Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? lenen basit bir ölçüye indirgeyemem onu. O değil sözünü ettiğim. Onun nesnedeki izinden söz ettiğim söylenebilir belki! Babam yaşlandıktan sonra kulağını yaşlı ağaçlara, toprağa, çürüğe çıkarılmış makineye dayayarak, onların içindeki sesleri dinleme hevesine kapıldı bir dönem. Bu beni çok etkiledi.. Ağaçta, toprakta, durgun sularda, metalde onların seslerinin ötesinde, onların içinden geçen ya da onları kendi içinden geçiren bir zamanın gizli olduğunu düşünüyorum... Uzun cümleler kurmayı seviyormuşsunuz izlenimine kapılıyor insan. Nicel bir yaklaşım olmaz mı bu? İnsan bu konuda kendini niçin zorlasın ki! Nitelikçe uzun tümce yok, kısa tümce de yok.. Tümceler vardır; onlar, nasıl olacakları konusunda kendi yazgılarını belirlerler; nasıl olacaklarını bilirler! Sinemada film için uzun çekimkısa çekim ayrımı yapılamayacağı gibi, roman için de uzun tümcekısa tümce ayrımı yapılamaz. YAZARIN ÖZGÜRLÜĞÜ Romanın sonunda 19852006 / AdanaAnkaraİstanbul notu var... Nerede ve kaç yaşında yazmaya başladınız bu romanı? Evet on altı yaşımda falandım onu yazmaya başladığımda. Adana Borsa Lisesi'nde, 4/L sınıfındaydım. Fransızca öğretmeni Kazım Yalap Bey'i bekliyorduk.. Beklemekten sıkıldım, yazmaya başladım. Zaten aylardır onu kafamda kuruyordum. Ölüyaprak Vuruşu'nu aynı yıl yazmaya başlamıştım. İkisinin üzerinde eşzamanlı çalıştım... Ölüyaprak Vuruşu, 1990'da bitti. Tam anlamıyla bitse de onun üzerinde de basılana kadar çalışacağım. Romanda düşsel kurmacanın sınırlarının yer yer dışına çıkıyorsunuz neredeyse; bu bağlamda, ‘yazarın özgürlüğü’ ile ‘yazarın keyfiyeti’ konusunda ne dersiniz? Keyfiyet serbestlik gibi düşünülebilir. Özgürlük ile serbestlik arasına keskin bir çizgi çekilmeli; yaşarken, yazarken... Serbestlik hayvansı bir tavır.. Bu tavır sanatçıya uyarlanırsa, karşılığını 'cahil cesareti'nde ya da 'ben yaptım oldu' umursamazlığında bulur. Sanat özgürlük içinde disiplin! Kesin disiplin. Yapıtınızla ilgili hesap vermeniz gerekir; en azından kendinize karşı... Keyfiyet lüksüne hiçbir sanatın dili izin vermez. Kuramsal bilginin ayakbağı olduğu söylenir... Bilgi edinir, sonra bilginin dışına çıkarak bakarsınız dış dünyaya; özellikle sinemada, özellikle de romanda sağlam bir kuramsal altyapısı olmayanlar, durmadan çam devirmekle de kalmazlar, güzelim ormanı perişan ederler, kabuksuyu düşkünleri gibi... Kabuksuyu düşkünleri? Sırlanmış Zanmanın Gölgesinde'de, çam kabuğundan elde edilen ve cinsel gücü artıran sıvı için Sunadalılar ormanı ne hale getiriyordu, bir anımsayın! On sekizinize kadar Adana'dasınız, ardından Ankara'da şimdi CUMHURİYET KİTAP SAYI de İstanbul'dasınız. Sizi nereli sayacağız? Galiba hiçbir yerliyim. Bu çok kötü.. Bunu içinizde sürekli duymak kötü.. Yitmişlik duygusu veriyor. Çocukken birkaç kez kayboldum. O zamanlar bunun eğlenceli bir yanı vardı; korkuyla karışık bir hoşluk duyumsamıştım. İlkgençlikte de “dünya evimin bahçesi” deyip dururdum, ancak artık çocuk ya da ilkgençliğini yaşayan bir tüysüz olmadığınızdan, bu duygu hüzün veriyor; böyle bir hüzün, o zamanki korkudan ağır. Evet, hüzün korkudan ağır... İnsan ille de bir yere ait mi olmalı? Nereye ait olduğunu bilmemek, yerleşik yaşantıyı benim kadar önemseyen biri için çok kötü. "Dünya vatandaşıyım!" Bu, içi boş bir slogan. İstanbul'dasınız artık. Haytaoğulları gibi yerleşik yaşama geçtiniz... Yeni romana nasıl yansıyacak bu? Sabâ Altınsay, "İnsanın doğduğu toprak ile gömüleceği toprak aynı toprak olmayacaksa, ne kalır ki geriye, ölürken, yaşamdan" der Kritimu’da. Adana içimde derinlerde bir yerlerde kalan benim Adanam olabilse keşke... Bu üç kentten hangisi daha etkili üzerinizde. Adana'ya az gidebiliyorum. Yılda biriki kez. Yerine iyi yerleştirilmediği için ayağıma takılıp düşmeme neden olan kaldırım taşını bıraktığım gibi bulmak çok hoş! Tırmandığım bir dardağan ağacını, oturduğum istasyon bankını, uçurtmam takılan elektrik direğini... Otuz yıl önce elektrik direğine takılan sarıkırmızı uçurtmamın kalıntısının hâlâ çırpındığını gördüm orada, Adana'da. Kendimin hissettim o kenti işte o zaman… İnsan çocukluğunun hazinelerine kavuşmalı. Yine de oraya ait değil miyim, bunu bilmiyorum ki! Tutkuyla seviyorum o kenti. Çocukluğum orada, ilk gençliğim orada...? Sırlanmış Zamanın Gölgesinde/ Cengis T. Asiltürk/ İnkılap/ 464 s. ‘Sırlanmış Zamanın Gölgesinde’ki üzeri örtülü öyküye ulaşanların özel tatlar alacağını düşünüyor Cengis T. Asiltürk... 894 SAYFA 15