20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ hinsel imgelerin neye benzediği, imgeler olmadan düşünmenin mümkün olup olmadığı, “tikel ve cinssel imgeler”, “görsel imalar” ve “ani pırıltılar”, bir imgenin ne kadar “soyut” olabileceği gibi sorunlar, bu bölümde ele alınmaktadır. Bellek deneylerinde sık sık çizimlere başvurulması, konunun gereğidir; yazar da her çizimin bir “denek” olduğu bu geleneğe uymaktadır. ‘ÖZGÜL’ BİLGİ İmgelerin yapısallığıyla ilgili olarak, bir imgenin “özgüllüğü”nün, onu anlaması beklenen kişinin aynı ölçüde “özgül” bilgiye sahip olmasını gerektirdiğinin ilke olarak altı çizilmektedir ki, özellikle algı estetiği açısından bu ilkenin önemi tartışılmazdır. Bu gerçek, kişinin bağlı olduğu kültürel çevre ile imge kavrayışı arasında doğal bir ilişki bulunduğu gerçeğiyle de örtüşmektedir. Kitabın bu bölümü, bilişsel algılama yoluyla çağdaş grafik “logo”ların yorumu üzerinde yeniden düşünmeye yönlendirmektedir okuru. Modern resim sanatının temel sorunlarından biri olan soyutlama konusundaki bölüm (“soyutlama ne değildir?”) ve onu izleyen bölüm (“soyutlama nedir?”) algı ile soyutluk kapsamında ilginç yorumlar içermekte. Bu konuda “yanıltıcı kavrayışlar”ın da varlığını göz önünde tutarak, olmayana ergi yöntemini deniyor önce yazar. Locke, bir nesneyi kendisinden soyutlamak için, belli nesnelerden edinilmiş belli fikirleri alıp onları “zaman ya da başka fikirler gibi bütün varoluşlardan ve gerçek varoluş koşullarından ayırmak gerektiğine işaret etmişti. Bu ise böyle bir yetiye sahip olan insanı hayvandan ayırıcı temel özelliklerden biridir yazara göre. Yazar, fiziksel olana somut, zihinsel olana soyut demenin yanıltıcı olduğuna değinmektedir burada. Bu türden basit ayrımlar, ontolojik bir karmaşıklığı içerir çünkü. Oysa bu terimler, karşıt anlamlı sözcükler değildir ve her zaman birbirine dönüşebilirler. (Arnheim bu aşamada, Bergson’un “algının tek tek durumların kaydıyla sınırlı olduğu” tezine karşı çıkmaktadır.) Soyutlamada öncelik, “genellik” ilkesine bağlıdır yazara göre. Soyutlama kavramı ise gene yazara göre, tipler ile kapsayıcı kavramlar arasında uzlaşmayı gerektiren “pratik bir zorunluluk” değildir. (Örneğin en tipik kübist, en büyük kübist değildir.) Soyutlama eylemi, bir genelleme edimini gerektirmez. Aksine, algı verileri, başlangıcından itibaren genellikleri içermektedir zaten. Bu ilk algısal kavramların tedricen farklılaşmaları sayesinde düşünce, “incelme”ye başlar. Saf şekiller aracılığıyla düşünmenin en tipik göstergesi olan rakamlar üzerinde de duruyor yazar. Rakamlar hayatı yansıtırlar çünkü. Ayrıca sanatsal kompozisyonlarda sayılar “keyfi” değildirler ve zihnin geç bir kazanımına işaret ederler. Aynı zamanda da hem görsel, hem işitsel, hem de bir ölçüde dokunsal “kendilikler”i gösterirler. Bu nicelikler dünyası, Pythagoras’tan bu yana, bilimin ve sanatın ilgi alanları içinde yer alırlar. Euclid’in geometrisi için de aynı şeyler geçerlidir. RASTLANTISAL İLİŞKİ... Arnheim, kitabının sonuna doğru sözcüklerle imgelerin bağlantısından söz ederken ressam Braque’ın bir sözüne değiniyor: Fincanın yanındaki bir kahve kaşığını ayakkabı ile topuk arasına yerleştirdiğinizde, kaşık derhal farklı bir işlev kazanacak ve bir ayakkabı çekeceğine dönüşecektir. Demek ki sözcüklerle imgeler arasında görece, aynı zamanda rastlantısal bir ilişki söz konusudur. (Burada Magritte’in ünlü tablosu “Bu bir pipo değildir”i anımsamanın tam zamanıdır.) Buradan hareketle dilin, pratik ihtiyaçlar için üretilmiş ve işlevsel kategorilere göre uyumlandırılmış olduğu sonucuna varmaktadır yazar. Örneğin, bir resim öğretmeninin öğrencilerine aletlerden çok, “şekiller” gördürmeyi amaçlaması ve söylemsel dilin etkisini azaltmaya çalışması bundandır. Görülebilir resmin sözel ifadeden daha fazla “betim” öğesi içeriyor olmasını da bu yolla açıklayabilmekteyiz. Sanat ile düşünce arasındaki bağı irdelerken çocuk resimleri üzerinde duruyor yazar, yaş kategorilerine göre karşılaştırmalar yapıyor. Rudolf Arnheim, görsel algıyla düşüncenin birliğini yeniden kurmaya çalıştığı kitabının sonunda, eğitimde “görme” sorunu üzerinde durmakta, sanat konusundaki bilişselliğin ve onun hizmet ettiği diğer amaçların bu temel bilişsel işleve dayandığını göstermeye çalışmaktadır. Sonuç olarak sanat, sanat yapıtlarından ibaret değildir. Sanat yapıtları, birer “önerme”dir. Eğitimcilerin başarısı, bu konuda “sistematik bir görsel duyarlılık eğitimi” almalarını gerektirir. Görsel düşünmenin doğası ve içeriği konusu üzerinde düşünmek isteyenler ve özellikle de sanat eğitimcileri için vazgeçilmez bir kaynak özelliği gösteriyor Arnheim’in kitabı. ? (*) Rudolf Arnheim, “Görsel Düşünme”, Çev. Rahmi Öğdül, Metis Y. Kasım 2007, İstanbul./388 s. SAYFA 25 Albrecht Dürer, kendi portresi, Prado Müzesi. CUMHURİYET KİTAP SAYI 947
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle