05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hâlâ sürüyor savaş, Türkçenin meydan savaşı… Kime karşı peki bu? Toplumlarını birbirine kırdıran, sonra da herkesi damgalayıp aynılaştırarak dillerini, kültürlerini, tek dil, tek kültür olarak dayatan bu küresel güçlere, tarihin gelmiş geçmiş en vahşi derebeylerine karşı! Y alan söyledim, evet, itiraf edeyim ki yalan söyledim… İki hafta önce, izin istemiştim ya sizden, “on beş güncük Dionysos şenliği yapmak” üzere, yalandı. Sözümona tatile çıkacaktım değil mi, olur mu hiç, tatil yakışır mı bana? Bu on beş gün boyunca masa başındaydım yine, gömüldüm kitapların arasına, önceki okuma notlarımdan kalkarak “Kitaplar Adası” için yazı yetiştirdim harıl harıl. Daha doğrusu “biriktirdim” diyeyim. On beş kadar yazı. Ooo, bırakacağım gazeteye, sonra da ver elini Bodrum! Kestirmişsinizdir, takacağım koluma dosyalarımı, şimdiye dek hep ihmal ettiklerimi, kendi dosyalarımı yani, maaile çalışmaya koşacağım aslında… Dört beş ay onlarlayım artık. Ne düşünsel yazılar, ne tiyatro, ne belgesel ne şu ne bu! Hoş, üç yıldır aklımca böyle yapıyorum, güzleri neredeyse tümden dosyalarıma özgülüyorum ya, yazı biriktirerek ayrılmayı ilk kez deniyorum… Bakalım ne sonuç verecek bu? Öykü, roman, oyun dosyalarımla öteki alanlardaki üretimim, etkinliğim arasında süregiden kıyasıya meydan savaşı bu… Meydan savaşı dedim de, şu Türkçemizin alçakgönüllü meydan savaşı geldi gözlerimin önüne… Kaç yüzyıllık, kaç buçuk bin yıllık bir savaş bu, ama yine de son yetmiş beş yılı, yüz metre koşusu gibi hem büyük önem taşıyor hem de derin anlam saklıyor bağrında. 26 Eylül 1932'yi odak aldığımızda o günden bugüne gelen yetmiş beş yılın 12 Eylül 1980'e dek yaklaşık elli yılıyla 12 Eylül sonrasındaki yirmi beş yılı kesinlikle birbirinden ayırmak gerekiyor gerçi, ama süreç bağlamında yetmiş beş yıl bir bütün yine de. Gelin önce şu “meydan savaşı” üzerinde duralım bir iki sözcükle… Lisede tarih öğretmenlerimizle milli savunma bilgisi derslerine giren subaylar, meydan savaşının, toplumların bilimsel, kültürel, ahlaksal vb. tüm değerleriyle karşı karşıya gelerek yaptıkları savaş olduğunu öğretirlerdi bize. Dil Derneği Türkçe Sözlük “meydan savaşı”nın (ya da muharebesinin) karşılığında şu açılımı getiriyor: “bir savaşta, kesin sonuç almak için düşmana karşı bütün güçlerle yüklenilen ölüm kalım savaşı”… M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası ikinci plana itilmiş, dahası 'ayağı çarıklı kaba Türklerin' konuştuğu bir dil olarak aşağılanır olmuştur.” (36) Bundan sonra ne mi olmuştur? 800'ler, 1100'ler arasındaki dört yüzyıllık susuşun ardından Türkçe 1400'lerden 1900'lere yaklaşık bir beş yüzyıl daha karalık dönem yaşamış ya da deyiş yerindeyse ortaçağ karanlığına gömülmüştür. Mustafa Kemal beklenecektir artık. MUSTAFA KEMAL; TÜRKÇENİN DE BAŞKOMUTANI! Gerçekten de Mustafa Kemal, “daha askeri ortaokul öğrencisiyken bu sorunla yakından ilgilenmeye başlamıştı(r)”. (57) Yazılarında öz Türkçeci tutumla dikkati çeken Serezli öğretmen Sadi'yle “öz Türkçe akımının öncülerinden Çocuklara Rehber dergisi”nin okurları arasındadır çünkü o. (58) “İkinci Meşrutiyet döneminde dil tartışmaları daha büyük boyutlar kazanırken okuduğu kitapların etkisiyle Mustafa Kemal'in ilgisi artık bir dil bilincine dönüşmüştü(r).” Nitekim 10 Aralık 1916'da anı defterine yazdıklarında Mehmet Emin'le Tevfik Fikret'in şiirlerini karşılaştırırken vardığı “Türkçe olanda da diğerinde de aynı derecede Arapça, Farsça kelimat var” yargısı, devrimin dilde de tamamlanması aşamasına gelindiğinde, artık bir ilke niteliğini kazanmıştı(r):/ 'Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.'” (59) “Türkçe Kurultay adı verilen ilk genel kurul… öngörüldüğü gibi 26 Eylül 1932('de)… açılmıştı.” (88) “Tüzüğün birinci maddesinde şu yargıya yer verilmişti:/ 'Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin yüksek koruyucu başkanlığı altında 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti adlı bir cemiyet kurulmuştur.'/…/ 'Türk Dili Tetkik Cemiyetinin maksadı, Türk dilinin öz zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir.” (91) İşte 12 Eylül, yalnız aydınlanmaya, toplumsal ilerlemeye karşı değil, içimizden çıkmış bir hain saldırı bağlamında Mustafa Kemal'in devrimine, sonuçta kendi dilimize karşı girişilmiş, yapılmış bir karşıdevrim hareketi. Geniş yelpazede yasaklama, yok etme darbesi. Türkçenin meydan savaşında geçmişten günümüze, binlerce gönüllü yer aldı kuşkusuz. Binlerce bilimci, düşünücü, sanatçı… Bundan böyle de binler, binlercenin yer alacağı gibi… Zaten her şey ortada. Hâlâ sürüyor savaş, Türkçenin meydan savaşı… Kime karşı peki bu? Toplumlarını birbirine kırdıran sonra da herkesi damgalayıp aynılaştırarak dillerini, kültürlerini, tek dil, tek kültür olarak dayatan bu küresel güçlere, tarihin gelmiş geçmiş en vahşi derebeylerine karşı! Peki neden bir dil müzemiz yok bizim? Bu meydan savaşının geçmişten günümüze aşamalarını gösteren, görsel, imsel, imgesel belgesini sergileyen, bu bağlamda geçmişten günümüze verimlenmiş yapıtlara yer veren, böylelikle izleyenlerin derli toplu bilgilenebileceği… Dil Derneği bu doğrultuda kollarını sıvayabilir, Çağdaş Drama Derneği, “dil draması" çalışmaları yapıp bunu yaygınlaştırabilir, öteki sivil örgütlenmeler de bu doğrultuda üzerlerine düşen sorumluluk yönünde davranabilir… Hepimiz bu meydan savaşından sorumluyuz çünkü. Andığım iki kitap aracılığıyla geçmişten günümüze meydan savaşının tüm aşamalarını, heyecanlı bir filmi izlercesine okuyup öğrenirken bunun da bilincine eriyoruz yavaş yavaş. Öyle ya bitmiş değil meydan savaşı, sürüyor, sürecek de… ? KİTAP SAYI 919 Türkçenin meydan savaşı yönelen… kimselerin (bile) yazdıklarında ve konuşmalarında Türkiye Türkçesinin Dil Devrimi ile bugün ulaştığı sözvarlığını, bütün sözcükleri, tamlamaları ve anlatım biçimleriyle kullandıkları da ibretle izlenen bir