04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Söylenceleri (Miyase İlknur), Pir Sultan Söylenceleri (Işıl Özgentürk), Seyfül Müluk (Adnan Özyalçıner), Gül ile Sitemkâr (Adnan Özyalçıner), Tahir ile Zühre (Sennur Sezer), Saçlı Yılan (Osman Şahin), Yusuf ile Züleyha (Ülkü Tamer) gelecek; belki başkaları da... "Elif ile Mahmut"un sizdeki yerini merak ediyorum, bu hikâyeyi seçmenizin sebepleri nelerdir? Yukarıda da söz konusu ettim. Elif ile Mahmut’un taşbaskısı basımını yıllar sonra elime aldığımda, orada yazılanların sanatsallıktan, anlatı estetiğinden çok uzak olduğunu fark ettim. Dili bozuk, anlatımı çok ilkeldi. Öyle ki, "Nasıl olmuş da, durup durup bu kitabı okumuşum?" diye sordum kendime. Demek ki, serüven filmlerine saatlerce kapılmaya benzer bir tutku çocukluk okumaları... Çocuk gözü, göreceği kadarını görüyor. Ayrıntı, kabalıklar, yaşamsal boşluklar yetişkinlikte fark ediliyor. Kitabın az çok ne olduğunu anlamaya başladıktan sonra, biraz da bugün adını bile anımsayamadığım "O Abla"ya armağan olsun diye düşlerimde zengin dünyası kalan öyküyü yeniden yazmak istedim. Elif ile Mahmut önce Türkiye’de çocuk kitabı olarak basıldı. Almanya’da, belki halkımızın bir özlemini karşılar diye kitap yeniden yayımlandı. Merkez Kitaplar’da yayımlanan bu son baskıyı da yeniden yazdım. Yazarken de içinde bulunduğumuz koşulları göz önünde bulundurdum. Örneğin savaşçı kadını simgeleyen Arabızengi ile Demiratlı, Elif’i aramak için uzak ülkelere giden Mahmut’a âşık olur. Sözlü anlatılarda, Mahmut dönüşte onlarla evlenip üç kadınla döner babasının şah olduğu ülkesine. Bu, Türk töresine aykırıdır. Hele, en üst düzeydeki kişilerin üçdört eşli olduğu ileri sürülen çağdaş Türkiye’de böyle bir kurguyu gereksiz bularak kadınları saraylarında bıraktım. ALTIN ÇAĞ... J. R. Jiménez, Platero ile Ben adlı kitabında Novalis’in, "Çocuklar neredeyse orada bir altın çağ yaşanır." yargısına şunu da ekler: "Ozanın yüreği, gökten inmiş tinsel bir adaya benzeyen bir altın çağ içinden geçer, orada kendi evinde gibidir, en büyük isteği de herhalde bir daha buradan ayrılmamak olmalı." İlk okuduğum kitap Elif ile Mahmut’tur. Jiménez’in Novalis’den beslenerek çizdiği dünyayı ben bu kitapta yaşadım. Her çocuk, o yaşlarda okuduğu kitabın kahramanıdır. Mahmut ben isem Elif de "O Abla"ydı. Ustanın günde birkaç kez dayaktan geçirdiği bir çocuk için, onu sevgi kanatlarının altına alan "O Abla", Elif yerine koyup, kuru kemik kollarımla her kötülüğe karşı koruduğum, onu darlıklardan kurtardığım sevgiliydi. Gözlerine kırmızı bir ilaç sürülüydü. Sanırım trahom hastalığı vardı gözlerinde. Ben, çocukluğumun altın çağını "O Abla" şefkatinde yaşadım. Kadınları yüceltme duygumun derinliklerinde "O Abla"nın varlığını duyumsarım hep. Bu dizinin oluşması, yeniden kaleme alınmaları... Sizdeki anlamı nedir? Nasıl bir sonuç gözetiyorsunuz? Şiir olsun, roman, öykü gibi anlatı türleri olsun, halkın yaratılarından beslenmedi mi, okumada kopukluklar doğuyor. Halk kitaplarının yaygınlaşması, o kültürden beslenen kitapların yayımlanması bir ölçüde de olsa bu kopukluğu önler. Şimdi moda şarkılar gibi, moSAYFA 6 da kitaplar türedi. Bunlardan çoğunun pornodan, şiddetten, olmadık fantezilerden beslenmesi, yalnız edebiyatın değil, okurun da yozlaşmasına yol açıyor. Edebiyatı yozlaştırmayan yazarlar dışta tutulursa Türkiye’de sağlıklı okur gibi, sağlıklı yazardan da söz edilemez oldu. Önemli bir sorun da şu: Takvim yaşının yanında bir de okuma yaşı var. Başka bir yerde de değindiğim gibi, kişi on beş yaşındadır Dostoyevski, Kafka, James Joyce okur, yetmiş yaşındadır magazin haberlerinden başka hiçbir şey ilgilendirmez onu. Belki kolayca kavranabilecek halk kitapları onlara okunacak başka şeyler olduğunu da anımsatır. Yalnız burada çok önemli bir noktaya değinmeliyim. Halk kitaplarının yeniden yazılmasında anlatımı basite indirgemekten şiddetle kaçınmak gerekir. Halk hikâyelerinin çoğu Çin, Hint, Arap kaynaklı olup Türkçede yeni bir biçime girmiştir. Kurgu ve söyleyiş yönünden çoğunu birbirinden ayırmak olanaksızdır. Anlatıların ayrı ayrı yazarlarca kaleme alınması, anlatıların ortak niteliğini kırmış, onları bir roman ya da öykü okunurluğuna kavuşturmuştur. Bu anlatılar böylece anonimliğini yitirmiş, bir edebiyatçının eseri kimliğine bürünmüştür. Bu yönüyle kitaplar, eski anlatı dünyamızı merak eden gençler kadar, düşleminde bir an geçmiş zaman duygularını yaşamak isteyen yetişkinleri de ilgilendirecektir. Yaş, kişinin kendine verdiği emekle anlam kazanır. Bu emeğin en verimli kaynağı kitaplardır. Kişi, her kitapla ayrı bir kimlik edinir. Kitapsızlık kimliksizlik demektir. Okuma düzeyimizin düzeysizlik olduğunu bilmeyen yok. Japonya da bir kişiye yirmi altı, bizde altı kişiye bir kitap düşerse, böyle bir toplumda okuma düzeyinden nasıl söz edilebilir! Bireyde düşünce bağımsızlığı, ancak kendi yordamıyla yöneldiği bilgilerle gelişiyor. Bilginin kaynağı da kitaptır. İnsan kendini bilgiyle donatmadığı sürece, başkalarının düşünce kulu olmaktan kurtulamaz. Bir toplumda boş kafayla iyi bir yöneten bulunamayacağı gibi, yönetilmenin bilincini kavramış aydın da yoktur. Sanıyorum, bundan sonraki dönemde, sizin kaleminizden çıkacak, yeniden yazılacak bir hikâye daha yer alacak? Elif ile Mahmut’un, Kerem ile Aslı’nın arasına Dede Korkut’tan da "Bamsı Beyrek" öyküsünü katmak istiyorum. Halklar arasında ortak espriden söz edilemeyeceği gibi, halkların duyarlık yönelimlerinde de farklılıklar vardır. İnsan yaşamı bağlamında, "Bamsı Beyrek", toplumsal duyarlıkla bireysel duygulanışları örtüştüren trajik bir öyküdür. Bu öykü, anaya babaya, kardeşe, sevgiliye beslenen yoğun duygulara bir örnektir. Yalnızca bu değil, on beşinci yüzyıldaki dil düzeyinin de bir başyapıtı... Son olarak, neler söylemek istersiniz? Böyle konuşmalarda âdet olan sorunuzu, ben de âdet olduğu gibi, özdeyişsel bir öneriyle bitireyim: Okuma alanı belli akımlarla, belli türlerle sınırlanmamalı, kitapların seçiminde zamansal bütünlüğe, türsel çeşitliliğe önem verilmelidir. Bedenin tek tür besinle sağlığa eremeyeceği gibi, yalnızca romanla, şiirle, denemeyle, kuramsal yazılarla doldurulan beyinden de sağlıklı yargılamalar, yorumlar beklenemez. Toplumda kavram kargaşalarının temelinde yatan budur. Gerçek anlamda okuma, halk kitaplarından çağdaş yapıtlara ulaşan yolu izlemekle gerçekleşir. ? "Geleneksel öykü anlatımcılarının öykü edasını yalın bir dille yeniden kurmaya çalışıyorum" ennur Hanım, halk hikâyeleri dizisinin ikinci kitabı; kaleme aldığınız Şahmaran. Dizinin planlanan ilk bölümünde yirmi halk hikâyesinin var olduğunu düşünürsek, bunların arasından neden Şahmaran diye sormak istiyorum? SENNUR SEZER Şahmaran benim çocukluğumda, Eskişehir’de misafir gittiğimiz evlerin duvarlarındaki cam altı resimlerden tanıdığım söylence kahramanlarından biri. (Öteki Hz. Ali’nin tabutunu götüren deve) Çamlıca’ya annemin baba evini görmeye gittiğimizde sık dinlediğim bir başka öykü yılanların zarar vermemesi için "Şahmaran"ın adıyla izin istemek gerektiğiydi: "Şahmaran’ın başı için!" Öyküyü kaç kez okudum bilemiyorum ama satırların arasında hep kırgın bir kadının gözleriyle karşılaştım. Ayrıca Şahmaran iki dünya arasında kalmış biri. Ne tam yılan ne tam insan. Bana hep hüzünlü gelir bu yüzden. Bir krallığı var ama yalnız... Biliyorum ki, geçmişte benzer çalışmalar yaptınız farklı halk hikâyeleri konusunda… Adnan Özyalçıner’le hazırladığınız, "Anadolu’dan Öyküler", kaleme aldığınız, hazırladığınız "Binbir Gece Masalları", hatta, "Dilsiz Dengbej"… Şunu merak ediyorum; Eskişehir doğumlusunuz, nasıl bir halk hikâye kültürü içinde yetişti Sennur Sezer; onu bu konuda kalem oynatmaya iten sebepleri merak ediyorum… Televizyonun olmadığı mutlu günlerde büyüdüm. Çok okuyan bir kadındı annem. Ablasıyla birlikte aileden, çevreden dinledikleri masalları anlatırlardı. İstanbul ve yüksek okulda sonuçlanan aile köklerim İmparatorluğun her yanından gelmişti. Pertev Naili ile bir söyleşimizde onun derlediği masallardan birinin dinlediğim farklı bir anlatımını söz konusu ettiğimde çok heyecanlanmış, bana bu masalı anlatanla tanışmak istemişti. Ama annem biraz erken gittiğinden olmamıştı. Bir de âşıklar var elbet. TİP’in ilk yıllarında İstanbul’a gelen, konserler yanında evlerde dinlediğim çeşitli ustalar... Geri yanı okuma.. Geçmişi ve bugünü. Örneğin Yaşar Kemal’i dikkatli okuma. Geçmişten günümüze, pek çok kez kaleme alındı yazarlar tarafından Şah S maran. Hatırlıyorum örneğin, Murathan Mungan’ın Cenk Hikâyeleri adını verdiği kitabında; Mungan da farklı bir üslupla kaleme almıştı hikâyeyi. Sizin getirdiğiniz ölçütleri ve yenilikleri anlatır mısınız? Tabii bir de geçmişten bozmadan getirdiğiniz bir bütünlük var, bunu da konu içinde dile getirir misiniz? Ben yazdığım halk öykülerinde öykünün eldeki ilk biçimine sadık kalıyorum. İstesem de dokunmuyorum öykünün çizgilerine. Yaptığım bir minyatürü kopya ederken ona perspektif katmaya çalışmak belki.Çağdaş yorum ve açılımlar, yeni çizgiler şiirlerimdeki söylencelerde rahatça deneniyor. Çağdaş dil ve çağdaş yorum dizinin çıkış noktası… Bu noktada Şahmaran’da sizin getirdiğiniz çağdaşlıktan biraz söz eder misiniz? Benim halk öykülerine getirdiğim yorum, olayların nedenlerini, kahramanların davranışlarının kökenini anlamaya çalışmak. Ruh durumlarını yansıtmak. Öykü kahramanlarını bir Karagöz figürü gibi iki boyutluluktan, mekânı bir Karagöz göstermeliğinin düzlüğünden kurtarmak. Bunu da öykünün akışını bozmadan yapmaya çalışıyorum. Tanrı insanların ölümsüzlüğüne karşı çıkıyorsa, bunun mantıklı bir açıklaması tek cümleyle öyküye sıkışmalı. Ben anlatımda geleneksel öykü anlatımcılarının öykü edasını yalın bir dille yeniden kurmaya çalışıyorum. Bir öykünün girişine klasik anlatımdaki "döşeme" benzeri bir metin yazıyorum bazen. Eski ozanlar/aşıklar gibi kendi üslubumu kuruyorum. Bilirsiniz, dinleyiciler öyküyü bilirler, ama anlatıcının nasıl anlatacağını merak ederler.. Tabii bir de toplumsal getirisi var hikâyenin… Her öykü geldiği kaynaklara dönerken yeni güzellikler götürmeli. Bizim halk öykülerini gençler yeniden öğrendiklerinde Batı’da kimlere esin verdiklerini de ayrımsarlar kuşkusuz. Hikâyede yaşanan ihaneti, aslında çağdaş ihanet olarak şimdilerde de yaşıyoruz… Bu bağlamda neler söylemek istersiniz? İhanet, çıkarı için başkasının canına kast etmek..Anadolu’nun yüzyıllarca yaşadığı bir gerçek. Türkiye’nin son yetmiş yılında siyasal olarak yaşananlar, ihanetin özendirildiği darbe yönetimleri, "sayın muhbir vatandaşlar"a yapılan çağrılar... 12 Martlar, 12 Eylüller.. Öykümüzde övülen sadakattir, dostluğun ölümle karşılaşıldığında bile unutulmayışı. O yüzden Şahmaran’ın adı kalmıştır yüzyıllarca.. Öykünün öteki kahramanlarının adı kitaplarda kalmıştır sadece. ? [email protected] Elif ile Mahmut/ Adnan Binyazar/ Merkez Kitaplar/ 104 s. Şahmaran/ Sennur Sezer/ Merkez Kitaplar/ 100 s. KİTAP SAYI 893 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle