05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yaşar Atan’la ‘Akdenizli Tanrılar’ı konuştuk Çalışmalarını Almanya ve Türkiye’de sürdüren yazar Yaşar Atan, kökleri Anadolu’da olan Avrupalı genç insanlarımızın, geçmişlerini ve içinden çıktıkları mitologyayı derinlemesine bilmeleri halinde, son derece önemli adımlar atabileceklerine dikkat çekti. Avrupa’daki Anadolu kökenli insanlarımızın mirasçısı oldukları o engin kültürden gereğince beslenirlerse Türkiye’nin de Batı’yla gerçek anlamda bir bütünleşme sürecine gireceğini savunan Yaşar Atan, bir süre önce yayımlanan son kitabı “Akdenizli Tanrılar” üzerine sorularımızı yanıtladı. ‘Avrupa ile gerçek birlik Anadolu’nun tarihsel zenginliğinden geçiyor’ olan “mitologya”, hepimizi çok yakından ilgilendirmektedir. İnsanoğlu yarı kör olduğu eskiçağlarda, çevresindeki açıklayamadığı doğa güçlerinden ve egemenlerin dayatmalarından çok ürküyordu. Onların üstüne aklının, ama henüz gelişmemiş çocuk aklının ışığını tutarak, olup bitenleri anlamaya ve kendine bir kimlik bulmaya çalışıyordu. Bu yüzden de birtakım söylenceler, yani “mitos”lar üretiyordu. Bu mitosların içerdiği tanrılar, yarı tanrılar, henüz bilim ilerlemediği için çok korkunçtular. Bunlar da insanların elini ayağını bağlıyor, onları kul köle düzeyinde tutuyordu hep... Ne var ki zamanla kendi içinden çıkan ozanlar da, bu mitoslara dayanarak yazdıkları tragedya dediğimiz oyunlarla onları aydınlatıp korkularından arındırmaya çalışıyorlardı. Örneğin dost tanrı Prometeus’un, baştanrı zorba Zeus’tan ateşi çalıp insanların aydınlanmaları ve onurlarıyla yaşamaları için onlara armağan ettiğini söylüyorlardı. Gerçekte insanın, kendisini ezen güçlerden çok daha güçlü olduğunu sezdirmeye çalışıyorlardı. AKDENİZ TANRILARININ ÖNEMİ Sizce Akdeniz tanrıları neden özellikle Türkiye için çok önemli ve bu yolda daha neler yapılması gerekiyor? Batı dünyası ile ilişkilerimiz açısından bu zenginliğin sizce ne gibi bir rolü var? Akdenizli tanrılar ve onların insanlarla olan ilişkileri ve savaşımları, binyıllar içinde Batı kültürü dediğimiz olayın özünü ve hammaddesini oluşturmuştur. Bu oluşumu kısaca şöyle özetleyebiliriz: MÖ 2000 yılından başlayarak Grek dediğimiz Yunan kavimleri, Hindistan taraflarından önlerindeki sürüleriyle ve yüzyıllar süren bir göç sonunda şimdiki Yunanistan ve Ege taraflarına geldiler ve oralarda çok gelişmiş uygarlıklar buldular. Çünkü bu uygarlıklar, ta MÖ 5000 yıl öncesinin Mezopotamya ve çevresindeki Sümer uygarlığından kaynaklanıyordu. Grekler de hazır buldukları uygarlıkların tanrılarını ve söylencelerini kendilerininkiyle zaman içinde harmanladılar... Ve bir an geldi ki bu Akdeniz mitologyasının tetiklemesiyle, Grek halkının içinden çıkan sanatçılar, felsefeciler, bilim adamları, aklın ışığında dünyanın ve insanın keşfine çıktılar. Zaten Akdeniz mitologyasında mistiklik, gizemlilik yoktu. Tam tersine gizli olanın, tanrı dayatması diye sunulan dogmaların aydınlatılmasını gerekli görüyordu! Zaten tanrılar, gözle görülmeseler de, et kemik olarak canlıydılar. Çünkü onlar, mistisizmden uzak, henüz çocukluk çağındaki insan aklının yaratımlarıydılar... İnsanlar gibi aynı tutkuların ve serüvenlerin sarmalındaydılar... O yüzden sanatçılar onları canlı canlı, örneğin mermerlere işlediler. İşte Avrupa’yı Avrupa yapan ortak kültürün temelinde din değil, ta Mezopotamya’daki Sümerlerden kaynağını alıp bütün Anadolu uygarlıklarına temel oluşturan bu mitologyaya dayalı ortak bir kültür vardır. Bu mitologyayı sırayla Grekler, Romalılar ve Rönesans’la birlikte de Avrupalılar aklın ışığını kullanarak sanatlara ve bilime dönüştürmüşlerdir... Bize gelince... İşlerine öyle geldiği için bazı gizli ve güçlü eller ve de Avrupa ortaçağında olduğu gibi inanç yobazları, biz Anadolululara, bu kendi öz mitologyamızı ve ondan kaynaklı kültürü yasakladı. Çok geç de olsa Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bu kültürle ilgili o güzelim çeviri girişimini de aynı güçler engellediler... Bu konuda Homeros gerçeği çok çarpıcı bir örnektir. Homeros, Ege’nin iki yakasındaki aslında kardeş halkların özsuyu olan tarih ve mitologya kaynaklı destanları soyluların konaklarında ezbere okuyan bir ozandı. MÖ 8’inci yüzyılda, yeni yeni palazlanan Grek burjuva sınıfından birileri ona, “Şu bildiğin efsaneleri yazıya dök” dediler. O da oturup Troya savaşıyla ilgili, haliyle Akdenizli tanrılarla