20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kısa Kısa... Kısa Kısa... Kısa Kısa... Gülün İçinde Bülbül Sesi Var Sporcu, dalgacı, kanlı canlı, durmadan ince bir sesle ‘kiki kiki kihhhk’ diye gülen delikanlı, başını hızla sağa sola çevirerek etrafı bir acele kolaçan etti. İkinci bakışta, (ki durakta şimdi dört beş kişi daha vardı) içini titreten bir duyguyla, o zayıf, çelimsiz, utangaç, çekingen, güzel yüzlü kızı gördü. Yanakları, alnı, boynu kıpkırmızı olmuştu. Önüne bakıyordu. Heyecandan titriyordu dense abartılı olmaz. Sporcu delikanlı gülerek, bir şey söylemek için arkadaşına döndüğünde, onun yüzünde, o dalgın bakışlarında, öyle bir suskunluk, öyle birçok yükseklerde uçan bir yüce kuşun, duyulmayan kanat sesleri gibi tanımlamalara sığacak, bir yoğun duygu yükü gördü ki, bakakaldı. Sustu. Gülmesi kırışıp döküldü yüzünden. Gözleri doldu bile denebilir. Nezihe Meriç Ë Orhan SUDA orolenko genç Çehov’a sorar: Nasıl yazıyorsun öykülerini? Çehov göz gezdirir odaya. Masanın üzerinde duran kül tablasını eline alır ve şöyle der: Yarın uzun bir öykü çıkarabilirim bu kül tablasından, çünkü kendi içinde barındırıyor bu evde yaşayanları, bu odaya gelenleri, onların konuşmalarını, dertlerini, hüzünlerini, özlemlerini... Ertesi gün öykü hazırdır. İnanılmaz bir öyküdür Kül Tablası. Nutku tutulmuştur büyük yazar Korolenko’nun.” Niye mi aktardım bu satırları? Nezihe Meriç’te Çehov tadı var da ondan. Son kitabı Gülün İçinde Bülbül Sesi Var* bir deniz feneridir. Aydınlatır karanlıklarda yolunu şaşırmışları, postmodernizmin bulanık sularında öykü avlamaya kalkışanları. Asırlık bir ceviz ağacı gibidir o. Gölgesinde serinletir okurlarını. Doyum olmaz sohbetine, yazacağı öyküyü dostlarına tekrar tekrar ve her seferinde güncelleyerek anlatırken. Üçüncü okuyuşum Gülün İçinde Bülbül Sesi Var’ı. Şiir yüklü bir senfoniyi dinler gibiyim. Andante bir hüzün bu, yüreğimizi usul usul dağlayan. Nezihe Meriç de, tıpkı Çehov gibi bir gülüşten, bir bakıştan, koyu karanlıkta balkon camına gözlerini dikip salondaki sahibini arayan kediden, onun mav’larından koca bir dünya sunuyor okurlarına. Bu Öyküyü Bir Şair Okusun da Adını O Koysun, yalın kanıtıdır bu dediklerimin: “...Güzel bir sabahtı. Çok güzel bir sabahtı. Dünyada dert, sıkıntı, felaket, açlık, ölüm, savaş mavaş yok gibiydi. Hatta hiç olmamış sanılırdı. Çünkü bu ilkbaharın güneşli günü, sabahın bu erken, dingin saatlerinde çok güzeldi. Derken... Derken, sporcu olan, kanlı canlı, kara kaşlı kara gözlü delikanlıdan birden bir soru geldi: N’oldu ya? SAYFA 26 “K Dalgın bakışlı delikanlı fısıldadı: Yavaş. Yok bir şey. Neye bozuldun birden? Ne var? Hişşş! Yavaş dedik ya! Sus! Allah Allah, neye sarardın birden şimdi ya? Yavaş dedik oğlum. Yavaş! Hadi bana eyvallah! deyip çekti gitti.” Aslında, bir nehir roman sığdırılmıştır bu bir buçuk sayfalık öyküye. Bir göz atalım Kıpırtı Hanım’a: “...Toprağın her kabartısını, susuzluğunu, tohumun çatlamasını, sardunyalarımın şenliğini, hanımelilerinin kokusunu, sarmaşıklarımın, anasına babasına pay verenlerin arsızlığını, şımarıklığını, yediverenlerimin, menekşelerimin, yaseminlerimin gönül titreten güzelliklerini anlatamam... Çapası, sulaması, her biriyle ayrı ayrı konuşup koklaşması olmasa, sabah sabaha benzer mi? Günaydınlar yerini bulur mu? Onlar benim çocuklarım! (Komşuların, yeni yetişenleri bayılırlar çardakta çay içmeye. Börek, çörek yapıveririm onlara. Her sırlarını bana açarlar; analarından gizli.) Allahımın armağanı bana, bu bahçe, bu çardak, bu çiçekler. Hiç boş duramam. Durmadan tentene örerim. Ismarlamalara pek kulak asmam. Canımın istediğine hediye örerim. Sevinir kızlar. Hepsi bebeydi daha dün. Büyüyüp gelinlik oldular. Oğlanlar da sesleri horozlaşınca delikanlı sayıldılar. Vay geçip giden zaman vay!” Hediye örülür mü? Örgücü Nezihe Meriç ise, evet örülür. Türkçeyi ilmik ilmik örmenin, sözcüklerle, harflerle aşık atmanın, hayatın binbir ayrıntısından sevinçler üretmenin, dünyanın bugünkü haline kahrolurken yaşamakta ayak diremenin güzelliğini dile getirmenin benzersiz bir ustasıdır o. Her biri ayrı bir nefaset yirmi bir öyküden oluşan inanılmaz bir öykü şölenine çağırıyor bizi Gülün İçinde Bülbül Sesi Var. ? (*) Nezihe Meriç, Gülün İçinde Bülbül Sesi Var, Yapı Kredi Yayınları, 2008, 114 s. A Ë Orhan TÜLEYLİOĞLU Dokun Bana Baba kdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyelerinden Necati İyikan, uzun yıllar Almanya’nın Münih kentinde yaşamış, Almanya’da TC vatandaşı Türk öğrencilerin “Avrupa Hukuku”ndan doğan haklarını elde etmek için verilen hukuk mücadelesine öncülük etmiş bir öykücü. “Dokun Bana Baba”, Necati İyikan’ın ilk öykü kitabı. Kitapta on beş öykü yer alıyor. Öykülerinin çoğunluğunda Almanya’da yaşayan insanlarımızın yaşamlarından kesitler sunan İyikan, iki kültür arasındaki farklılıkların getirdiği güçlüklere, birbirinden uzağa savrulan, yazgılarıyla baş başa kalan insan manzaralarına odaklanıyor. Necati İyikan, geçmişle şimdiki zaman arasında gidip gelen, yaşamın buruklukları, neşesi ve hüznü ile beslenen öykülerinde, insan doğasına ilişkin derin çözümlemeleri ile dikkat çekiyor. İnsanın aklında, düşlerinde, anılarında var olan şeyleri, öykülerinde en doğal haliyle açığa çıkaran yazar, erdemin gündelik yaşamımızdaki unutulan anlamını hatırlatıyor; sözde herkesin bildiği ve önem verdiği değerleri irdelerken, kendi kültürel yaşamımız üzerinde de bir kez daha düşünmemizi istiyor. Yaşamın her anının ne kadar önemli olduğunu sürekli içinde duyan yazara göre sevgi, her şeyin başı ve sonudur; anılar, yaşamın içinde olduğumuzun belgesi; duygular ise insan olmamızın kanıtı: “...Acaba arabesk bir düşünce midir insanı bu kadar duygusallaştıran? Yoksa duygusallık hayatın içindedir de insan o yüzden mi kendisini kapıp koyuvermektedir ve yaşamın fotoğrafını böyle çekmek istemektedir? İşte bu öyle bir andır ki; bunu ne sosyologlar ne de psikologlar açıklamaya hiç cesaret edemeyeceklerdir; sanki aynaya bakmaya çekinir gibi...” İyikan’a göre yazmak, dünyanın kaçınılmaz zorluklarına ve acımasızlıklarına karşı çok önemli bir savunma aracı, zaman ise geri dönüşü olmayan bir yoldur. Bu yolda, özlem ve hüzün bize eşlik eder: “…Peki yüreğimdeki bu karartı neden? Nasıl anlatsam, aslında tam karartı değil de karartı gibi duran sessizlik; hiç bozulmasını istemeyen bir sessizlik. Sanki bozulursa mahalle arasında oturan üfürükçü yaşlı Teyzenin güya mutluluk için üflediği mutluluk bozulacak gibi duran sessizlik. İşte öyle duruyor, ama öyle arsızca değil, sanki en arkalardan önünde iki metre boyundaki bir seyirci yüzünden sahneyi tam göremeyen ve haliyle hoşnut olmayan bir tiyatro seyircisi gibi duruyor…” Necati İyikan, çevresel sorunların toplum ile doğanın bütünlüğüne karşı açıkça büyük bir tehdit oluşturduğuna dikkat çekiyor. Bu konudaki düşünceleri, Kanatsız Kelebekler Dozerlere Karşı adlı öyküsünde açığa çıkıyor: “…Küçülmüş koskoca ormanda, ‘göç etmeyelim’ diye oy kullanan küçük bir grup kalmıştı; deredeki balıklar ve son kelebek ailesi… Ailenin reisi olan büyükbaba, umudunu yitirmek istemiyordu. İnsanlar bu kadar zalimleşemezler, diyordu. Tamam, içlerinden bizim sırtımızdan para kazanmak isteyenler olabilir; ama ne de olsa bunlar insandır, bir yerde hoş görmek lazım; ama hepsi böyle değildir, eminim içlerinde bize benzeyenler mutlaka vardır. İşte ben onları beklemek istiyorum…” Yaşamla yoğrulmuş öykülerinin eksenine sevgiyi, merhameti ve şefkati koyan Necati İyikan, yalnızlıkları, hüzünleri, hayal kırıklıklarını, boşlukları, artık çok uzakta kalan ilk aşkları, Sezen Aksu’nun şarkılarıyla karaya vuran anıları ustalıkla işliyor. Yaşadığımız dünyayı anlamamıza katkıda bulunuyor. ? Dokun Bana Baba/ Necati İyikan/ Lalezar Kitabevi Yayınları/ Ankara, 2007/ 240 s. ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 947
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle