcı malzemenin (yapıtın) edilgin bir kaydı değildir, aksine, zihnin etken bir faaliyetidir. Gözlem altındaki nesne, bağlamından soyutlanmalıdır bu aşamada. Yazar görsel bilişimle ilgili yorumlarında, izlenimci ve simgeci ressamların nesne algılarıyla ilgili farklı tutumlarına sık sık göndermede bulunuyor. Nesne gözleminde uzaklık ve yakınlık ya da görüş açısındaki değişiklik üzerinde durarak çarpıtma (deformasyon) ve soyutlama olgularına açıklık getiriyor. Arnheim, bu tür yaklaşımlarında deneysel olgulara öncelik vermekte ve şiirdeki uyaklara benzer “plastik uyaklar”ın varlıklarına değinmektedir. Yazara göre Picasso, resimde bu tür ses benzerliklerini keşfeden izleyicinin, resimdeki bağlantıları daha iyi görebileceğine işaret etmektedir. Örneklemelerini sürdürüyor yazar. Paralel çizgiler ve simetrik biçimlerde, görsel algının ne gibi yanılsamaları içinde barındırdığı sorunu üzerinde çizimsel örneklere dayalı açıklamalar yapıyor. Benzerlikler sorununa değinirken, insan beyni ile makinenin (bilgisayar) benzeşim problemlerini çözerken kullandıkları yöntemleri karşılaştırıyor. Bellek ile algı arasındaki ilişkiler, kitabın ayrı bir bölümünde ele alınıyor. Geçmiş deneyimlerin algı üzerindeki etkileri (Dorian Gray’in portresi) algının sorgusunu gerektirir: “Algı verisi ile bellek normu arasındaki görsel sürekliliğin her kopuşu, ikisini bağlayan dinamikleri de kesintiye uğratır”. Bellek tortuları ile doğrudan algı arasındaki ilişkiler konusunu “düşüncenin imgeleri” ana başlığı altında detaylandırıyor. Zi ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 947 Görsel düşünmenin boyutları El Greco, ‘Spolliation of Christ’, Toledo. Ë Kaya ÖZSEZGİN lgılama ile düşünmenin iç içe geçtiği bir süreç, bir akıl yürütme biçimi üzerine kuruluydu Rudolf Arnheim’in ilk çalışmaları. Her tür sanat yapıtı, yazarın önceki yorumuna göre, duyularla düşünme amacına yönelikti. Oysa algı ve düşüncedeki bu birliğin sadece sanatlara özgü olmadığı bugün kanıtlanmış bulunuyor. Algı, özellikle de görme duyusu incelendiğinde, bunun, düşünme psikolojisinin tanımladığı işlemlerle “aynı” olduğunu görmüştür yazar. Görüntü verilerini toplayan ve kaydeden, görme duyusudur. Beyin için gerekli verileri toplar bu duyumuz. Yazara göre, “insani bilme yetisi”nin en etken organı görme duyusudur. Kitabını da bu duyunun etkenliğiyle sınırlı tutmasının nedeni budur. Schopenhauer’ın tezinden yola çıkmaktadır: “Akıl yürütme, dişil bir doğaya sahiptir.” Bu eyleme yol açan ise görme duyusudur. “Tikel içinde genele ulaşmak” yani ayrıntıda bütüne gitme yöntemi, bizim doğa bilimlerinde öğrendiğimiz yönteme uymaz. Ne var ki yazarın kitabında uyguladığı şey budur. Duyu malzemesi olmasaydı, zihnin düşünmesini sağlamak da mümkün olmazdı. Duyumcu A felsefeciler, daha önce duyularda olmayan şeyin, zihinde de bulunmayacağını öne sürmekte hakları vardı. Ancak onlar bile algı verilerinin toplanmasını gerekli ama ikincil bir şey olarak görmüşlerdi. Akılcılar, ortaçağ düşünürlerinden, duyu verilerinin karmaşık olduğu, dolayısıyla onları netleştirmek için akıl yürütmenin şart olduğu görüşünü devralmışlardı. Platon, sanatlar içinde müziğe, erişim alanının ötesinde bir yer açıyor, resim sanatına ise ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini öne sürüyordu. GÖRSEL ALGI VE ZEK Algı ile düşünme arasındaki ayrım, bugün de sürmektedir. Sanatlar, algıya dayandıkları için ihmal edilmekte, algı ise düşünmeyi içermediği varsayımıyla küçük görülmektedir bugün yazara göre. Böylece de güzel sanatların algısal bileşeni güçlendiren en kuvvetli araçlar oldukları fark edilmemektedir. Uzakdoğulu düşünürlere baktığımızda, Pytagorasçı filozofların göksel ve yersel dünya olarak tasarımladıkları iki evren düşüncesinin bir uzantısı egemendi onlarda: YinYang okuluna mensup Çinli düşünürler de yeryüzünü ve gökyüzünü yöneten kozmik kuvvetlerin karşılıklı etkileşimlerini öne çıkarıyor ve bu etkileşimin duyular dünyasına egemen olduğu tezini savunuyorlardı. Yazara göre, örneğin suya daldırılmış sopanın kırık görünmesi ya da uzaktaki bir nesnenin küçük olarak algılanmasında olduğu gibi, algı da yanıltıcı olabil Görsel düşünmenin doğası ve içeriği konusu üzerinde düşünmek isteyenler ve özellikle de sanat eğitimcileri için vazgeçilmez bir kaynak özelliği gösteriyor Arnhcim’in kitabı. mektedir. Bütün bu ve benzeri olgular, duyuların güvenilmezliği için birer kanıt idi. Grek filozofları ise algılama ile akıl yürütme arasındaki ikili karşıtlığı kavramışlardı, o nedenle de algıya güvenmiyorlardı. Ama gene de “doğrudan görü”nün yani algının, bilgelik için “ilk ve nihai kaynak” olduğunun farkındaydılar. Ruhun, bir imge olmadan asla düşünemediğini biliyorlardı. Görsel algı ve zekâ arasındaki ilişki, yazarın sorguladığı temel problemlerden biri olarak, kitapta iki bölüm halinde yer almaktadır. Görsel algı ile görsel SAYFA 24