insanların harmanlandığı ve buram buram hümanizm yüklü ölümsüz İlyada ve Odisseya destanlarını Grekçe olarak yazıya döktü. Bu yazıya dökümden sonra, binyıllar süresince insanlar, Troya diye bir kentin olmadığı gibi onunla ilgili bir savaşın da olmadığını sanıyordu... Bununla birlikte bu süreç içinde Homeros üzerine, evet, 40 bini aşkın kitap da yazıldı! Ama 150 yıl kadar önce de Schliemann adlı bir Alman, yaptığı kazılar sonunda Troya’yı ortaya çıkarıverdi. Böylece bir masal bir anda gerçeğe dönüşüverdi... Şimdi söyler misiniz, bilime, tarihe, felsefeye, politikaya, dinlere, kısaca ulaşmak istediğimiz insancıl uygarlığa kaynaklık eden Homeros’un İlyada’sı, nasıl olur da tanıtılmaz gençlerimize? Bir de şu soru sorulmaz mı? Kendi topraklarımızın ürünü bu destanlar için yazılan 40 bin kitabın kaçını bizden birileri yazmış acaba? Daha acısı, antik kentlerimizin tümünün çevresindeki evler, geçmişin bu paha biçilmez heykel ve mermerleri kırılarak yapılmış... Dahası bunun sevap olduğu açıklanagelmiş çağın egemenlerince... ÖZGÜRCE YAŞAMAK... Hep geçmişle şimdiki zaman arasında bağ kurarak mitoloji okumaları yapılmasını öneriyorsunuz. Bugünün Prometeus’ları ile Antigone’leri sizce kimlerdir? Kreon’a kimler yakışıyor, onu bugün kimler temsil ediyor? İnsanın özgürce, sömürülmeden yaşayabilmesini engelleyen güçler dün olduğu gibi bugün de vardır. Dün Tanrı’nın özel olarak yarattığı (!) bir avuç seçilmişlerin dışındaki yığınlar nasıl köle idiyse, bugün de emekçi kesimler ücretli kölelik düzeyindedirler. Zaten tarih boyunca özgürce ve insan onuruna yaraşır şekilde yaşamak isteyenlerin önüne öcü olarak tanrıların ve onların temsilcileri olan iktidar ve güç odaklarının yasaları konuyordu hep. Örneğin sözünü ettiğiniz o güzelim örnek kadın Antigone, Kral Kreon’un çıkardığı keyfi ve geçici yasalara göre değil, ama adil tanrıların vicdanlara kazıdığı ve bütün insanlık için geçerli yasalar uyarınca davranışlarını seçtiğini söylediği zaman Kreon, gülerek yanıtladı onu: “Senin tanrı dediklerin benim buyruğumdadırlar ve bütün tanrılar devletin memurlarıdır.” Daha dünkü faşist Musolini’nin anayasasında, binlerce yıl önce söylenen bu sözü doğrulayan bir madde vardı. Mr. Bush da işgal ve sömürü amaçlı Irak savaşına gerekçe olarak oraya demokrasi götüreceğini söylemişti. Troya savaşına çıkan dünya egemeni Başkral Agamemnon da, Yunanlıların namusunu temizleyeceğini ve bu konuda tanrılarla konuştuğunu açıklamıştı! Bugün Bush da, Irak savaşı konusunda iki kez tanrıyla konuştuğunu söyledi! Aslında mitologyadaki tanrılar ve insanlar savaşı, insanın hem doğa karşısında hem de iktidar ve güç odaklarıyla verdiği toplumsal adalet savaşı olarak dünden bugüne sürüp gitmektedir. Zaten geçmişteki kardeş halklarının bütün insanlığa armağanı olan Akdeniz mitologyasında, insanlarla tanrıların barıştığı ve el ele üretip barış içinde, kardeşçe bölüştükleri bir “Altın Çağ”a doğru durmadan yol aldıklarının müjdesi verilmektedir. Baştanrı Zeus’un kardeşi tanrıça Hestiya, aile ocağının tanrıçasıydı. Onun korumasındaki o tek tek yanan aile ocakları, zamanla birleşti... Köylerin, kentlerin derken bütün ülke halklarının çevresinde toplanıp ısındığı tek ocağa dönüştü. Daha ileri aşamada da, kardeşçe ürettiklerini kardeşçe bölüşen bütün dünya halkları ve de bütün canlılar, bu tek ocağın başında toplanıp ısınmaya başladılar... İşte Baştanrı Zeus da, kız kardeşi Hestiya’nın bütün dünya halklarını ve canlılarını kaynaştıran o sessiz ve ölümsüz ateşinin gücünü kanıtlamak için, bir gün dünyanın en batı ucundan ve de en doğu ucundan birer kartal salacaktı gökyüzüne... Bu iki kartal, tek başlarına uça uca gelecekler ve herkesin barış içinde toplanıp ısındığı Hestiya’nın o evrensel aile ocağında buluşacaklardı...? Akdenizli Tanrılar/ Yaşar Atan/ Evrensel Basım Yayın/ 224 s. KİTAP SAYI 919 ? Osman ÇUTSAY endi topraklarımızın yani Akdeniz coğrafyasının ürünü söylencelere bizim yazarlarımızın el atmamış olması yüzünden onlara yabancı kaldığımızı görüyoruz. Bunun nedenlerine ilişkin haliyle söyleyecekleriniz olacaktır elbette, ama önce söylence, mitologya nedir, kısaca anlatır mısınız? Evet, “söylence” ya da “mitos” ne demek, ilkin ona bakalım. Çünkü özel ilgi duyanlar dışındaki okumuşlarımız bile ne yazık ki bu konunun yabancısıdırlar. Oysa “mitoslar” ve onun toplamı demek K SAYFA 6 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle