Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ Temmuzun On Sekizi Ë Ersun ÇIPLAK emal Varol, daha ilk kitabıyla şiirseverlerin dikkatini çeken genç bir şairdir. Özellikle şiirlerindeki ‘Doğu duyarlığı’ ve tarifsiz hüzün, dikkatleri üzerinde toplamasının nedenleri arasında ilk akla gelenlerdir. Ancak onun Yas Yüzükleri ve Kin Divanı, temelde bu kitabından çok büyük farklılıklar göstermiyor olsa da başka bir platformda değerlendirilmelidir. Çünkü Temmuzun On Sekizi ile karşımızda neredeyse İşthar rahibesi nedeniyle mecnuna dönmüş bir ‘Temmuz’ çıkmıştır: “aşk sende/ heves bende kaldı.” (s.11) Ancak şiirlerde dikkat çeken en önemli nokta, Varol’un kendini etkilemiş olan bu aşkı belirli bir mesafeden değerlendirmesidir: “yaktı seni aşk oduna o yanmaz/ dedi elini el eden biri” (s.36) ya da “körümüş gözlerin, boşa mecnun eyledin sen seni” dediler.” (s.40) Bunun bir diğer göstergesi Varol’un kitap boyunca ‘acının yalvacı’ olarak değerlendirilebilecek Bağdatlı Ruhi, Şeyh Galip, Gevheri, Karacaoğlan ve Fuzuli gibi şairlere atıfta bulunmasıdır. Bu bir yandan şairin deneyim ya da yaşantısına belirli bir mesafeden bakabildiğinin göstergesiyse diğer yandan da “Şairler yaşantılarına edepsizce davranır: Sömürürler onları” demiş olan Nietzsche’ye götürmektedir bizi. Aslında hem şairin hem de şiirin ‘ne’liği konusunda dikkate alınması gereken bir yargıdır bu. Öte yandan belki de klasik bir bakış açısından, “şair yaşadığı için mi yazar; yoksa yazdığı için mi yaşar” sorusunu sormaya yönlendirmektedir bizi. Varol’un şiirleri söz konusu olduğunda, bu iki seçenek arasında bir ayrım yapabilmemiz pek de mümkün değildir. İlk kitabı olan Yas Yüzükleri’ndeki dille son kitabı Temmuzun On Sekizi’ndeki dil arasında kayda değer bir farklılık olmadığı hemen görülür. Sadece bir fark üzerinde durulabilir; Yas Yüzükleri, Varol’un daha geniş bir zamanı kapsayan bireysel tarihi değerlendirilmeden okuna K maz. Bunun yanında Temmuz’un On Sekizi ise Varol’un bireysel yakın geçmiş zamanı dikkate alınmadan anlamlandırılamaz. Zaten bunun böyle olduğunu şairin gizlemeye pek de niyeti yoktur. Kitap, “olmadım!/ dağların sabrına sığındığımdan beri/ olduğum yok artık benim.” (s.3) dizeleriyle başlamaktadır. Bu kitaptaki dikkat çekici bir diğer nokta da dizelerin yinelenmesi aracılığıyla zaman akışının sağlanmasıdır. Cahit Külebi’nin sıklıkla ve yetkince kullandığı bir olanaktır bu. Varol da bunu kullanmaktan kaçınmaz ve dizeleri yineler: “oturdum ağladım/ oturdum ağladım.” (s.12); “içimden çok geçirip adını anmadan/ içimden çok geçirip adını anmadan/ içimden çok geçirip adını anmadan:” (s.13) ve “ölüm içtim/ ölüm içtim/ ölüm içtim” (s.14) gibi… Elbette zamanın böylesi vurgulandığı bir yerde zamanın etkilerinden ne kadar istese de soyutlanamaz insan: “sürdükçe zaman/ yemin düşürdüğüm kelimeler de/ döndü sırtını bana.” (s.14) dizeleri bunun işaretidir. Ve “bak hâlâ:/ burada nasibi yokmuş/ diyorlar sana.” (s.15) şairin uzaklığı artık kendini değerlendirebileceği belirli bir gözlem noktasına ulaşmıştır ve bir yerde şiir öyle bir akışa ulaşır ki, artık acı çeken özne pasif durumdan kurtulup, tepki vermeye başlar. Bu noktada ortaya ilk çıkan ‘kin’dir. Bunu bir yerde zamanın, iyileştirici demek ne kadar doğruysa, iyileştirici etkisi olduğu söylenebilir. ‘XVIII’. şiir bu noktadaki duygu durumun işaretini verir. Artık aşk karşıtına kin’e dönüşmüştür: “herkesten bir taş eksiltirken/ ördün mü duvarın?/ onca aşk geçtin,/ Hani ne var heybende?” (s.20). Ancak özne, koşullar gereği bu noktada yalpalamadan duramamaktadır. Yas Yüzükleri’ndeki kara sayfalar sadece yeri değişmiş bir halde tekrar Temmuzun On Sekizi’nde yine karşımıza çıkar. Bu da Varol’un şiirlerinin aynı eksen üzerinden okunabileceğinin net bir göstergesidir. ‘XXXV’. şiirdeki deney kara/sayfa“…larla doluyum/ …larla doluyum.” (s. 39) şeklinde okunabilir. Bu da bir yerde bizi Nietzsche’nin yargısına götürmektedir. Yaşantılaşmış her şey şairi besleyen bir veridir. Aksi takdirde yazmak ya da T. S. Eliot’un da vurgulamış olduğu gibi “bir coşkuyu anımsatmak” pek de mümkün olamaz. Varol, Temmuzun On Sekizi’yle belirli bir coşkuyu duyumsamamızı sağlamaktadır. Kendi yaralarına incinmiş bir ruh durumuyla fakat daha bir olgunlaşmış olarak bakmasının sonucudur bu şiirler. “köpekler yalaya yalaya/ iyi edebiliyordu yarasını/ kurudu dilim/ ben edemedim” (s.12) dizeleri yoksa nasıl yazılabilirdi? ? Temmuzun On Sekizi/ Kemal Varol/ Everest Yayınları/ Aralık 2007/ 56 s. ¥ CUMHURİYET K Kemal Varol İTAP SAYI 947 SAYFA 27