05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Ümit’le ‘İnsan Ruhunun Haritası’ üzerine... ‘Ahmet Ümit’in başka yönleri de var, onu tanıyın’ İnsan ruhunu karanlık yönüyle bütünleştiren Ahmet Ümit, sevdiği yazarların yaşamlarından ve yapıtlarından yola çıkan denemeleriyle okur karşısında bu kez. Ümit’le kitabını konuştuk. Böyle yazmış ama şu ölçütlere uymuyor, onun için de başarılı değil değerlendirmesi bu kitapta yoktur. Eleştirmenlerin haklı olarak kendi bakış açıları vardır; edindikleri ölçütlere göre değerlendireceklerdir. Yazılarınızdan yola çıkarak; iyi yapıtlar veren yazarlara baktığımızda, yaşamlarının çok tutarlı, düzenli olmadığını görüyoruz. Yusuf Atılgan örneğinde: Çok iyi bir yazar ama çok az yapıt vermiş. Bunun nedeni olarak özel yaşamımı seçtim, yazarlığımı buna feda ettim diyor. Kafka’nınsa yaratıcılığı köreltmesin diye yalnızlığı seçtiğini görüyoruz. Bu sizin hayatınızda nasıl? Çok ilginç yazarlar var. Özellikle Yusuf Atılgan örneğinde bir süre sonra yazmadığını görüyoruz ama Orhan Kemal’e baktığımızda bunun tam tersi: Hayatı boyunca yazmak ve yazmaya devam etmek zorunda; ekmek parası kazanmak için de yazmak zorunda. Bu anlamda Orhan Kemal, 19. yüzyıl yazarlarına benziyor; Dickens’a benziyor, Dostoyevski’ye benziyor. Poe’yla Dostoyevski’nin ya da Poe’la Kafka’nın benzeştiği noktalar da var. Hepsinin, insanın karanlık taraflarını anlattıklarını söyleyebilirim. Poe ve Kafka, ne yazık ki çok genç yaşta, kırklı yaşlarında ölürler. Poe kırk yaşına göre çok üreten bir yazar. Kafka’ya baktığımızda da aynı şeyi söyleyebiliriz. Romanlar var, öyküler var, mektuplar var. Hepsini yazmış ama umutsuz. Poe’da da aynı umutsuzluğu görürüz. Poe’da alkolizm durumu vardır. Poe’yla Dostoyevski arasında askerlikten kaçma meselesini görebiliriz. Benim hayatımsa daha dingin bir hayat. İlk öyküm 1982 yılında illegal bir dergide yayımlandı, kırk dile çevrildi. Barış Sosyalizm Sorunları dergisinde yayımlanmıştı. İyi edebiyat olduğu için değil, politik bir metin olduğu için kırk ayrı dilde yayımlandı. Çünkü diktatörlük vardı ve ben diktatörlüğe karşı bir hikâye yazmıştım; ama iyi bir işe yaradı: Bana yazar olabilirmişim güvenini verdi. Yazar olabilirim dedikten sonra dönüp edebi metinler okumaya başladım. Sonra 1989’da ilk kitabım çıktı, şiir kitabım ve o günden beri çok yoğun bir şekilde yazıyorum. Daha tutarlı, düzenli bir aile yaşamım var, alkolik değilim aslında ama tutucu, muhafazakâr bir adam da değilim; yemeyi, içmeyi, arkadaşlarımı çok severim. Benim için yazmak çok güzel bir durum ve yazı saatleri, yazı anları en mutlu olduğum anlardır. Yazarlıkta şanslı bir insan olduğumu söyleyebilirim Türkiye için. Yazdıklarıyla geçinen on yazar var mıdır bilmiyorum ama onlardan biriyim. Yazdıklarım çok sattı ve insanlar bana sadece yazı yazabilirsin Ahmet Ümit dediler, bu şansı verdiler. Yazdıklarımın yurtdışında yayımlandıklarını gördüm, yurtdışında okurlarımla buluştum. Kitaplarımdan dizi filmler, film yapıldı; çizgiromanlar, müzikaller yapıldı; tiyatro oyunu yapılacak. Bunlar, özellikle Kafka’yla, Poe’yla hatta Dostoyevski’yle kıyasladığımız zaman büyük şans. Bu şansı bana veren iyi yazmam mıdır? Yoksa moda olmak mıdır? İyi bir tanıtım yapmış olmamdan mıdır, bilmiyorum. Ben çok iyi bir yazarım diye iddia etmek, ödüllerle övünmek... Hepsi boş laf. Çünkü iyi ya da kötü olduğumuza karar verecek bir tek şey vardır: Zaman. Eğer yüz yıl sonra, iki yüz yıl sonra insanlar beni hâlâ okumaya devam ederlerse, o zaman iyi yazar olup olmadığım ortaya çıkar. Onu da ben göremeyeceğim. Ama şanslıyım. Bu şans bana daha iyi araştırmak ve daha iyi yazmanın olanaklarını veriyor. 80 SONRASI EDEBİYAT 80 sonrası yazarlar için bazı tespitlerde bulunmuşsunuz; sadece kendini ve yapıtının başarısını düşünmesi gibi. Eğitimden siyasete depolitizasyondan yakınılıyor. Bunda 80 sonrasında oluşan yazar tipinin katkısı var mı? Her şey birbiriyle bağlı tabii. Önceden dünya daha politik bir yerdi, insanların umudu vardı; sahte ya da değil, doğru ya da yanlış birtakım umutları. Nasıl bir umut: Bir tarafta kapitalistemperyalist kamp vardı, bir tarafta sosyalist kamp. Sosyalizm hâlâ bir umuttur; bütün yanlışlarına rağmen bir umuttur. 12 Eylül döneminde solun ağır bir darbe yemesiyle beraber, çoğu yazarın toplumsal misyonu geride kalmaya başladı: Toplumla beraber varolan yazar, yazar ama aynı zamanda aydın, yazar ama aynı zamanda savaşa karşı, sömürüye karşı, insan onurunun çiğnenmesine karşı, kendi bireysel haklarını düşündüğü kadar toplumun haklarını da düşünen, öyle var olan yazar tipi değişmeye başladı. Bizde, sadece sosyalist yazarlar için değil; Cumhuriyet’ten itibaren yazarın sorumluluğu vardı. Yeni bir Cumhuriyet kurduk ve bu Cumhuriyet’te aydınların bir rolü vardı. Kurucu rolü vardı kültür devrimini geliştirmede. Buna sol kültür de eklenince; CUMHURİYET KİTAP SAYI ? Gülşah BÜKTÜR B u denemelerin yer yer eleştiri, yer yer tespit içerdiğini söyleyebilir miyiz? Ben bir eleştirmen değilim. Buradaki yazılar eleştiri değil, tam tersine çok sevdiğim yazarlara dair gözlemlerim. Tahlil de değil. Tahlil iddialı bir laf çünkü. Dostoyevski’yi on iki sayfalık bir kısımda tahlil etmeye çalıştım demek haksızlık olur ya da Poe’yu ve diğerlerini. Tümüyle, onlar hakkındaki duygu ve düşüncelerimi aktardım. Mevlana üzerine üç buçuk sayfalık yazıyla Mevlana’yı anlatmak mümkün değil. Bu yazıların hepsi: Aslında edebiyatın işlevi nedir? Edebiyat ne yapar? Edebiyatın insanla ilişkisi nedir?.. sorularına yanıt aramak için yazılmış yazılardır. Özellikle sevdiğim yazarlar hakkında yazdım. Onları tanımak, onlar hakkında okumak ve okuduktan sonra onlarla ilgili yorumda bulunmak benim için çok ilginç bir deneyimdi. Eleştiri yazısı yazabilirim; ama bunu tümüyle bir yazarın amatör uğraşı gibi ele almak gerekir. Ahmet Ümit’in eleştiri yazısı yazmak gibi bir niyeti yok, benim işim o değil. Ben bir yazarım; fakat aynı zamanda bir okurum, sanat tüketicisiyim... Okuduklarım ve izlediklerim hakkında fikirlerim oluşuyor. Bu fikirleri de zaman zaman yazıya dökmek gerekiyor. Böyle bir ihtiyaç hissediyorum. Esasta bir sanat tüketicisi olarak görüşlerimi aktarıyorum. Aynı zamanda, bir yazar olarak da başka yazarları gözlemlemek ve onlar hakkındaki duygularımı ve düşüncelerimi aktarıyorum diyelim. Okuyanlarda bu yazarların kitaplarına bir ilgi uyandırmak, bir not düşmek. Bir anlamda vefa borcu diyebiliriz çünkü bu yazarlar beni etkilediler, değiştirdiler, bana hepsi çok olumlu şeyler kattılar; kitabı adadığım Vedat Günyol gibi. Tam olarak eleştiri değil diyelim. Eleştiri biraz daha bilimsel bir şeydir. Bilimsel bir yaklaşım gerektirir. Eleştiri soyut kavramsal bir yaklaşımdır ürüne. Oysa sanat soyut imgeseldir. İmgelerle oluşturulur. Ama eleştiri, bakarken birtakım ölçütler oluşturur. Ve bu ölçütlere uyuyor mu uymuyor mu diye yapıt değerlendirmeleri yapar. Eleştirmen de kendi ölçütleri doğrultusunda yapısalcıdır, eleştirel gerçekçidir, postmoderndir...karakter, kurgu ve dil hakkında değerlendirmeler yapar. Benim böyle bir yaklaşımım yok. Ben daha çok duygusal yaklaştım. Bir filmdeki sahneyi sevdiysem, bir yazar beni etkilediyse onu sevmişimdir ve o noktada devam ederim. ? SAYFA 20 919
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle