Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Anne Soprani ile Taner Timur'un kitapları bir paralel okumada size yeni yeni ufuklar açacak ve edebiyatın tadına varacaksınız. Anne Soprani ve Taner Timur ? Alaattin TOPÇU İki kitap arasında mak amacıyla yetiştirilmek üzere Paris’teki ailesinin yanına götüren/gönderen bir "şahsiyet"in benden "olumlu not" alması zaten beklenemezdi! Sorun şu ki Çerkez kızı Ayşe’nin "Matmazel Aïsse"ye dönüşerek romanlara, filmlere konu olacak yaşamöyküsü bu başlangıçla birlikte "hazin son"a doğru hızla yol alır. Taner Timur’un on beş sayfaya sığdırdığı bu "aykırı çehre", Anne Soprani’de üç yüz elli sayfalık oylumlu bir çalışmaya dönüşür. Üç bölüm ve on ayrı başlık etrafında örülür. Anne Soprani, Ayşe’nin durumunu bir yerde şöyle yorumlar: "Tam olarak katılamadığı bir hayata karışmış bulunan genç kız, kendine minnettarlık temeline dayalı bir ahlak ilkesine odaklı bir yaşam düzeni kurar, ödevinin her zaman velinimetlerinin yanında kalmak olacağına kendini inandırır." Osmanlı konağındaki "oryantal kölelik" Paris’te "Avrupai/modern" bir boyut kazanır. Matmazel Ayşe’nin köleliği içselleştirmesi başarıyla gerçekleştirilir!.. Bana kalırsa, Anne Soprani’nin Matmazel Ayşe’si "aydınlatma" işlevini başarılı bir şekilde yerine getirir. Özellikle Fransa’nın "klasik" yüzyıllarında kadının durumunu gözler önüne sermesi bakımından dikkate değer argümanlar sunar. Sonuç olarak… Anne Soprani’nin de belirttiği gibi, "dışa karşı aydın bir kafa ve parlak bir zekâ görünümü takınırken özdeki tutuculuğunu porselen ve fayans kaplı dairelerinin kuytuluğunda gizleyen bu toplum içinde serpilip gelişecek" olan Ayşe’nin hikâyesi kırklı yaşlarında veremli olarak, kan kusarak ve yalnızlık içinde son bulacaktır. Taner Timur’un biçemi için düşündüklerimi, hiç çekinmeden Anne Soprani’nin biçemi için de söyleyebilirim. Yalnız, nicelik bakımından Taner Timur’unki "öykü" kapsamında ele alınırsa, Anne Soprani’ninki "roman" kapsamında değerlendirilmelidir... Diplomasi" başlığı bile tek başına söz konusu çalışmanın önemini duyurmaya yeter; fakat bu kadarla yetinmez Timur Hoca. Konu bağlamında bizi "Said Mehmed Efendi" ile tanıştırır. Peki kimdir Said Mehmed Efendi? Taner Timur şöyle anlatıyor: "Osmanlı Devleti’ne matbaanın girmesiyle ilgili olarak akla gelen ilk isim, kuşkusuz, İbrahim Müteferrika’dır. Macar asıllı Osmanlı aydınının bu büyük hizmeti Türkiye’de tarihle az çok ilgili herkes tarafından bilinir. Oysa bu fikri ilk benimseyen, İbrahim Müteferrika’ya telkin eden ve devlet adamı ve diplomat sıfatıyla da ülkede önemli roller oynayan Said Mehmed Efendi’nin adı belleklerde pek yer etmemiştir." Bu noktada bir uyarıda bulunmakta yarar var. İnsanlığın "aydınlanma"sını salt Marksizme mal ediyor değilim. Diğer bilimsel, teknolojik, felsefi, tarihsel, toplumsal… çıkışların çok önemli payı olduğunu vurgulamaya bile gerek yok. Marksizmin önemi ise, insanlığın yarınında "sonsöz"ü söyleyecek olmasından gelir. Bugün her ne kadar geri plana itildiği, tedavülden kalktığı gibi bir "izlenim" uyandırılmaya çalışılıyorsa da bunların hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur! Diğer bir çalışma ise "Millingen Ailesi ve Osmanlı Tarih Yazını" başlığını taşıyor. Alt başlığı "Lord Byron’un Doktoru Osmanlı Sarayında"dır. Taner Timur bu makaleye de çok ilginç bir giriş yapar: "XIX. yüzyıl Osmanlı tarihi politika ile entrikanın, romantizm ile adi hırsların birbirine karıştığı ilginç öykülerle doludur." Ne var ki bu "doluluk" bir yerde "öteki"ni dışlamayı da ihmal etmez. "...ne yazık ki yerli ve Avrupalı gayrimüslim figüranların sahne aldığı öykülere Osmanlı vakayinamelerinde pek rastlamıyoruz." Peki ama "bunun nedeni ne?" "Öteki’ni kabul edemeyen bağnazlık mı?" Kesinlikle!... İşte son örnek: Hrant Matmazel Ayşe* aner Timur’un Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı Çehreler adlı yapıtında "Çerkez Kızı Ayşe" ile karşılaşmamış olsam, Anne Soprani’nin kaleminden çıkmış Matmazel Ayşe ile asla ilgilenmezdim. Büyük olasılıkla şöyle düşünürdüm: "Bana ne Matmazel Ayşe’den, Fatma’dan! Oryantal hikâyelerden biri işte!..." Bu bakış açısı bir önyargıyı mı ifade ediyor? Kesinlikle… Peki "bütün önyargılar dışlanmalı" mıdır? Sanmam! "İki Kitap Arasında" dolaşırken bir kez daha anladım ki önyargının, koşullanmışlığın dışında aslında yaşanmışlıkla, birikimle ilgili bir boyutu da var... Anne Soprani’nin Matmazel Ayşe’si, Taner Timur’un da vurguladığı gibi, "Matmazel Ayşe’nin Madam Calandrini’ye Mektupları"nın yayınlanmasıyla aralanan giz perdesinin izsürümü sonucunda ortaya çıkmış bir yapıttır. Yani "ağırlık merkezi" bu mektuplardır. Yapbozun parçaları, yine Taner Timur’un belirttiği gibi, "muhayyeleleri kamçılaması" sonucu bir araya gelir. Bu "izdivaçtan" da onlarca makale, deneme ve yapıt ortaya çıkar. Ben yine "mektup meselesi" ile "önyargıma" geri döneyim. "Düşün Yayınevi"nin o muhteşem mektup serisinin birçoğunu yıllara yayılan bir takip sonucu edinmiş ve okumuştum. Hâlâ zaman zaman dönüp bu mektuplara göz atmaktan da ayrı bir zevk alırım. Bu ilgimin boyutu, örneğin Zamandışı Sevişmek ile Kuşatma Altında adlı romanlarıma da yansımıştır; bu yapıtlarda değişik mektuplaşma türlerini denemişimdir… Diyeceğim, "mektuplar dünyası"nda yaşamaktan ayrı bir zevk duyan benim gibi biri, nasıl olur da "Matmazel Ayşe’nin mektupları"na ilgisiz kalabilirdi? Yukarıda da vurguladığım gibi "matmazel"lerin, "sultan"ların çağrıştırdığı o şatafatlı dünyanın benim Marksizmle şekillenmiş imgelemime ters düşmesinden kaynaklanan dışlamayla ilgili olabilir. Başka bir yanıt bulamıyorum. Taner Timur’un adını andığım yapıtında yer alan bir başka denemesine duyduğum ilgi de sanırım bu "tasnif edici" yanımı ele veriyor: "İstanbul’da Bir Komün Kahramanı: Gustave Flourens" beni hemen kendi dünyasına hapsetti. İster "romantik" densin, ister "saftirik" ben bu dünyalarda dolaşmayı daha çok seviyorum. İnsanlığın geleceğini de bu dünyaların "aydınlatacağına" inanıyorum. Projeksiyonumuzu tekrar Matmazel Ayşe üzerine çevirelim. Taner Timur da "Çerkez Kızı Ayşe’nin Öyküsü"nü Anne Soprani’nin eserini dayanak alarak yazar. Matmazel Ayşe bu açıdan da önemli bir yapıttır. Açıkça belirtmek gerekirse, Fransa sefiri Senyör de Forriol olumsuz bir karakterdir. 1698 yılında bir konakta gördüğü küçük (dörtbeş yaşında) köle kızını satın alan, ileride "cariyesi" yapCUMHURİYET KİTAP SAYI T Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı Çehreler** Taner Timur’un Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı Çehreler adlı yapıtı hem bir "bilimsel/tarihsel incelemeler toplamı" olarak ele alınabilir hem de "deneme tadında" yazınsal metinler olarak... Çünkü on iki deneme de hoş bir dille kaleme alınmış. Metinlerin dünyasına yolculuk yapıldığında hem karakterlerin özgünlüğü hem de dönemin ruhu sizi sarıp sarmalıyor. Ufkunuzda yeni sayfalar açılıyor. Örneğin "Matbaa, Aydınlanma ve 894 Dink. Sözü uzatmaya gerek var mı? Hayatında hiçbir değer üretmemiş bir asalak, ta Trabzon’dan kalkıp İstanbul’a gelebiliyor ve bu toprakların yetiştirdiği önemli değerlerden birini katledebiliyor! "Arkasındaki güçler" safsatası umurumda bile değil! Eğer "feodal/ataerkil" bir dil kullanmama izin verilirse, "etnik" bağlamda "öteki" "bu ülkenin namusu"dur. Bu "namus" korunamamıştır! Daha ötesi/arkası var mı? Hrant Dink’i afişe eden de, koruyamayan da "devlet"tir… Kapı kapı dolaşıp "suçlu" aramaya gerek yok!... Taner Timur sözünü ettiğim çalışmasına yazdığı "Önsöz"de de bu konuya eğilir: "Ele aldığım ‘kahraman’ların çoğunu yabancı ya da yerli gayrimüslim kişilikler oluşturuyor. Özgürlükçü ve eşitlikçi bir akım olma iddiası taşıyan ‘Osmanlıcı’ akımın bile TürkMüslüman öğeler dışındaki tüm kimlikleri ‘öteki’ saydığı düşünülürse, bunların toplumdaki konumlarının a priori ‘aykırı’lığını herhalde yadsıyamayız." Ben bu "öteki"lik meselesinde bir adım daha ileri gitmeyi gerekli buluyorum: "Etnik" karakterli "öteki"liğin zaten çoktan tarihin kirli sayfaları arasında yok olup gitmesi gerekiyordu. "Hayalet"inden bile söz edilmemesi gerekiyordu. Eğer hâlâ bunlarla boğuşuluyorsa (ki insanlık tarihinin her dönemindekinden çok daha fazla) vay bu ülkenin, coğrafyanın ve elbette dünyanın başına gelenlere/geleceklere!... Diyeceğim, günümüzde aslolan ideolojik, sınıfsal "öteki"liktir. Yani "İstanbul’da bir komün kahramanı Gustave Flourens" kimliğinde (de) kendini gösteren olgudur. Taner Timur’un anlattığına göre Marx, 28 Nisan 1870’te Engels’e yazdığı mektupta Flourens’tan şöyle söz eder: "Hayaller ve devrim ateşiyle dolu; fakat etraftaki kendilerini ciddiye alan insanlardan çok farklı, neşe dolu bir genç…" Marx’ın "neşe dolu bir genç" olarak tanımladığı Flourens ideolojik, sınıfsal "öteki" olma bedelini "Paris Komünü sırasında öldürülerek" öder. Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı Çehreler, Taner Timur’un bir önceki yapıtı olan Felsefi İzlenimler’de gözlemlediğimiz bilimsellik ile yazınsallık’ın iç içe geçtiği yeni ve özgün bir biçemin devamı niteliğindedir. Burada denemelerin tamamına yer verme olanağım yok. Bu nedenle okuyucuya kitaba yönelmelerini önemle salık veririm... ? ala.topcu@gmail.com * Anne Soprani, Matmazel Ayşe, İmge Kitabevi Yayınları, 2007, 351 s. ** Taner Timur, Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı Çehreler, İmge Kitabevi Yayınları, 2006, 190 s. SAYFA 9