gerçektir. Devrimin başarısının kanıtlarından biridir.” (12); Nitekim bu durum, “19952000 yılları arasında çıkan kitap, dergi ve gazete metinlerine ve 1 milyon sözcükten oluşan veri tabanına dayanan İ.Göz'ün sıklık sayımında (2003) somut bir biçimde ortaya çıkıyor: Bu verilere göre, o yıllarda yayımlanan metinlerde özgürlük 202 kez geçerken hürriyet 39 kez görülmekte, bağımsızlık'ın 88 sayısına karşılık istiklal 7 sayısında kalmaktadır.” (19, dn.) Aksan da zaten, kitabının amacının, “75 yıldır süregelen, Türkçeyi özleştirme ve geliştirme savaşımını, bununla sözvarlığımızın nereden nereye geldiğini, ne gibi kazanımları olduğunu, dolayısıyla Devrim'in ne ölçüde başarı sağladığını ortaya koymak” (20) olduğunu belirtiyor. Ne var ki bu meydan savaşının uzun bir sürece yayıldığı, dünden bugüne bir günde gelinmediği kesinlikle unutulmamalı. TÜRKÇENİN KIRILMA NOKTASI: İSLAMİYET Şerafettin Turan'la Sevgi Özel'in kaleminden bu süreci izlemeye çalışalım… "Türklerin İslamiyete geçişleri VII.yüzyılda başlamış ve iki yüzyılı aşan inişli çıkışlı bir direnişten sonra X.yüzyıl başlarında tamamlanmıştı.” “Bu durum İslamiyeti(…) ana kaynaklarından öğrenmek isteyenleri Arapça öğrenme zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmıştır.…/ Öte yandan İslam dünyasında Arapça tapınma dili dışında, bilim dili olarak da kabul edilmiştir. (…) …Ortak bir İslam kültürü gelişirken İran tarihinin uzun geçmişinden gelen sanat yapıtlarının çeşitliliği göz önüne alınarak edebiyatta ve öteki sanat dallarında geçerli dilin Farsça olması… sanatla uğraşmak isteyen Müslümanların Farsça öğrenmesi gerektiği yolunda bir kanı doğmuştur.” (25,26) “…Selçuklular dönemin(de)… bir başka eğilim de edebiyatta Farsçanın kullanılması gerektiği varsayımına ya da modasına uyularak sanat yapıtlarının Farsça yazılmasıdır.” “…Mevlana('nın) Farsça yazması, onun adına kurulan Mevlevi tarikatında bu dilin yeğlenmesi, Selçuklu Türkiyesinde Farsçanın kök salmasındaki önemli etkenlerden biri olmuştur. O kadar ki… Türk kökenli olmasına karşın Mevlana'nın şiirleri günümüzde UNESCO tarafından 'İran kültürünün kalıtı'… olarak yayımlanmaktadır.” (28,29) “Aydın kesimle okuryazar olmayan halk, yöneticilerle yönetilenler arasındaki bu dil ayrılığının ve anlaşamamazlığın bazı tepkilere yol açması kaçınılmazdı. Buna en somut örnekler olarak Anadolu dışında Kaşgarlı Mahmut ile Ali Şir Nevai'yi, Anadolu'dan da Karamanoğlu Mehmet'i gösterebiliriz.” (29) “Mehmet Beyin ünlü fermanı Türkçenin o dönemlerde uğradığı haksızlıkları göstermesi bakımından büyük önem kazanmıştı:/ 'Bugünden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmaya!'“ (31) “…Arapça ve Farsça kullanmaya karşı Karamanoğlu Mehmet'in girişimiyle ortaya çıkan toplumsal tepki, denebilir ki meyvelerini merkezi yönetimin çökmesi sonucu bağımsızlıklarını ilan eden Türkmen boylarının kurduğu beyliklerde vermiştir. Söz konusu beyliklerde divan dilinin Arapça ya da Farsça olmaması çok anlamlı bir anlayışın göstergesidir. (…) Böylece Arapça tapınma ve medrese dili, Farsça da edebiyat ve sanat dili olarak belirli alanlarla sınırlı kalmıştır.” (33) Nitekim “Osmanoğulları sarayında ilk günlerden başlayarak konuşma ve anlaşma dili olarak Türkçe kabul edilmişti. Türk ya da Müslüman olmayan gençler Türk geleneklerini ve Türkçeyi öğrendikten sonra saray hizmetine alınıyorlardı.” “Devletin kuruluş döneminde Türkçeye verilen bu önemin bir yansıması olarak başta tarih olmak üzere, o dönemde bilimsel yapıtların bir kısmı da Türkçe kaleme alınmıştır.” (34) “Günümüzün laik Türkiyesinde kimi çevreler Kuran'ın Allah kelamı olduğu için Arapçadan başka dillere çevrilemeyeceğini savunurlarken XIVXV. yüzyıl Türkiyesinde onun birkaç Türkçe çevirisinin yapıldığını göz ardı etmektedirler. Üstelik bu çevirilerde çok güzel Türkçe karşılıklar kullanılmıştır. Örneğin Fatih Mehmet döneminde yapılan bir çeviride şu Türkçe karşılıklar görülmektedir:/ ”İftira: yalan bağlamak; iane: arka virmek; in'âm: göztut; elim: ağırdıcı; emsal: bendeşler; cidal, şikak: tartışmak; daire: hayat: dirlük; istihza: yansulamak, yansuya tutmak; katl: depelemek; mesken: durak; mev'ize: öğüt; şahid: tanuk; taâm: yiyesi; tâbi: uyundu; vekil; iş sürücü.” (35,36) Ne var ki, “Karamanoğlu Mehmet Beyin tepkisiyle başlayan ve öteki Anadolu beyliklerinin kurulmalarıyla süren Türkçeye yönelme, Türkçenin yönetim dili olarak kullanılması çabalarının XV.yüzyıla gelindiğinde yerini yeniden bir ikileme bıraktığı gözlenmektedir. Bir yandan örneklerine Fatih Mehmet ve II.Bayezit dönemlerinde de rastlanan aydınlardaki Arapça ya da Farsça yazma istekleri kabarmış, öte yandan Türkçeyi Arapça ve Farsça sözcüklerle doldurarak Osmanlıca denen karma ve yapay bir yazı dili yaratma eğilimleri artmıştır. …Türkçe TÜRKÇENİN ÖLÜM KALIM SAVAŞI... “Ölüm kalım savaşı” deyişi insanın sırtını ürpertmeye yetiyor. Sakarya Meydan Savaşıyla Türkçenin ölüm kalım savaşı arasında kurulabilecek koşutluğu düşünmeden edemiyorum bu bakımdan. 13 Eylül 1921'de başlayan, 22 gün 22 gece süren meydan savaşı, hepi topu sekiz buçuk milyoncuk Anadolu halkının ölüm kalım savaşıydı kuşkusuz. 26 Eylül de bir ölüm kalım savaşının göstergesi. Bu çerçevede peş peşe yayımlanan iki kitap 26 Eylül'ün, sonuçta Türkçenin meydan savaşını anlatıyor: Şerafettin Turan, Sevgi Özel ikilisinin kaleme aldığı 75.Yılda Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü (Dil Derneği [312.4258360] yayını, 2007) ile Doğan Aksan'ın verimlediği Türkçenin Bağımsızlık Savaşımı /Son 75 Yılda Türkiye Türkçesi (Bilgi, 2007). 26 Eylül 1932'nin devrim olduğunu kavrayabilmek için geçmişin hiç değilse özet olarak bilinmesi gerekiyor. Doğan Aksan, “Türkiye Türkçesinin, Devrim'in başlangıcından 75 yıl sonra, bugünkü görünümü nasıl belirlenebilir?” sorusuyla giriyor yapıtına. (10) “Bugünün Türkiye'sinde… gericiliğe SAYFA 30 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle