Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ Kısa Kısa... Kısa Kısa... Huzursuz Ruhlar samimi sevgiler de yoktur, yerini daha mekanik, insanı ruhundan soyup cisimleştiren ilişkiler, iletişimler almıştır. Hayat bazen insanı içine öyle bir çeker ki, durup olan bitene bakmayı, kendimizi ve çevremizdekileri uzaktan izlemeyi unuturuz. Konulduğu kabın şeklini alan sıvılar gibi, bize biçilen hayatı yaşamaya başlarız. Her şey kontrolümüzdeymiş gibi görünür ama görüntüye aldanmamak gerekir: “Nerelerde miyim? Şurada buradayım. (...) Evde ikili kanepedeyim, işte ikili masadayım. İki kişi bir masada. Bir kişiye yarım masa. Herkes yarım, herkes tek kollu. Bedenler belden yukarı. Masanın altı toz içinde.” Huzursuz Ruhlar’daki karakterlerin bir “huzur” arayışında olduğu da söylenemez. İçinde bulundukları durumların farkındalar ama buna bir çözüm getiremeyecek kadar da bezginler. Mücadeleci yanları, henüz gelişmeden kökünden sökülüp atılmış gibi. Kendinden öncekilerin soluduğu havayı solumaktan kaynaklanıyor belki bu, aynı ekmeği yemekten, aynı ülkede yaşamaktan… Mutlu değiller, nasıl mutlu olunur onu da bilmiyorlar; hatta mutlu olmayı isteyip istemediklerinden bile emin değiller. Önlerine konulan yemeği yeyip, önlerine gelen işi yapıyorlar; zamanı gelince uyuyup, zamanı gelince uyanıyorlar… Reklam yazarlığı yapan Tarkan Barlas, kendisiyle yapılan bir röportajda, insanı tüketime ve yabancılaşmaya iten böyle bir sektörde çalışırken, huzursuzluğa dair öyküler yazmanın bir çelişki oluşturup oluşturmadığı sorusuna şöyle yanıt veriyor: “İnsanın kendiyle olan çelişkisini, sektör olarak ayıramıyorum. Ben pazarlama yapsaydım ya da herhangi bir ürünün geliştirildiği bir yerde mühendis olsaydım da gene bu çarkın parçası olacaktım. Hangi parçası olduğun çok önemli değil. O yüzden o çelişkiyi her çalışan, tüketim toplumunun bir parçası olan herkes hisseder.” Tarkan Barlas, yalın bir anlatımı tercih ediyor yazarken. Fazla süsleme yapmıyor, ama dille oynamayı seviyor. Böylece öykülerine “ritmik” bir hava kattığı söylenebilir. Rahat okunan, sahneleri okurun gözü önünde çizilen öyküler yer alıyor Huzursuz Ruhlar’da. Gençlikle orta yaş arasındaki koridorda yavaş yavaş ilerlemeye başlamış, büyük kentlerde yaşayan pek çok kişinin kendinden rahatlıkla izler bulabileceği anlar sahneliyor yazar. Bu halleri/anları kendisinin de çok iyi bildiği, anlatımdaki samimiyetten anlaşılıyor. Öykünün temel yapıtaşlarından olan “yaşanmışlık”, Barlas’ın öykülerinde yoğun biçimde hissediliyor. Huzursuz Ruhlar, hem akıp giden zamanda durup hayata bakmak, hem de iyi bir yazarla tanışmak için bir fırsat. ? Huzursuz Ruhlar/ Tarkan Barlas/ Everest Yay./ 122 s. SAYFA 29 Tarkan Barlas Ë Elif ERİN üyük şehir insanının tipik hallerinden biridir huzursuzluk. Bütün şehri bir ev, içinde yaşayan insanlarını ise büyük bir ailenin üyeleri gibi düşünürseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Sokaklar gittikçe kalabalıklaşır, inşa edilen apartman daireleri gittikçe küçülürken, artan tüketimi doyurmaya çalışan üretim, makinelerini daha hızlı işletir. Bu da şehirde yaşayan dev aileye yeni bireyler katmaya davetiye çıkarmaktır. Böyle durumlarda insan, silindirin içinde koşturan hayvancağızın nasıl bir ruh hali içinde olduğunu daha iyi anlar. İlk kitabı Lanetli Oda’yla 2006 yılında Everest Yayınları İlk Roman Ödülü’nü alan Tarkan Barlas, yaklaşık bir buçuk yıl sonra ikinci kitabı Huzursuz Ruhlar’la okurla buluştu. Kitabın adı, bu yazının girizgâhını açıklamaya yeter sanıyorum. Çünkü Huzursuz Ruhlar’ın kahramanları bu silindirin içinde hep bir yerlere, bir şeylere yetişmeye çabalayan; yetişebilse de yetişemese de aynı noktada saydığının farkına varan, bunun huzursuzluğunu taşıyan insanlar… Hayatın sıkıntısı karşısında çözümsüz, bundan ötürü de hayli tedirginler… Kitapta yer alan on beş öyküde, kahramanlar birbirlerinin yollarına çıkıyorlar sürekli. Bir öyküde arka planda kalan bir hayatın çıkmazları, bir başka öyküde gözler önüne seriliyor. Önceki kitabı Lanetli Oda’yla Huzursuz Ruhlar’ı karşılaştırdığımızda, Tarkan Barlas’ın gayet yakından tanıdığı bir dünyadan beslendiği anlaşılıyor. Büyük şehirde yaşayan, mesaili bir işi olan, apartmanlarda oturan insanlar bunlar. Mahalle duygusunun yavaş yavaş kaybolduğu, yerini sitelerin, gökdelenlerin, trafik sıkışıklıklarının aldığı bir kent burası… Kitabın ilk öyküsünün başlığı bile yetiyor, kitabın kaynağını oluşturan “huzursuzluğu” anlamaya. İlk öykü “Babaannemi Geri İstiyorum” şu cümleyle açılıyor: “Babaannem kapıyı açıp beni güler yüzle içeri aldığında, korkacak bir şey olmadığını ve asla da olmayacağını düşündüğüm yerdeyim: Eski eşya kokan, sessiz, köşesinde bucağında huzurlu radyo mırıltıları dolaşan bir salonda…” Ama o salon artık yoktur, öyle B CUMHURİYET KİTAP SAYI 947